Türkiye bugün yalnızca ekonomik bir darboğazın içinde değildir. Türkiye aynı anda jeopolitik bir kuşatma, siyasi bir belirsizlik ve sosyal bir çözülme süreci yaşamaktadır. Suriye sahasında yaşananlar, içeride yürütülen açılım tartışmaları ve ekonomide yaşanan derin kırılmalar birbirinden bağımsız değildir. Hepsi aynı fotoğrafın farklı parçalarıdır. Bugün Suriye'de yaşanan tabloyu yalnızca "Esad gitti, özgürlük geldi" basitliğiyle izah etmek artık mümkün değildir. Fiiliyatta olan şudur: Güneyde İsrail alan kazanmış, doğuda ABD destekli YPG bir devletçik haline gelmiş, Şam'da ise egemenliği sınırlı bir yapı oluşmuştur. Devleti ayakta tutan unsurların büyük bölümü ya dağıtılmış ya da işlevsiz hale getirilmiştir. Böyle bir tabloda Türkiye'nin güvenliği artmamış, aksine çok daha kırılgan bir zemine oturmuştur.
İçeride ise "açılım" adı altında yürütülen süreçte milletin önüne net, şeffaf ve açık bir irade konulmamaktadır. Komisyonlar kurulmakta, raporlar hazırlanmakta, fakat raporların tamamı komisyon üyelerinden bile saklanmaktadır. Nitekim hazırlanan raporların bir kısmının komisyon üyelerine dahi gösterilmeden 'örtülü mutabakat' şeklinde ilerletilmesi, sürecin devlet teamülleriyle değil kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla yürütüldüğünü göstermektedir. Böyle bir süreçte "şeffaflıktan" söz etmek mümkün değildir. Devletin temel meselelerinde milletin bilgisi dışında yol alınması, doğrudan doğruya milli egemenlik ilkesinin zedelenmesi anlamına gelir.
Son günlerde İmralı görüşmelerinde Abdullah Öcalan'ın Ziya Gökalp'e atıf yaparak "Türk–Kürt kardeşliği" vurgusu yapması bir paradoks olarak dikkat çekicidir. Zira Ziya Gökalp'in altını çizdiği hayati hakikat şudur: Türklük bir ırk değil, bir kültürdür; bir millet bilincidir. Atatürk'ün inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti de tam olarak bu millet tanımı üzerine kurulmuştur. Oysa bugün tam da bu ortak millet bilinci, kimlik siyasetleri üzerinden bilinçli biçimde aşındırılmakta; yeni fay hatları üreten bir dil dolaşıma sokulmaktadır. Bu topraklarda Türk'ün Kürt'le, Arap'la, Laz'la bir kavgası yoktur. Kavga aşağıda değil, yukarıdadır. Planlar yukarıda yapılmakta, bedeli ise her zaman millete ödetilmektedir.
İç ve dış politikadaki bu savrulmanın ekonomiyle doğrudan bağlantısı vardır. Kasım ayı verilerine göre Türkiye'de yıllık resmi enflasyon %30'lar civarında açıklanırken, Avrupa'da bu oran %2 seviyesindedir. Almanya'da %2,3; Avrupa Birliği genelinde %2,6. Orta sınıf fiilen yok olmuştur. Bir yanda derinleşen yoksulluk, diğer yanda geleceği bile garanti olmayan sınırlı bir zenginlik alanı oluşmuştur. Ekonomide ise çözümün neden mümkün olmadığını artık açıkça görmek zorundayız. Çünkü teşhis yanlıştır. Enflasyonun sebebi yanlış konulduğu sürece, çözüm de yanlış olacaktır. Maliyeti düşürmeden fiyat düşmez. Vatandaşın alım gücü artırılmadan piyasa canlanmaz. Üretim desteklenmeden sosyal refah artmaz. Bugün bu üç alanda da gerçekçi bir politika yürütülmemektedir. Bu nedenle Prof. Dr. Haydar Baş'ın ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modeli ve sosyal devlet anlayışı, bugün yalnızca bir siyasi program değil, bir beka meselesi haline gelmiştir.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Tom Barrack, Ortadoğu'daki yönetim modellerine ilişkin değerlendirmesinde 'hayırsever monarşi' ifadesini kullanmıştır. Egemenliğin halka ait olduğu cumhuriyet değil de tek kişinin iradesinin hakim olduğu monarşi, istenen bu mudur? Oysa hayırseverlik halkın kendi toprağında, kendi düzeninde, kendi evinde huzurla kendi hür iradesi ile yaşamasıdır. Türkiye bugün bir tercih noktasındadır: Ya bağımsız bir rota çizecektir ya da dış projelerin taşeronluğunda savrulmaya devam edecektir. Milletin feraseti bu tercihi doğru yerden yapacak güçtedir. Çünkü bu millet, tarih boyunca bağımsızlığına pranga vurdurmamıştır.
- Biz atadan geldik, ataya gideriz / 12.12.2025
- Türkiye kuşatılıyor; çıkış Atatürk’ün dış politika aklı ve Haydar Baş’ın çizgisidir / 06.12.2025
- Atatürk’ün reddettiği ayine bugün devlet protokolü müsaade ediyor: Neden? / 05.12.2025
- Dini ve etnik cepheden yürüyen büyük operasyon / 04.12.2025
- Papa’nın Türkiye ziyareti: 1700 yıllık bir sembolik operasyon ve Lozan’ın sınandığı an / 01.12.2025
- Lozan’dan bugüne: ABD’nin yarım kalan hesabı ve yeni harita arayışı / 30.11.2025
- Emperyal dizaynın yeni perdesi ve Türkiye’yi bekleyen tehlike / 28.11.2025
- İmralı süreci ve ulus devletin kırılma noktası / 27.11.2025
- İmralı’ya ziyaret meşruiyet üretmez / 23.11.2025




















































































