ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in önceki gün Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamalar ve hemen arkasından, Dışişleri Bakan yardımcısı Marc Grossman'dan gelen "Wolfowitz'i ciddiye alın" teyidi Türkiye'de bazı kesimlerde şok etkisi yaptı.
Önce Wolfowitz, ABD'nin yeni dönemde Türkiye'ye bakışı ve Türkiye'den beklediklerini sıralayan geniş bir perspektif çizdi. Türkiye'nin 1 Mart'taki tezkereyi reddetmesinden bu yana ABD karşıtı sayılabilecek bütün politikalarını yerden yere vuran Wolfowitz, Türkiye'nin ABD'nin "emir eri" olmaktan başka çaresi kalmadığını ima ederek, aşağılayıcı bir üslupla: "Hata yaptık deyin, özür dileyin" diyebilecek bir noktaya taşıdı Türkiye'nin konumunu. Grossman da tezkereyi kasdederek, "birşey olmamış gibi davranamayız.... Wolfowitz'in söylediklerini ciddiye alın!" diyerek Türkiye'nin taşındığı yeni noktayı güçlendirdi.
Bildiğiniz gibi, ABD'de bakan yardımcılıklarının çoğu Yahudilerin elinde, Grossman ve Wolfowitz de bunlardan ikisi. Aynı zamanda Irak savaşını körükleyen Şahinler grubunun da en önemli iki üyesi.
Burada önemle üzerinde durmamız gereken konu, Wolfowitz'in önceki gün yaptığı konuşma olmalı. Çünkü bu konuşmada ABD'nin Irak savaşından sonra Türkiye'ye bakışındaki önemli kırılma noktalarını bütün çıplaklığıyla görebiliyoruz. Dikkat edin, ipuçları demiyorum, çünkü ABD, politikasını dolaylı yoldan söylemiyor, direk söylüyor. Bu da, dünyanın tek kutbu olmanın verdiği hantallıkla, yapacağı hamleleri gizleyemeyen bir "hantallaşmış süper güç" refleksi olsa gerek. Büyük bir fil düşünün. Nasıl ki o fil, koca gövdesiyle ve ayaklarıyla yapacağı hamleyi gizleyemiyorsa, ABD de aynı şekilde gizleyemiyor. Herşey apaçık ortada.
Çok önemli gördüğüm için, Wolfowitz'in önceki günkü açıklamasının önemli bir paragrafını tekrar hatırlayalım:
"...Beni en çok kişisel olarak rahatsız eden şeyi çok dürüstçe size söyleyeceğim. Türkiye'yi demokratik modelinden ötürü çok takdir ediyorum... Bu sebepten ötürü Türkiye çok önemli bir ülke ve bölgede çok önemli bir temsil rolüne sahip özgür, demokratik gelenekten gelen ve Müslüman olan bir ülke olarak çok önemli bir temsil görevi var. Ve beni burada en çok hayal kırıklığına uğratan şey bu kadar takdir ettiğim bir ülkenin Irak'ı özgürleştirmeyi zorlaştırmasıydı... Ve dünyanın en kötü diktatörlerinden biriyle anlaşmaya çalışmasıydı. Bu insan 1 milyon Müslümanı öldürmüştü. Tamam bu dün oldu... Ama eğer yeni bir sayfa açacaksak yeni bir geleceğe sahip olacaksak şöyle bir Türkiye olmalı: Her şeye, Kuzey Irak'ta olan her şeye şüpheyle yaklaşmayan, 'Amerikalıların ne istediğini umursamıyoruz' demeyen, 'İran ve Suriye ile ne problem olursa olsun onlar bizim komşumuz' demeyen bir Türkiye olmalı. Şöyle bir Türkiye olmalı. 'Evet biz bir hata yaptık' demeli... 'Irak'taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık. Bilmedik. Ama artık biliyoruz. Nerede ne kadar yardımcı olabiliyorsak o kadar yardımcı olmalıyız. Amerikalılara' demeli."
Gördüğünüz gibi Wolfowitz hiçbir şeyi gizlemeden açık açık konuşuyor. "ABD, şöyle bir Türkiye istiyor" diye söze başlayıp arzulanan Türkiye'nin resmini hiç çekindemeden çiziyor. Onun için çelişkilerin hiç ama hiç önemi yok. Üç cümle öncesinde demokrasiden bahsederken, sırası geldiğinde, "Türkiye'de ordu, tezkere sırasında Meclis'e müdahele etmeliydi" diyerek demokrasiyi nasıl kullandığını ve düştüğü derin çelişkiyi umursamıyor bile.
Wolfowitz'in bu açıklamalarını tekrardan Türkçe'ye tercümeye gerek yok. Her şey o kadar açık ki.
Colin Powell'ın yumuşatıcı açıklamalarına sakın aldanmayın. Wolfowitz'in açıklamaları aynı zamanda ABD Başkanı Bush'un da görüşleridir. Yani ABD'nin politikasıdır. ABD Ortadoğu'da yepyeni bir yapılanmaya gidiyor. Yıllardır kullandığı Suudi Arabistan'ı gözden çıkardı. Perde altından merkeze oturttuğu İsrail'i şimdi perdenin ön tarafına çıkarmak niyetinde. İmmanuel Wallerstein'ın dediği gibi, ABD, iç politikasındaki Yahudi baskısını dış politikasına kaydırıyor. Yahudi lobileri ABD'yi buna mecbur ediyor.
Ve bunlardan daha da önemlisi. Bu yeni dış politika yapılanmasında Türkiye'nin pozisyonu değişiyor. ABD, tezkere bahanesini kullanarak, Türkiye ile ilişkilerini germeye başladı. ABD'nin tezkere konusunda Türkiye ile pazarlığa yanaşmayıp, esnek davranmaması ve hatta neredeyse Türkiye'nin tezkereyi çıkartmaması için gizli baskı yapması; tezkerenin bahane olduğunu açıklamaya yetmiyor mu? ABD, eğer çok ihtiyacı olsaydı, yapılan pazarlıklarda biraz daha esnek davranarak, o tezkereyi çıkarttırabilirdi. Ama yapmadı. Şimdi de tezkere bahanesini kullanarak Türkiye'yi hizaya çekmek istiyor.
Şimdi sadede gelelim. Wolfowitz ve Grossman'ın yaptığı açıklamalarla Türkiye'de önemli bir kesim şok yaşadı. Bunlar, ABD'nin sonsuza kadar Türkiye ile müttefik kalacağına inanan ve Türkiye ile ABD arasında çıkabilecek bir gerginliğe ihtimal vermeyenlerdi. Dolayısıyla böyle bir açıklamayla şok oldular, inanamadılar ve neye yoracaklarını bilemediler. Bir kesim de vardı ki; Wolfowitz'in bu açıklamalarına hiç ama hiç şaşırmadı. Çünkü bu tür açıklamaları 1991'den beri bekliyorlardı. Hatta bu açıklamalarda geç bile kalındı. Bu kesim, daha 1991 Körfez savaşında pimin çekildiğini ve asıl hedefin Türkiye olduğunu dile getiriyordu. Bu kesim, 2003 Irak savaşının da nihai hedefinin Türkiye olduğu üzerinde ısrarla durdu.
İşte bu duyarlı kesimin temsilcisi BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tı. Prof. Dr. Baş, bu görüşlerini bugün de dile getirmeye devam ediyor. Önce Suriye veya İran, ama son tahlilde namluların Türkiye'ye çevrileceğini her platformda dile getiriyor BTP lideri. Tarih bir kez daha O'nu haklı çıkarıyor. ABD'ye gönülden bağlı ABD muhipleri, ABD'nin bu sert çıkışlarına şaşırırken, Prof. Dr. Haydar Baş ve onu yakından takip eden kesim, bekledikleri bu çıkışları büyük bir soğukkanlılıkla izliyor.
Önce Wolfowitz, ABD'nin yeni dönemde Türkiye'ye bakışı ve Türkiye'den beklediklerini sıralayan geniş bir perspektif çizdi. Türkiye'nin 1 Mart'taki tezkereyi reddetmesinden bu yana ABD karşıtı sayılabilecek bütün politikalarını yerden yere vuran Wolfowitz, Türkiye'nin ABD'nin "emir eri" olmaktan başka çaresi kalmadığını ima ederek, aşağılayıcı bir üslupla: "Hata yaptık deyin, özür dileyin" diyebilecek bir noktaya taşıdı Türkiye'nin konumunu. Grossman da tezkereyi kasdederek, "birşey olmamış gibi davranamayız.... Wolfowitz'in söylediklerini ciddiye alın!" diyerek Türkiye'nin taşındığı yeni noktayı güçlendirdi.
Bildiğiniz gibi, ABD'de bakan yardımcılıklarının çoğu Yahudilerin elinde, Grossman ve Wolfowitz de bunlardan ikisi. Aynı zamanda Irak savaşını körükleyen Şahinler grubunun da en önemli iki üyesi.
Burada önemle üzerinde durmamız gereken konu, Wolfowitz'in önceki gün yaptığı konuşma olmalı. Çünkü bu konuşmada ABD'nin Irak savaşından sonra Türkiye'ye bakışındaki önemli kırılma noktalarını bütün çıplaklığıyla görebiliyoruz. Dikkat edin, ipuçları demiyorum, çünkü ABD, politikasını dolaylı yoldan söylemiyor, direk söylüyor. Bu da, dünyanın tek kutbu olmanın verdiği hantallıkla, yapacağı hamleleri gizleyemeyen bir "hantallaşmış süper güç" refleksi olsa gerek. Büyük bir fil düşünün. Nasıl ki o fil, koca gövdesiyle ve ayaklarıyla yapacağı hamleyi gizleyemiyorsa, ABD de aynı şekilde gizleyemiyor. Herşey apaçık ortada.
Çok önemli gördüğüm için, Wolfowitz'in önceki günkü açıklamasının önemli bir paragrafını tekrar hatırlayalım:
"...Beni en çok kişisel olarak rahatsız eden şeyi çok dürüstçe size söyleyeceğim. Türkiye'yi demokratik modelinden ötürü çok takdir ediyorum... Bu sebepten ötürü Türkiye çok önemli bir ülke ve bölgede çok önemli bir temsil rolüne sahip özgür, demokratik gelenekten gelen ve Müslüman olan bir ülke olarak çok önemli bir temsil görevi var. Ve beni burada en çok hayal kırıklığına uğratan şey bu kadar takdir ettiğim bir ülkenin Irak'ı özgürleştirmeyi zorlaştırmasıydı... Ve dünyanın en kötü diktatörlerinden biriyle anlaşmaya çalışmasıydı. Bu insan 1 milyon Müslümanı öldürmüştü. Tamam bu dün oldu... Ama eğer yeni bir sayfa açacaksak yeni bir geleceğe sahip olacaksak şöyle bir Türkiye olmalı: Her şeye, Kuzey Irak'ta olan her şeye şüpheyle yaklaşmayan, 'Amerikalıların ne istediğini umursamıyoruz' demeyen, 'İran ve Suriye ile ne problem olursa olsun onlar bizim komşumuz' demeyen bir Türkiye olmalı. Şöyle bir Türkiye olmalı. 'Evet biz bir hata yaptık' demeli... 'Irak'taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık. Bilmedik. Ama artık biliyoruz. Nerede ne kadar yardımcı olabiliyorsak o kadar yardımcı olmalıyız. Amerikalılara' demeli."
Gördüğünüz gibi Wolfowitz hiçbir şeyi gizlemeden açık açık konuşuyor. "ABD, şöyle bir Türkiye istiyor" diye söze başlayıp arzulanan Türkiye'nin resmini hiç çekindemeden çiziyor. Onun için çelişkilerin hiç ama hiç önemi yok. Üç cümle öncesinde demokrasiden bahsederken, sırası geldiğinde, "Türkiye'de ordu, tezkere sırasında Meclis'e müdahele etmeliydi" diyerek demokrasiyi nasıl kullandığını ve düştüğü derin çelişkiyi umursamıyor bile.
Wolfowitz'in bu açıklamalarını tekrardan Türkçe'ye tercümeye gerek yok. Her şey o kadar açık ki.
Colin Powell'ın yumuşatıcı açıklamalarına sakın aldanmayın. Wolfowitz'in açıklamaları aynı zamanda ABD Başkanı Bush'un da görüşleridir. Yani ABD'nin politikasıdır. ABD Ortadoğu'da yepyeni bir yapılanmaya gidiyor. Yıllardır kullandığı Suudi Arabistan'ı gözden çıkardı. Perde altından merkeze oturttuğu İsrail'i şimdi perdenin ön tarafına çıkarmak niyetinde. İmmanuel Wallerstein'ın dediği gibi, ABD, iç politikasındaki Yahudi baskısını dış politikasına kaydırıyor. Yahudi lobileri ABD'yi buna mecbur ediyor.
Ve bunlardan daha da önemlisi. Bu yeni dış politika yapılanmasında Türkiye'nin pozisyonu değişiyor. ABD, tezkere bahanesini kullanarak, Türkiye ile ilişkilerini germeye başladı. ABD'nin tezkere konusunda Türkiye ile pazarlığa yanaşmayıp, esnek davranmaması ve hatta neredeyse Türkiye'nin tezkereyi çıkartmaması için gizli baskı yapması; tezkerenin bahane olduğunu açıklamaya yetmiyor mu? ABD, eğer çok ihtiyacı olsaydı, yapılan pazarlıklarda biraz daha esnek davranarak, o tezkereyi çıkarttırabilirdi. Ama yapmadı. Şimdi de tezkere bahanesini kullanarak Türkiye'yi hizaya çekmek istiyor.
Şimdi sadede gelelim. Wolfowitz ve Grossman'ın yaptığı açıklamalarla Türkiye'de önemli bir kesim şok yaşadı. Bunlar, ABD'nin sonsuza kadar Türkiye ile müttefik kalacağına inanan ve Türkiye ile ABD arasında çıkabilecek bir gerginliğe ihtimal vermeyenlerdi. Dolayısıyla böyle bir açıklamayla şok oldular, inanamadılar ve neye yoracaklarını bilemediler. Bir kesim de vardı ki; Wolfowitz'in bu açıklamalarına hiç ama hiç şaşırmadı. Çünkü bu tür açıklamaları 1991'den beri bekliyorlardı. Hatta bu açıklamalarda geç bile kalındı. Bu kesim, daha 1991 Körfez savaşında pimin çekildiğini ve asıl hedefin Türkiye olduğunu dile getiriyordu. Bu kesim, 2003 Irak savaşının da nihai hedefinin Türkiye olduğu üzerinde ısrarla durdu.
İşte bu duyarlı kesimin temsilcisi BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tı. Prof. Dr. Baş, bu görüşlerini bugün de dile getirmeye devam ediyor. Önce Suriye veya İran, ama son tahlilde namluların Türkiye'ye çevrileceğini her platformda dile getiriyor BTP lideri. Tarih bir kez daha O'nu haklı çıkarıyor. ABD'ye gönülden bağlı ABD muhipleri, ABD'nin bu sert çıkışlarına şaşırırken, Prof. Dr. Haydar Baş ve onu yakından takip eden kesim, bekledikleri bu çıkışları büyük bir soğukkanlılıkla izliyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012