Ukrayna üzerinden çıkaracağımız çok ders var!

Ukrayna'daki gelişmelerden Türkiye olarak bizim çıkaracağımız çok fazla ders var. 

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere bıraktığı bugünkü üniter yapımız için kendisine büyük bir şükran borcumuz var. 

Eğer Türkiye bugünkü üniter yapısıyla kurulmamış olsaydı, eğer çözüm sürecinde de önümüze getirildiği gibi ülkemiz federasyonlara bölünseydi; bir sonraki aşama özerklik ve son aşama da parçalanma olacaktı! 

Bugün Ukrayna'nın başına gelenler çok önceleri bizim başımıza gelecekti. Hem de ABD ve AB desteğiyle. 

Bakmayın siz ABD başta olmak üzere Batı yanlısı ülkelerin Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü sözde savunmalarına, söz konusu olan Türkiye olduğunda tam tersi bir tavır sergileyeceklerdi. Bundan adınız gibi emin olabilirsiniz. 

Donetsk ve Luhansk, Ukrayna'nın doğusunda özerk bir bölge. Rus ayrılıkçıların hakim olduğu, Rusların yaşadığı hatta Rus Rublesi'nin kullanıldığı bir bölge. İşin hukuki boyutlarını incelemek başka bir yazı konusu. Benim dikkat çekmek isteğim konu, Ukrayna'nın Türkiye gibi üniter bir devlet olmamasından dolayı küresel güçlerin oyun sahasına kolayca dönüşmesidir. 

15 Şubat'ta BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş sosyal medya üzerinden şu açıklamayı yapmıştı: "Eğer bugün Kanal İstanbul yapılmış olsaydı, Montrö tartışmaya açılabilir Rusya-Ukrayna krizi sebebiyle İstanbul savaş alanına dönebilirdi. Yine Atatürk'ün bizi koruduğunu görüyoruz. Ne düzen kurmuş ki Montrö Sözleşmesi sayesinde ABD Karadeniz'e istediği gibi giremiyor."

Sayın Baş'ın bu tespiti son derece önemli. Buna ilave olarak ben de diyorum ki, Atatürk bugünkü üniter yapımızı oluşturmamış olsaydı yani Lozan'da önümüze konulan 'Kürtlerin azınlık olarak tanınması' konusu kabul edilmiş olsaydı bugünkü Türkiye'nin yerinde yeller esecekti. 

Lozan'da karşımızda yer alan İngiltere, ABD, Fransa gibi ülkeler o gün ülkemizde ayrılıkçı gruplar oluşturmaya çalışırken bugün aynı ülkeler Ukrayna'daki krizde Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü savunuyor ve Rusya'nın karşısında yer alıyor!

Lozan'da karşımıza çıkarılan 'Kürtlerin azınlık olarak tanınması' konusunun farklı bir versiyonu yıllar sonra çözüm sürecinde yine karşımıza çıkarıldı. 

Çözüm süreci adı altında akil insanlar oluşturulduğunu, anayasamızın ilk 4 maddesinin tartışmaya açıldığını, federasyonların oluşturulması ve bu federasyonlarda valilerin halk tarafından seçilmesinin konuşulduğunu hatırlayalım.

2012 yılının sonuna doğru başlayan "çözüm süreci"nin en önemli adımı Dolmabahçe Mutabakatı'ydı. 28 Şubat 2015'te İmralı Heyeti'yle yapılan bu görüşme Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleşmişti. Dolmabahçe'deki bu toplantının ardından sürecin başka bir evreye geçeceği hatta nihayete ereceği düşünülüyordu. 

O dönemde merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamız şu sözleriyle çözüm sürecine karşı çıkıyordu: "Siyasiler ecnebilerden aldığı talimatla ülkeyi idare etti. Millet birbirine girmedi, dış destekli teröristler milleti birbirine soktu. Açılım suretiyle güya hak verme adına imtiyazlar tanınacak ve bu adım toplumun bölünmesine, dağılmasına neden olacak. Şimdi Kürt arkadaşlar imtiyaz sahibi olursa aynı imtiyazı Laz istemez mi, Çerkez istemez mi, Boşnak istemez mi? Türkiye'de her etnik gruptan insan var. İşte biz bunun önüne sistemimizle geçiyoruz."

Merhum Haydar Hocamız o yıllarda çözüm süreci denilen Türkiye'nin bölünme sürecinin karşısında yer almış bugünkü siyasi irade ise çözüm sürecinin tarafı olmuştu!

Türkiye olarak Atatürk'ün çizdiği yolda, birlik ve beraberlik içerisinde kaldığımız sürece bize hiç bir şey olmaz, hiç kimse de bir şey yapamaz. 

Mustafa Kemal Atatürk'e bir kez daha hayranlığım arttı, vesselam...