Vâris olmak mirasçı olmaktır. Bazen babadan oğula, bazen anneden çocuklarına, bazen de uzak bir akrabadan insan mirasçı olabilir. Altmışlı yıllardaki eski Türk filmlerindeki en tatlı senaryolardan biri de, ismi dahi bilinmeyen Mısır'daki akrabasından miras kalan fabrikalar, tarlalar, evler, dükkânlarla bir anda zengin olan, fakir başrol oyuncusu genç aklıma gelir.
Vâris olmak yalnız kan bağı ile olmaz, bazı mal sahipleri istedikleri kişilere hukukun belirlediği oranda miras bırakarak, vâris yapabilirler.
Vâris, "ölünün malını mülk edinmeye hak kazanan kimse" olarak ıstılahî manada kullanılmıştır.
Vârisi anlatmak için isterseniz bir örnek verelim. Denilir ki; Yakup'un (a.s) soyundan gelen Zekeriya (a.s.) kendisinden sonra Peygamberliğin kesileceğinden, biteceğinden korktuğu için Rabbine şöyle dua etmişti; "Rabbim bana katından temiz bir soy ver."
Zekeriya (a.s.)'ın, ilmine, hikmetine, peygamberliğine vâris olacak kişiyi, O'nun kendi evladından kendi çocuğundan olmasını arzu ederek Rabbinden niyazda bulunmuştu.
Vâris olan mirasçı her zaman mala mülke sahip olmaz, bazen ilime, bilime, hikmete daha başka konularda bilgi sahibi olmaya vâris olabilir. Bazen de, üzücü olmakla beraber vasisi olduğu kişinin borcuna vâris olabilir.
Rabbimiz Yüce Kitabı Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Süleyman Davut'a vâris oldu. Dedi ki, "Ey halk, bize kuşların dilini anlamak öğretildi ve bize her şeyden verildi. Bu apaçık bir lütuftur." (Neml sûresi, 16. ayet-i kerime).
Süleyman (a.s.), Davut (a.s.)'a peygamberlikte, hikmette vâris oldu.
Davut (a.s.) Peygamber olması yanında mülk sahibi bir Kral'dı. Krallığı miras olarak kayınpederi Hz. Talut'tan almıştı.
Allah-ü Teâlâ Davut (a.s.)'dan sonra peygamber olarak seçtiği Süleyman (a.s.)'ı yalnız ilim, hikmet, kitap ve nübüvvet konularında vâris bırakmadı. Hz. Davut (a.s.)'ın; Krallığında, hazinelerinde, zenginliğinde, hükmünde de Hz. Süleyman (a.s.)ı vâsi tayin etti. "Peygamber miras olarak mal bırakmaz" diyenler! Bir düşünün ne olur!
Kendisinden sonra neslinden Peygamberliğin sürmesi için dua eden atamız İbrahim (a.s.)'ı unutmamamız gerekir.
İbn Abbas, Ali b. Ebi Talib'in (a.s.) şunları anlattığını nakletti: "Önce en yakın akrabanı uyar." (Şuara sûresi, 26) ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber, beni çağırdı ve Yüce Allah'ın, kendisine yakınlarını uyarmasını emrettiğini, bu yüzden Cebrail'in uyarıcı olarak geldiğini anlattı. Efendimiz (s.a.a.) akrabalarına ziyafet verip bazı mucizeler gösterdikten sonra onlara şöyle hitap buyurdu:
"Ey Abdulmuttalib oğulları, size dünya ve ahretin en hayırlı haberini getirdim. Yüce Allah, bana, sizi bu yeni dine çağırmamı emretti. Benim kardeşim, vâsim ve halifem olmak üzere sizden hanginiz bana bu işte yardımcı ve arkadaş olacaktır?" Ben, ayağa kalkıp "ben varım" dediğimde; Rasûlullah (s.a.a), boynumdan tutarak
-"İşte bu genç benim kardeşim, vasim ve sizin aranızda benim halifemdir, O'nu dinleyiniz ve tabi olunuz" buyurdu. Resûlullah bu soruyu üç defa tekrar etti, üç defasında da sadece ben ayağa kalkarak "Ben varım" dedim; ona vâris olan benim." (Taberî Tarih, 2/217)
Peygamber Efendimiz (s.a.a.) İmam Ali (a.s.)'ı, vâsi ve vâris olarak ne zaman seçtiğini herkes anlayabildi mi?
- Denizcilik İşletmeleri / 27.12.2024
- Savaşların kazananları! / 06.12.2024
- Ortadoğu’da gözü olanlar! / 25.10.2024
- Şam’ın ve Halep’in limanı Beyrut’tur! / 18.10.2024
- Kahire’deki Türk şehitliği! / 20.09.2024
- Kavimler göçü veya sığınmacılar! / 17.08.2024
- Avrupalıların keşif dediği ‘sömürü’! / 09.08.2024
- Top oynayan çocuklara atılan füze / 30.07.2024
- Kerbela! / 16.07.2024