Ekonomide iyileşme olmadı, olma ihtimali de gözükmüyor. Her geçen gün, kriz derinleşiyor. Kriz derinleştikçe ümitler kırılıyor, korku ve endişeler artıyor. Ülkeyi bu duruma düşüren hükümet, "alternatifimiz yoktur" diyerek yoluna devam etmek istiyor. Demokrasilerde hiç bir hükümet, alternatifsiz olamaz, olursa, o rejimin adı demokrasi olmaz. Bu gerçeği bir kenara not ederek, hükümetin ekonomik politikalarına dönelim.
Bu hükümetin uyguladığı ekonomik politikaların temeli "küreselleşmeye" dayanmaktadır. İddia şu: eğer küresel ekonominin bir parçası olursak, ekonomik sorunlarımız kökünden çözülecektir. Bundan dolayı IMF'nin dayattığı programlar, tartışmasız uygulandı ve halen de uyglanıyor. Sonuç ortada. Cumhuriyet tarihinin en ağır kriziyle karşı karşıyayız. Buna rağmen hükümet, bir politika değişikliğine gitmeyi düşünmüyor, belki de düşünemiyor.
Halbuki bugün, bütün dünya da IMF politikaları eleştiriliyor, hatta bu politikaları eleştirenler ödüllendiriliyor. İşte örnek, Amerikalı İktisatçı Joseph Stiglitlz. Stiglitz, bu yıl Nobel ödülüne layık görüldü. IMF muhalifi birinin nobel ödülü alması, neo-liberal politikalara karşı olanları cesaretlendirdi, harekete geçirdi. Ama bizimkiler hala gaflet uykusunda.
Stiglitz'e göre piyasa, eşit olmayan şartlarda oluşuyor. Dolayısıyla piyasada "asimetrik enformasyon" sözkonusu. Böyle bir piyasada, insanları başbaşa bırakmak, kuzuları kurtların insafına terk etmektir. "Üçüncü yol" arayışında olanlardan Anthony Giddens bu konuda şöyle diyor: "İnsanların piyasanın merhametine salıverilmesi düşüncesi, iflas etti. Batı Avrupa'da seçmenler neo-liberalizmi reddediyorlar. İnsanlar geleneksel, bürokratik eski solculuğa dönmek istemedikleri gibi, küresel piyasa da korunmasız bırakılmak da istemiyorlar".
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra neo-liberalizm alternatifsiz kalmıştı. Hiç kimse buna karşı çıkamıyordu. Bugün konuşanlar bile, o zamanlarda suskundu. İşte herkesin "neo-liberalizm" dediği o günlerde, bir tek Prof. Dr. Haydar baş, neo-liberalizmi, yerden yere vuruyor ve ona alternatif olarak "milli ekonomi" tezini gündeme getiriyordu. Türkiye'yi idare edenler, bu sese kulak vermediler, onlar yine IMF'nin yolundan yürüdüler. Ama bugün, IMF'nin ülkeleri iflasa götürdüğünü söyleyenler ödüllendiriliyor. IMF'ciler, şimdi bakalım ne yapacaklar? Prof. Dr. Haydar Baş'ın günümüze uyarladığı, Atatürk'ün milli ekonomi tezine mi dönecekler, yoksa "ölüm var, dönüm yok" mu diyecekler?
Milli ekonomi, milli bağımsızlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Buna böyle inanan Atatürk ve arkadaşları, 2 Mayıs 1920'de 11 bakandan oluşan hükümetin kurulması ile ilgili üç numaralı kanunu kabul ettiler ve bu bakanlıklardan birini İktisat Bakanlığı yaptılar. İşgal altında olan bir ülkede yapılanlara dikkat ediniz. "İktisat bizim neyimize?" denilmiyor. Daha sonra, Lozan Konferansı'na ara verildiği sırada 17 Şubat - 4 Mart 1923'de "1. İzmir İktisat Kongresi" toplanıyor ve önemli kuruluşların millileştirilmesine karar veriliyor. Bu karar gereği, yabancı şirketlerin elinde bulunan birçok kuruluşlar devletleştiriliyor. Demiryolları bunlardan sadece biridir.
Dünyadaki bu gelişmeler, yani IMF muhaliflerinin ödüllendirilmesi, küreselleşmecileri, neo-liberalistleri, yeni düşüncelere, yeni arayışlara sevk eder mi? Birçoğunu sevk etmez. Çünkü birçoğu, bu yolu düşünerek, arayarak değil, inanarak seçmişlerdir. Bu durumda görev, yine millete düşüyor. Millet, bu kişileri görevden uzaklaştıracak, onları inançları ve zilletleriyle başbaşa bırakacak, kendisi tarihi yolunda izzetle yürüyecektir. Bu millete yakışan budur ve bunda başka da çıkar yol yoktur.
Bu hükümetin uyguladığı ekonomik politikaların temeli "küreselleşmeye" dayanmaktadır. İddia şu: eğer küresel ekonominin bir parçası olursak, ekonomik sorunlarımız kökünden çözülecektir. Bundan dolayı IMF'nin dayattığı programlar, tartışmasız uygulandı ve halen de uyglanıyor. Sonuç ortada. Cumhuriyet tarihinin en ağır kriziyle karşı karşıyayız. Buna rağmen hükümet, bir politika değişikliğine gitmeyi düşünmüyor, belki de düşünemiyor.
Halbuki bugün, bütün dünya da IMF politikaları eleştiriliyor, hatta bu politikaları eleştirenler ödüllendiriliyor. İşte örnek, Amerikalı İktisatçı Joseph Stiglitlz. Stiglitz, bu yıl Nobel ödülüne layık görüldü. IMF muhalifi birinin nobel ödülü alması, neo-liberal politikalara karşı olanları cesaretlendirdi, harekete geçirdi. Ama bizimkiler hala gaflet uykusunda.
Stiglitz'e göre piyasa, eşit olmayan şartlarda oluşuyor. Dolayısıyla piyasada "asimetrik enformasyon" sözkonusu. Böyle bir piyasada, insanları başbaşa bırakmak, kuzuları kurtların insafına terk etmektir. "Üçüncü yol" arayışında olanlardan Anthony Giddens bu konuda şöyle diyor: "İnsanların piyasanın merhametine salıverilmesi düşüncesi, iflas etti. Batı Avrupa'da seçmenler neo-liberalizmi reddediyorlar. İnsanlar geleneksel, bürokratik eski solculuğa dönmek istemedikleri gibi, küresel piyasa da korunmasız bırakılmak da istemiyorlar".
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra neo-liberalizm alternatifsiz kalmıştı. Hiç kimse buna karşı çıkamıyordu. Bugün konuşanlar bile, o zamanlarda suskundu. İşte herkesin "neo-liberalizm" dediği o günlerde, bir tek Prof. Dr. Haydar baş, neo-liberalizmi, yerden yere vuruyor ve ona alternatif olarak "milli ekonomi" tezini gündeme getiriyordu. Türkiye'yi idare edenler, bu sese kulak vermediler, onlar yine IMF'nin yolundan yürüdüler. Ama bugün, IMF'nin ülkeleri iflasa götürdüğünü söyleyenler ödüllendiriliyor. IMF'ciler, şimdi bakalım ne yapacaklar? Prof. Dr. Haydar Baş'ın günümüze uyarladığı, Atatürk'ün milli ekonomi tezine mi dönecekler, yoksa "ölüm var, dönüm yok" mu diyecekler?
Milli ekonomi, milli bağımsızlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Buna böyle inanan Atatürk ve arkadaşları, 2 Mayıs 1920'de 11 bakandan oluşan hükümetin kurulması ile ilgili üç numaralı kanunu kabul ettiler ve bu bakanlıklardan birini İktisat Bakanlığı yaptılar. İşgal altında olan bir ülkede yapılanlara dikkat ediniz. "İktisat bizim neyimize?" denilmiyor. Daha sonra, Lozan Konferansı'na ara verildiği sırada 17 Şubat - 4 Mart 1923'de "1. İzmir İktisat Kongresi" toplanıyor ve önemli kuruluşların millileştirilmesine karar veriliyor. Bu karar gereği, yabancı şirketlerin elinde bulunan birçok kuruluşlar devletleştiriliyor. Demiryolları bunlardan sadece biridir.
Dünyadaki bu gelişmeler, yani IMF muhaliflerinin ödüllendirilmesi, küreselleşmecileri, neo-liberalistleri, yeni düşüncelere, yeni arayışlara sevk eder mi? Birçoğunu sevk etmez. Çünkü birçoğu, bu yolu düşünerek, arayarak değil, inanarak seçmişlerdir. Bu durumda görev, yine millete düşüyor. Millet, bu kişileri görevden uzaklaştıracak, onları inançları ve zilletleriyle başbaşa bırakacak, kendisi tarihi yolunda izzetle yürüyecektir. Bu millete yakışan budur ve bunda başka da çıkar yol yoktur.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018