Türkiye gibi, her an tehlike, tehdit ve kuşatılmaya gebe bir ülkede; sıradan bir üçüncü dünya ülkesi gibi "ekmeğim aşım, ağrısız başım" deyiverip kendi köşenize çekilme lüksünüz yoktur. Tarihin yüklediği ağır sorumluluklarla, kendinden menkul, bir geleceğe yön verme potansiyelinin olduğu bu ülkede, hükümet olmak, siyasetçi olmak, kanaat önderi olmak ve hepsinden önemlisi lider olmak çok zor bir zenaattır. Lider olmanın kendine has emareleri vardır ama Türkiye'de lider olmanın apayrı kriterleri, nitelikleri ve ipuçları vardır. Bu bakımdan liderlikle, Türkiye'de liderliği birbirinden bağımsız kavramlar olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz.Türkiye, bulunduğu jeostratejik ve jeokültürel konum nedeniyle dünyanın sıklet merkezidir ve bu merkezde söz sahibi olacak doğru bir lider sadece Türkiye'nin değil, dünyanın kaderini değiştirebilme potansiyeline ve kudretine sahiptir.Gerçek bir lider basiret ve feraset sahibi olmalıdır. Nedir basiret ve feraset sahibi olmak?Gerçekleri ve ileride olacakları önceden görebilmek, kavrayabilmek ve ona göre politika belirlemek...Türkiye'nin bugün yaşadığı gelişmelerde ortaya koyduğu- daha doğrusu koyamadığı- siyasi duruşlarda bu basiret eksikliğini fazlasıyla yaşıyor ve zararlarını ülke olarak hissediyoruz. Dilerseniz Türkiye'de lider olma kavramını somuta indirgeyerek, zihinlerimizi ve ufkumuzu biraz daha açalım...Bugünlerde bir gazetede; Allah uzun ömürler versin ama artık 80 yaşını devirmiş ve siyasetten de çoktan elini eteğini çekmesi gereken Necmettin Erbakan'la ilgili bir yazı dizisi yayınlanıyor. Yazı dizisinde Erbakan'ın "liderliği" vurgulanıyor ve bazı gelişmeleri nasıl önceden sezdiği ısrarla ifade ediliyor! Ayrıca Erbakan'ın Türkiye üzerinde oynanan Yahudi-siyonist tehlikeye nasıl dikkat çektiğinin altı özellikle çiziliyor!Bu konuya hiç girmemeyi düşünüyordum ama Türk milletine biçilen aptal rolü, tahammül sınırlarını zorladığı için konuya girmek mecburiyete ve hatta tarihi bir vazifeye dönüştü.Necmettin Erbakan Türkiye'de Başbakanlık, Başbakan yardımcılığı yapmış bir isim. Yani kafasındakileri hayata geçirmek için Türk milleti ona her türlü fırsatı tanımış. Fakat o bu fırsatları, tabir yerindeyse bonkörce ezmiştir. Türkiye, ağır darbeler aldığı bir 28 şubat süreci yaşamış ve Erbakan'ın öğrencileri bugün Türkiye'yi, tarihinin en karanlık noktasına taşımaktadır. Erbakan bugün AKP hükümetini ne kadar eleştirirse eleştirsin ama şunu unutmamalı ki, AKP'nin attığı her adımda büyük bir payı ve vebali bulunuyor.Ve Erbakan'ın bugün en büyük tehlike olarak gördüğü İsrail ve siyonizm konusu. İşte bu noktada Türk milleti büyük bir aldatmacayla uyutuluyor ve Erbakan'ın devr-i iktidarında İsrail ile yapılan çok gizli 20'den fazla anlaşma gözden kaçırılıyor. Bu anlaşmaları Ahmet Erimhan ayrıntılarıyla ele aldığı için fazla detaya girmiyorum ama bugün Lübnan'da yaşanan katliam ve Ortadoğu'da İsrail'in döktüğü her bir damla kanda, Erbakan'ın o dönemde attığı imzaların büyük payı olduğunu hiç kimse unutmasın!Türkiye'de millet-devlet, asker-sivil ayrılığının tohumlarını atıp, "ne mutlu Türküm diyene"den gocunan bir zihniyetin bugün Türk ordusuna ve millet-devlet kaynaşmasına sarılmasındaki samimiyetsizliğin boyutlarını sizin muhayyilenize bırakıyorum...Türkiye'nin gerçek lideriİşte böyle aldatmacaların ve sahte lider dayatmalarının olduğu bir ortamda Prof. Dr.
Haydar Baş'ın liderliği ve bu ülke için verdiklerinin ve vereceklerinin kıymeti bir kez daha ortaya çıkıyor.Gerçek bir lider basiret ve ferasetiyle ortaya çıkar demiştik ya, işte Prof. Dr. Haydar Baş'ın basiret ve feraseti Türkiye'nin son çeyrek yüzyılına damgasını vuracak nitelikte. Sene 1983... Prof. Dr. Haydar Baş, halen iki kutuplu dünya düzeninin yaşandığı yerkürede, asıl savaşın inançlar ve kültürler üzerinden yapılacağı tarihi tespitini İcmal dergisinde yapıyor. Bu tespit; ABD ve Rusya'nın birbirleriyle çatıştığı iki kutuplu dünya insanı ve iki kutbun arasına sıkışmış Türkiye insanının belki o dönemde kolay kavrayamadığı bir basiret örneği.Ve sene 1993 Samuel Huntington "Medeniyetler çatışması" tezini ifade ediyor. Prof. Dr. Haydar Baş'ı 10 yıl geriden takip ve kopya eden ve bugün dünyada bu tezin sahibi olarak lanse edilen bir Huntington ve bu tezin asıl sahibi gerçek bir lider: Prof. Dr. Haydar Baş...Sadece bu mu? Türkiye'nin Avrupa Birliği gündemini derin dondurucuya bıraktığı 80'li yılların sonunda, Prof. Dr. Baş, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi içine alamayacağını ve Türkiye ile Avrupa arasında derin uçurumlar olduğunu ifade ediyor. Bu gerçeğe ancak 20 yıl sonra varan kimi aklı evveller şimdi ortalıklarda "AB'ye karşıyım" cakası satıyor. Yine Türkiye'de kimsenin gündeminde yokken misyonerlik ve dinlerarası diyalog tehlikesine yıllar önce dikkat çeken ve bu işin gönüllü taşeronluğunu yürüten hocaefendiyi mektupla uyaran Prof. Dr. Haydar Baş'tı. O dönemde misyonerlik ve dinlerarası diyalog tehlikesini umursamayanlar aradan yıllar geçtikten ve tehlike artık binalarının içine kilise ev olarak girdikten sonra uyandı ve "Haydar hoca yıllar önce söylemişti ama biz uyanmamıştık" demeye başladı.Yine ABD'nin ilk körfez harbi sırasında, asıl hedefin Türkiye olduğunu ifade eden, Afganistan ve Irak operasyonlarının ardından Türkiye ile İran'ın karşı karşıya getirilip, iki ülkenin birden yok edileceğini söyleyen ve milletimizi ayıktırmaya çalışan Prof. Dr. Haydar Baş'tı.Ve bir zamanlar siyasi iktidarlarını millet-devlet ve asker-sivil çatışması üzerine bina edenlerin aksine, bu milletin asıl kurtuluşunun asker-sivil, devlet-millet kaynaşmasıyla mümkün olacağını on yıllardır ifade eden yine Prof. Dr. Haydar Baş'tı.Türkiye'de gerçek lider olmak, öyle olayları 5 gün önceden tahmin etmekle ve milleti aptal yerine koymakla olmuyor. Gerçek lider, tehlikeleri yıllar öncesinden sezip, milletini ayıktıran ve bu görevi ifa ederken de hiçbir siyasi hesap gütmeyendir.En büyük şansımız ve nasibimiz, böyle bir lideri tanımak, böyle bir liderin kapsama alanında bulunmak ve görüşlerinden, sohbetlerinden istifade edebilmemizdir. İyi ki varsınız hocam!