Türkiye’nin 30 yıldan beri uğraştığı terör sorununun halli bahsinde hükümetin tuttuğu yol, neler getirecek? Gerçekten bu sorun hallolacak mı, yoksa Türkiye daha çetrefilli ve kaotik bir sürece adım mı atacak? Üzerinde düşünülmesi gereken soru budur.
Devletin terör örgütü ile masaya oturması ile ilgili başka ülkelerin yürüttüğü örnekler, milletin önüne konularak “Terör örgütü ile müzakere yapılabilir” denmektedir. Evet, benzer örnekler var olmakla birlikte; hükümetin tercih ettiği şekilde bir müzakere süreci ilk ve tektir.
Benzer müzakere süreçlerinde; terör örgütü ile yapılan hiçbir görüşme milletten gizli yapılmamıştır. Oysa hükümet Oslo’da yapılan görüşmeleri ortaya çıkarılana kadar gizli yürütmüştür. Bir şekilde basına sızan görüşme tutanakları nedeniyle bu görüşmeler, hükümet tarafından kabul edilmiştir. Bu durum haklı olarak milletin tepkisini çekmiştir. Bu durumdan iktidar, “biz görüşmedik devlet görüştü” dese de bu sorumluluğun kendisine ait olduğu aşikardır. Bu süreci barış, huzur, kanın durması şeklinde süslemek hükümeti bu sorumluluktan kurtaramaz.
Benzer süreçlerde, terör örgütü silah bırakmadan hiçbir müzakere başlamamıştır. Zira silah bırakılmadan yapılan her görüşme, barışa değil; terörün devlet ile pazarlığına götürür. Ve maalesef bu gün ülkemizde yaşanan durum budur. Örgüt tüm unsurlarıyla dim dik ayaktadır, silah bırakmadığı gibi; bırakacağı konusunda da bir işaret de vermemektedir. Örgütün Türkiye’deki mensuplarının sınır dışına çekilmesi bir silah bırakma olmadığı gibi durumun vehametini daha da arttırmaktadır.
Terör örgütü sınırımızın yanı başında konuşlanmış; her türlü lojistik ve silah temini imkanlarına sahiptir. Ülke içindeki unsurların da sınır dışına çıkması neticesinde değişen hiçbir şey yoktur. Örgüt topuyla tüfeğiyle ve her an hazır kıta sınırımızın dibinde varlığını korumaktadır. Bu durum topyekun bir çözüm değil; ancak bir ateşkes olarak nitelendirilebilir.
Ayrıca yürütülen sürecin aşamaları önceden tespit edilmemiş; ucu açık bırakılmıştır. Terör örgütü tüm unsurlarıyla hazır kıta beklerken; Türkiye’den her geçen gün yeni taleplerle tehdit olmaya devam edecektir. O halde halledilen hiçbir mesele yoktur.
Bu sürecin en tehlikeli sonucu; terör örgütünün mevcut haliyle, silahlarını bırakmadan Türkiye Devleti tarafından muhatap alınmasıdır. Bundan sonra terör örgütü, karşınızda varlığını kabul ettiğiniz, hukuki ve siyasi bir oluşum halini almıştır. Terör örgütüne hukuki bir statü tanınmıştır. Nitekim terör örgütünün dağdaki lideri, uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesi çağrısında bulunmuştur. Ancak hükümet kanadından bu konuda tek bir yanıt dahi verilmemiştir.
Türkiye, çekilme konusunda terör örgütünün onlarca TV kamerası karşısında yaptığı açıklamaları izlerken; bu açıklamalarla aynı sırada yapılan MGK toplantısından “Terörle mücadelede kararlılık” vurgulanmıştır.
Örgüt bu irade beyanlarıyla aynı zamanda kendisine uluslararası bir statü kazandırma çabasında olduğunu ortaya koymuştur. Ancak hükümet ve atadığı akil heyetleri ile barış türküsü söylemektedir.
Bundan sonra Türkiye hiçbir uluslararası sahada bu örgütü, terör örgütü olarak kabul ettiremez. Avrupa Parlamentosu ilerleme raporunda terör örgütünü “aktivist” olarak tanımlamıştır bile. Bundan sonra Türkiye’nin bu örgütle yapacağı bütün mücadele haklı, meşru; terörle yapılan bir mücadele değil, hak savunucusu insanlara yapılan müdahale olarak önüne çıkarılacaktır.
Barış ve çözüm tanımlarıyla süslenen bu süreç, Türkiye’yi haklı mücadelesinde haksız bir taraf konumuna sokacak; örgütün yeni taleplerine mecbur bırakacak bir süreçtir. Barış ve çözüm adıyla tehlikeli bir oyun başlamıştır.
Devletin terör örgütü ile masaya oturması ile ilgili başka ülkelerin yürüttüğü örnekler, milletin önüne konularak “Terör örgütü ile müzakere yapılabilir” denmektedir. Evet, benzer örnekler var olmakla birlikte; hükümetin tercih ettiği şekilde bir müzakere süreci ilk ve tektir.
Benzer müzakere süreçlerinde; terör örgütü ile yapılan hiçbir görüşme milletten gizli yapılmamıştır. Oysa hükümet Oslo’da yapılan görüşmeleri ortaya çıkarılana kadar gizli yürütmüştür. Bir şekilde basına sızan görüşme tutanakları nedeniyle bu görüşmeler, hükümet tarafından kabul edilmiştir. Bu durum haklı olarak milletin tepkisini çekmiştir. Bu durumdan iktidar, “biz görüşmedik devlet görüştü” dese de bu sorumluluğun kendisine ait olduğu aşikardır. Bu süreci barış, huzur, kanın durması şeklinde süslemek hükümeti bu sorumluluktan kurtaramaz.
Benzer süreçlerde, terör örgütü silah bırakmadan hiçbir müzakere başlamamıştır. Zira silah bırakılmadan yapılan her görüşme, barışa değil; terörün devlet ile pazarlığına götürür. Ve maalesef bu gün ülkemizde yaşanan durum budur. Örgüt tüm unsurlarıyla dim dik ayaktadır, silah bırakmadığı gibi; bırakacağı konusunda da bir işaret de vermemektedir. Örgütün Türkiye’deki mensuplarının sınır dışına çekilmesi bir silah bırakma olmadığı gibi durumun vehametini daha da arttırmaktadır.
Terör örgütü sınırımızın yanı başında konuşlanmış; her türlü lojistik ve silah temini imkanlarına sahiptir. Ülke içindeki unsurların da sınır dışına çıkması neticesinde değişen hiçbir şey yoktur. Örgüt topuyla tüfeğiyle ve her an hazır kıta sınırımızın dibinde varlığını korumaktadır. Bu durum topyekun bir çözüm değil; ancak bir ateşkes olarak nitelendirilebilir.
Ayrıca yürütülen sürecin aşamaları önceden tespit edilmemiş; ucu açık bırakılmıştır. Terör örgütü tüm unsurlarıyla hazır kıta beklerken; Türkiye’den her geçen gün yeni taleplerle tehdit olmaya devam edecektir. O halde halledilen hiçbir mesele yoktur.
Bu sürecin en tehlikeli sonucu; terör örgütünün mevcut haliyle, silahlarını bırakmadan Türkiye Devleti tarafından muhatap alınmasıdır. Bundan sonra terör örgütü, karşınızda varlığını kabul ettiğiniz, hukuki ve siyasi bir oluşum halini almıştır. Terör örgütüne hukuki bir statü tanınmıştır. Nitekim terör örgütünün dağdaki lideri, uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesi çağrısında bulunmuştur. Ancak hükümet kanadından bu konuda tek bir yanıt dahi verilmemiştir.
Türkiye, çekilme konusunda terör örgütünün onlarca TV kamerası karşısında yaptığı açıklamaları izlerken; bu açıklamalarla aynı sırada yapılan MGK toplantısından “Terörle mücadelede kararlılık” vurgulanmıştır.
Örgüt bu irade beyanlarıyla aynı zamanda kendisine uluslararası bir statü kazandırma çabasında olduğunu ortaya koymuştur. Ancak hükümet ve atadığı akil heyetleri ile barış türküsü söylemektedir.
Bundan sonra Türkiye hiçbir uluslararası sahada bu örgütü, terör örgütü olarak kabul ettiremez. Avrupa Parlamentosu ilerleme raporunda terör örgütünü “aktivist” olarak tanımlamıştır bile. Bundan sonra Türkiye’nin bu örgütle yapacağı bütün mücadele haklı, meşru; terörle yapılan bir mücadele değil, hak savunucusu insanlara yapılan müdahale olarak önüne çıkarılacaktır.
Barış ve çözüm tanımlarıyla süslenen bu süreç, Türkiye’yi haklı mücadelesinde haksız bir taraf konumuna sokacak; örgütün yeni taleplerine mecbur bırakacak bir süreçtir. Barış ve çözüm adıyla tehlikeli bir oyun başlamıştır.
Mustafa Çiçek / diğer yazıları
- Birlik çağrısı / 27.10.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014