Savunma susmasın/susturulmasın diye "24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar" günü her yıl değişik bir ülkede etkinleştirilmektedir. Bu yıl Türkiye seçilmiştir.
24 Ocak'ta İstanbul Barosu avukatları ve diğer illerden gelen Baro başkanları ile avukatlar Galatasaray Meydanında buluşarak bir yürüyüş gerçekleştirmiş, mesleğin sıkıntılarını kamuoyuna duyurmuşlardır.
"Avukatların sesi kesilirse yurttaşların nefesi kesilir" pankartı açılmıştır.
Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını aramayı, korumayı meslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartları taşıyan kişidir avukat.
1980 sonrası, ortalık toz duman. Demokrasi çoktan bir hayalete dönüşmüş, işkencelerde duvarlara vurulan kafalardan çıkan sesleri duymayacak kadar uzaklaşmış buralardan. Derken; Diyarbakır Cezaevi, Doğu-Güneydoğu, savaş, şehit, gerilla… Yeni bir dil ile konuşmaya başlar olmuş ülkemiz toprakları. Elbette ki "hukuk" da boş durmamış; Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM), uzun süren yargılamalar, gözaltılar, kayıplar, takipsizlikle sonuçlanan dosyalar… Hukuk, 1980 ile aldığı "guguk" unvanını, 1990'larla perçinlemiş… Bitmedi; Ergenekon-Balyoz kurgularıyla tasfiye edilerek, üzerine tüy dikilmiş. Peki, bu ortamlarda, mağduriyetlerin sonuna kadar takipçisi kimler olmuş? İşçiler mi? Gazeteciler mi? Aydınlar mı?.. Avukatlar!
Ergenekon davalarına giren avukatların duruşma günü iki amacı vardı; birincisi müvekkilini tahliye ettirmek, ikincisi kendisini tutuklattırmamak.
"Sanığın tahliyesine avukatının tutuklanmasına!" şeklinde karar da verilebilirdi.
Çünkü müvekkilini tahliye ettirmek için kullandığı dil, çoğu zaman kendisini bir anda cezaevi koridorlarına iteklerken, savunmanın kendisi yeni bir yargılama konusu oluyordu.
Devlet avukatlık mesleğine hiçbir zaman iyi bir gözle bakmadı.
Son dönemde, sadece avukatlık görevini yerine getirdi diye onlarca avukatın çeşitli saldırılara uğramaları, aslında ülkemizde avukata geleneksel bakışın bir yansıması olarak açıklanmalıdır.
Mesleği doğru yere oturtmadığımız sürece de, mesleğe olan algılamaları değiştirmek çok zor olacaktır.
Avukat müvekkilini savunurken, aslında bir hakkı savunur. Ancak burada oynayacağı rolü kendisi tayin eder.
Ya haklının, canı yananın yanında duracak, ya da despotun yanında saf tutacaktır.
Ne dersek diyelim biz avukatlar hiçbir zaman "imtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış" bir millet olmayacağız.
Meslekte 53 yılı geride bırakmış bir avukat olarak bunu görmekteyim.
Yargılama faaliyetinin bir sacayağına benzetilmesinin ve avukatın burada en önemli rolü oynadığı masalının da burada tabii ki kıymeti harbiyesi yoktur.
Yargılama sacayağı falan da değildir.
Karar kimin ağzından çıkıyorsa, kararı kim uyguluyorsa, sacayağı da odur. Son sözü söyleyen de odur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023