Önce şu notu düşelim: Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le problemi olan; bu devleti, bu milleti sevemez!
Niye mi?
İşte bir sebep:
O gün Tokatlıyan Oteli'ne lacivert kostümlü, koyu renk bir boyunbağı takmış sarışın, deniz mavisi rengindeki gözlerinin içi zekâ dolu bir adam girer. Bu genç ve sağlıklı adamın özellikle gözleri ilgi çekicidir ki, karşısındakine dik ve tatlı bir egemenlikle bakmaktadır.
Sarışın adam, Tokatlıyan'ın lokanta tarafına geçer, köşedeki masaya oturur ve her zaman buraya gelişinde kendisine hizmet eden şef garsona;
"Karabet" der, "Bana önce bir şiş kebap... Ondan sonra pilav, üzerinde fasulye olsun... Elma kompostosu... Ama pilavla kompostoyu sonra getir!"
Zaten şef garson Karabet, bu güzel yüzlü sarışın adamın bütün isteklerini ezbere bilmektedir, çünkü ona 1908'den beri hizmet etmektedir. Bu sırada lacivert elbiseli adamın yanında uzun boylu, zarif giyinmiş bir de arkadaşı vardır.
Bir aralık, sarışın adam, şef garsonun yüzüne bakar ve; "Karabet, buraya gel... Yaklaş..." der.
Karabet yaklaşır.
"Nedir bu? Karadeniz'de gemilerin mi battı? Niçin dertli duruyorsun?"
(Karabet bir türlü yüzünden söküp atamadığı hüzünle) "Paşam, düşmanı düşünüyorum" der.
Lacivert elbiseli zat; "Düşünme!" der, "Onlar kaçtı, ötekiler de, düşmanlar da buradan gidecekler. Şimdi sen bana hesabı getir."
Garson hesabı getirir, dolgunca bir bahşiş alır. Lacivert elbiseli adam, Tokatlıyan'dan çıkar. Anadolu'ya geçmek için o gün İstanbul'dan ayrılır?
Aradan yıllar geçer. Anadolu'da zafer kazanılmış ve Atatürk onca zamandan sonra ilk defa İstanbul'a gelmiştir. İstanbul sevinç içinde en büyük kahramanını göğsüne bastırmakta, yas dolu kara günlerin artık geride kaldığı sevinciyle millet bayram yapmaktadır.
Ve Tokatlıyan'dan içeri, sarışın, mavi gözlü adam girer: Gazi Mustafa Kemal!
Bellek gücüne bakınız ki, hemen otelin kapıcılarını tanır, onlardan birine, "Senin ismin Marko değil mi? Senin adın da İbo" diye sıralar.
Sonra lokanta kısmına geçer. Anadolu'ya geçeceği gün oturduğu masanın başına tekrar oturur. Kendisine her zaman hizmet eden garsonu çağırır. "Karabet!"
Garson bu kez mutlu ve kendisini yeniden görebilmenin huzuru ile yaklaşır.
"On yıl evvel ben nerede oturmuştum?"
"Yine bu masada Paşam."
"Sana ne demiştim?"
"Bir gün memleketteki yabancılar gidecek demiştiniz."
"Peki, ne yemiştim o gün?"
"Şiş kebabı, elma kompostosu Paşam..."
"Pilavı unuttun!"
(Kemal Arıburnu-Atatürk'ten Anılar).
Atatürk bu!
Rûhun şâd olsun Gazi Paşa'm!
İzinden giden Hacı Bektaş gönüllü Prof. Dr. Haydar Baş'a selam olsun.
Niye mi?
İşte bir sebep:
O gün Tokatlıyan Oteli'ne lacivert kostümlü, koyu renk bir boyunbağı takmış sarışın, deniz mavisi rengindeki gözlerinin içi zekâ dolu bir adam girer. Bu genç ve sağlıklı adamın özellikle gözleri ilgi çekicidir ki, karşısındakine dik ve tatlı bir egemenlikle bakmaktadır.
Sarışın adam, Tokatlıyan'ın lokanta tarafına geçer, köşedeki masaya oturur ve her zaman buraya gelişinde kendisine hizmet eden şef garsona;
"Karabet" der, "Bana önce bir şiş kebap... Ondan sonra pilav, üzerinde fasulye olsun... Elma kompostosu... Ama pilavla kompostoyu sonra getir!"
Zaten şef garson Karabet, bu güzel yüzlü sarışın adamın bütün isteklerini ezbere bilmektedir, çünkü ona 1908'den beri hizmet etmektedir. Bu sırada lacivert elbiseli adamın yanında uzun boylu, zarif giyinmiş bir de arkadaşı vardır.
Bir aralık, sarışın adam, şef garsonun yüzüne bakar ve; "Karabet, buraya gel... Yaklaş..." der.
Karabet yaklaşır.
"Nedir bu? Karadeniz'de gemilerin mi battı? Niçin dertli duruyorsun?"
(Karabet bir türlü yüzünden söküp atamadığı hüzünle) "Paşam, düşmanı düşünüyorum" der.
Lacivert elbiseli zat; "Düşünme!" der, "Onlar kaçtı, ötekiler de, düşmanlar da buradan gidecekler. Şimdi sen bana hesabı getir."
Garson hesabı getirir, dolgunca bir bahşiş alır. Lacivert elbiseli adam, Tokatlıyan'dan çıkar. Anadolu'ya geçmek için o gün İstanbul'dan ayrılır?
Aradan yıllar geçer. Anadolu'da zafer kazanılmış ve Atatürk onca zamandan sonra ilk defa İstanbul'a gelmiştir. İstanbul sevinç içinde en büyük kahramanını göğsüne bastırmakta, yas dolu kara günlerin artık geride kaldığı sevinciyle millet bayram yapmaktadır.
Ve Tokatlıyan'dan içeri, sarışın, mavi gözlü adam girer: Gazi Mustafa Kemal!
Bellek gücüne bakınız ki, hemen otelin kapıcılarını tanır, onlardan birine, "Senin ismin Marko değil mi? Senin adın da İbo" diye sıralar.
Sonra lokanta kısmına geçer. Anadolu'ya geçeceği gün oturduğu masanın başına tekrar oturur. Kendisine her zaman hizmet eden garsonu çağırır. "Karabet!"
Garson bu kez mutlu ve kendisini yeniden görebilmenin huzuru ile yaklaşır.
"On yıl evvel ben nerede oturmuştum?"
"Yine bu masada Paşam."
"Sana ne demiştim?"
"Bir gün memleketteki yabancılar gidecek demiştiniz."
"Peki, ne yemiştim o gün?"
"Şiş kebabı, elma kompostosu Paşam..."
"Pilavı unuttun!"
(Kemal Arıburnu-Atatürk'ten Anılar).
Atatürk bu!
Rûhun şâd olsun Gazi Paşa'm!
İzinden giden Hacı Bektaş gönüllü Prof. Dr. Haydar Baş'a selam olsun.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yavuz Ekim / diğer yazıları
- Sizin bir Haydar Hocanız oldu mu? / 13.04.2025
- Hayra anahtar, şerre kilit / 11.02.2021
- Bu aşka canımı adayacağım / 06.05.2020
- Hüseynî siyaset / 25.04.2020
- ‘Endişe etmeyin!’ / 20.04.2020
- Yaptırmazlar! / 28.03.2020
- Arkası gelmez dertlerimin / 25.02.2020
- Deryalar içinde susuz gezmek / 22.02.2020
- Yarım sözcük / 09.01.2020
- Bu ülke nasıl düze çıkar? / 01.05.2018
- Hayra anahtar, şerre kilit / 11.02.2021
- Bu aşka canımı adayacağım / 06.05.2020
- Hüseynî siyaset / 25.04.2020
- ‘Endişe etmeyin!’ / 20.04.2020
- Yaptırmazlar! / 28.03.2020
- Arkası gelmez dertlerimin / 25.02.2020
- Deryalar içinde susuz gezmek / 22.02.2020
- Yarım sözcük / 09.01.2020
- Bu ülke nasıl düze çıkar? / 01.05.2018