Bugün tartışılan konuları acaba birkaç yıl önce de tartışabilir miydik? Hiç sanmıyorum. Tıpkı yarın tartışmaya açılacak konuları bugün "asla" diyebileceğimiz gibi.
Ama her akl-ı selim "bu gidişin sonu iyiye gitmez" diyebilmektedir. O halde burdan yola çıkarak, eğer gidişat böyle devam ederse yarın önümüze çıkacak tartışma konularını neden bugünden kestiremeyelim?
Bir zamanlar CHP ve DP adına yapılan yakıştırmalar, ithamlar ve iddialar değil mi bugünkü tartışma konularının temeli?.. Tâ o zamanlardan "ilerici-gerici, sağcı-solcu" diye halkı bölmeye başlamadık mı?
İnancı, kültürü, örfü, geleneği, umutları ve korkuları bir olan tarihin bu yüce milletini o günlerde hangi mantık ve anlayışla "ilerici-gerici, sağcı-solcu" diye tasnif etmeye, gruplara ayırmaya başladık.
Peki bu milletin o günden bugüne nesi değişti ki bugün "devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" tartışılıyor.
Demek ki o gün çok basit gibi görülen bir takım iddia ve ithamlar koskoca bir bünyeye sızan mikroplar gibi öylesine tahrip etti ki bugün varlık-yokluk mücadelesi vermek zorunda kalıyor.
Son zamanlarda yapılan tartışmalara bakalım. Hangisi bu milletin birlik ve beraberliği için? Hangisi kalkınması ve gelir düzeyinin yükseltilmesi için? Hangisi eğitim ve sağlık hizmetlerini bütün tabana yayıp en üst düzeye taşıması için? Hangisi bu milleti dünya devleri yarışmasında başarılı kılmak için?
En ciddi konuların dahi zaman zaman mahalle dedikodusu veya günün ifadesiyle magazin yahut paparazzi mantığı ile sulandırılmasının devlet ciddiyetiyle bağdaşır yanı var mı?
Devleti tartış, milleti tartış, vatanı, bayrağı tartış. Dini, ahlâkı ve bütün ortak değerleri tartış...
Peki bunlar niçin ve kimin hesabına tartışılıyor? Bu tartışmalarda kimler nerelere varmak istiyorlar?
Bugüne kadar yapılan bu tartışmalardan ne elde ettik, neler kazandık, hangi meseleyi çözüme kavuşturduk? Bunların bir muhasebesini yapmak gerekmez mi?
Tartıştığımız konulara yani devlete, millete, vatana, bayrağa, dine, kültüre, ahlâka ve bütün ortak değerlere, ne kadar zarar verdiğimizi, böyle devam ederse daha ne kadar zararlar vereceğimizi niçin düşünmüyoruz?
Bir kere tartışmanın mantığı yanlış. Tartışmada taraflar kendi haklılıklarını iddia ve ispattan başka bir şey düşünmezler. Halbuki, bu ülkede taraf sözkonusu olamaz. Bir devlet, bir millet ve bir medeniyet var. Farklı devletler, millet ve menfaatler sözkonusu değil ki bugün konu edilen meseleler tartışılsın.
Bu konuları kendi içimizde değil, başka devletlere ve başka milletlere karşı yapabiliriz hatta gerekirse de yapmalıyız.
Devletin, milletin, vatanın geleceğini ilgilendiren konular okullarda yapılan münazara mantığı ile ele alınamaz. Bunlar münazara konusu değil. Bunlar devlet politikası olarak siyasî, askerî ve akademik çevrelerde ve ilgili makam ve birimlerde ele alınır ve gereği yapılır.
Mesela misyonerlik tartışılmaz. Misyonerlik bu sahada uzman kişiler tarafından ele alınır, kaynaklara inilir ve bugüne kadar yaptığı faaliyetler de gözler önüne serilerek devlet ve millet için ne kadar tehlikeli olduğu ortaya konarak gerekli tedbirler alınır.
Son günlerde gündem edilen Rum Pontus meselesi tartışılmaz. Bu bir devlet politikasını gerektirir. Bir takım kiralık kalemlere yazdırılan kitaplar bahane edilerek, taraftarlar oluşturularak tartışmaya açılmasının üzerinden kolayca es geçilecek olaylar değildir.
Ermeni meselesi tartışılmaz. Güneydoğu tartışılmaz. Kıbrıs tartışılmaz. Bunların hepsi bir milletin geleceğini ilgilendiren konulardır. Ve bu konularda bize ait bir problem yoktur. Problemler karşı taraftadır. Eğer bunların tartışması yapılacaksa devletin ilgili birimleri muhataplarını seçer ve gereğini yapar.
Eğer bu konular demokrasi adına, basın özgürlüğü adına veya inanç ve düşünce özgürlüğü adına yapılıyorsa burada birileri bilerek veya bilmeyerek bindiği dalı kesiyor demektir.
Dolayısıyla bu tartışmaların akılla, ilimle, mantıkla, demokrasi ile uzaktan yakından bir ilgisi yoksa o zaman en azından yapılanların yanlış ve tehlikeli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
O halde yapılması gereken, bu gibi hayatî konuların tartışılması değil, ilmî ve tarihî gerçeklere bağlı olarak olayların halka ve umuma ifade edilmesi, gereği içinde her türlü tedbirin alınmasıdır.
Ama her akl-ı selim "bu gidişin sonu iyiye gitmez" diyebilmektedir. O halde burdan yola çıkarak, eğer gidişat böyle devam ederse yarın önümüze çıkacak tartışma konularını neden bugünden kestiremeyelim?
Bir zamanlar CHP ve DP adına yapılan yakıştırmalar, ithamlar ve iddialar değil mi bugünkü tartışma konularının temeli?.. Tâ o zamanlardan "ilerici-gerici, sağcı-solcu" diye halkı bölmeye başlamadık mı?
İnancı, kültürü, örfü, geleneği, umutları ve korkuları bir olan tarihin bu yüce milletini o günlerde hangi mantık ve anlayışla "ilerici-gerici, sağcı-solcu" diye tasnif etmeye, gruplara ayırmaya başladık.
Peki bu milletin o günden bugüne nesi değişti ki bugün "devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" tartışılıyor.
Demek ki o gün çok basit gibi görülen bir takım iddia ve ithamlar koskoca bir bünyeye sızan mikroplar gibi öylesine tahrip etti ki bugün varlık-yokluk mücadelesi vermek zorunda kalıyor.
Son zamanlarda yapılan tartışmalara bakalım. Hangisi bu milletin birlik ve beraberliği için? Hangisi kalkınması ve gelir düzeyinin yükseltilmesi için? Hangisi eğitim ve sağlık hizmetlerini bütün tabana yayıp en üst düzeye taşıması için? Hangisi bu milleti dünya devleri yarışmasında başarılı kılmak için?
En ciddi konuların dahi zaman zaman mahalle dedikodusu veya günün ifadesiyle magazin yahut paparazzi mantığı ile sulandırılmasının devlet ciddiyetiyle bağdaşır yanı var mı?
Devleti tartış, milleti tartış, vatanı, bayrağı tartış. Dini, ahlâkı ve bütün ortak değerleri tartış...
Peki bunlar niçin ve kimin hesabına tartışılıyor? Bu tartışmalarda kimler nerelere varmak istiyorlar?
Bugüne kadar yapılan bu tartışmalardan ne elde ettik, neler kazandık, hangi meseleyi çözüme kavuşturduk? Bunların bir muhasebesini yapmak gerekmez mi?
Tartıştığımız konulara yani devlete, millete, vatana, bayrağa, dine, kültüre, ahlâka ve bütün ortak değerlere, ne kadar zarar verdiğimizi, böyle devam ederse daha ne kadar zararlar vereceğimizi niçin düşünmüyoruz?
Bir kere tartışmanın mantığı yanlış. Tartışmada taraflar kendi haklılıklarını iddia ve ispattan başka bir şey düşünmezler. Halbuki, bu ülkede taraf sözkonusu olamaz. Bir devlet, bir millet ve bir medeniyet var. Farklı devletler, millet ve menfaatler sözkonusu değil ki bugün konu edilen meseleler tartışılsın.
Bu konuları kendi içimizde değil, başka devletlere ve başka milletlere karşı yapabiliriz hatta gerekirse de yapmalıyız.
Devletin, milletin, vatanın geleceğini ilgilendiren konular okullarda yapılan münazara mantığı ile ele alınamaz. Bunlar münazara konusu değil. Bunlar devlet politikası olarak siyasî, askerî ve akademik çevrelerde ve ilgili makam ve birimlerde ele alınır ve gereği yapılır.
Mesela misyonerlik tartışılmaz. Misyonerlik bu sahada uzman kişiler tarafından ele alınır, kaynaklara inilir ve bugüne kadar yaptığı faaliyetler de gözler önüne serilerek devlet ve millet için ne kadar tehlikeli olduğu ortaya konarak gerekli tedbirler alınır.
Son günlerde gündem edilen Rum Pontus meselesi tartışılmaz. Bu bir devlet politikasını gerektirir. Bir takım kiralık kalemlere yazdırılan kitaplar bahane edilerek, taraftarlar oluşturularak tartışmaya açılmasının üzerinden kolayca es geçilecek olaylar değildir.
Ermeni meselesi tartışılmaz. Güneydoğu tartışılmaz. Kıbrıs tartışılmaz. Bunların hepsi bir milletin geleceğini ilgilendiren konulardır. Ve bu konularda bize ait bir problem yoktur. Problemler karşı taraftadır. Eğer bunların tartışması yapılacaksa devletin ilgili birimleri muhataplarını seçer ve gereğini yapar.
Eğer bu konular demokrasi adına, basın özgürlüğü adına veya inanç ve düşünce özgürlüğü adına yapılıyorsa burada birileri bilerek veya bilmeyerek bindiği dalı kesiyor demektir.
Dolayısıyla bu tartışmaların akılla, ilimle, mantıkla, demokrasi ile uzaktan yakından bir ilgisi yoksa o zaman en azından yapılanların yanlış ve tehlikeli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
O halde yapılması gereken, bu gibi hayatî konuların tartışılması değil, ilmî ve tarihî gerçeklere bağlı olarak olayların halka ve umuma ifade edilmesi, gereği içinde her türlü tedbirin alınmasıdır.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010