Türkiye, son yıllarda sadece siyasal kutuplaşmanın değil, siyasal mühendislik çabalarının da giderek belirginleştiği bir sürecin içinden geçiyor. Özellikle iktidarın muhalefet karşısındaki pozisyonu, artık klasik bir siyasi rekabetin çok ötesine geçmiş durumda. Muhalefetin olası birliktelikleri dahi, "devletin bekası" söylemiyle hedef haline getiriliyor. Bu durum, sistematik bir korku ikliminin bilinçli olarak üretildiğini gösteriyor.
Verilere ve siyasal gelişmelere baktığımızda, muhalefet içi yakınlaşmaların hiç de zayıf senaryolar olmadığını görüyoruz. Aksine, toplumun beklentileriyle örtüşen, rasyonel ve mümkün adımlardan söz ediyoruz. Ancak iktidar, bu olasılıkları bertaraf etmek için yargıyı bir denetim mekanizmasından ziyade bir baskı aracına dönüştürmüş durumda. Açılan davalar, soruşturmalar ve dosyalar; bu birlikteliğin doğmadan engellenmesine yöneliktir.
SİYASETİN UMUT DEĞİL, ÇIKMAZ OLARAK GÖRÜLMESİ
Bu durum yalnızca siyasi aktörleri değil, doğrudan seçmeni de etkiliyor. Vatandaş, "mücadeleyle değişim sağlanabilir" umudunu kaybediyor. Kongreyle değişen bir lider, mahkeme kararıyla görevinden alınıyorsa, halkın siyasete olan inancı sistemli biçimde aşındırılıyor.
Yani mesele, yalnızca bugünkü iktidarın muhalefetle rekabeti değil; Türkiye'de demokratik siyasetin temel dinamiklerinin çözülmesidir. Ne yazık ki bu çözülme, bir hukuk tartışması değil, doğrudan bir siyaset mühendisliği hâline gelmiştir. Siyaset artık bir çözüm değil, bir çıkmaz olarak görülmeye başlanmıştır.
"52'YE 48" DÜZENİ VE SIKIŞMIŞ MUHALEFET
Bu noktada, yıllardır Hüseyin Baş Bey'in isabetle dile getirdiği bir gerçeğe dikkat çekmek gerekir: Türkiye'de siyaset uzun süredir "52'ye 48" dengesi üzerine kuruludur. İktidarı elinde tutan blok, toplumsal muhafazakârlığın belirleyici olduğu bu denklemde %52'yi konsolide ederken; muhalefet kalan %48'in sınırları içinde sıkışıp kalmaktadır.
Dolayısıyla bu dengeleri kırmak ve gerçek anlamda iktidar alternatifi olabilmek için, muhalefetin %52'lik kesime hitap eden söylem ve aktörlerle genişleme stratejisi geliştirmesi zorunludur.
Altılı Masa'nın Stratejik Körlüğü
Ne var ki, Altılı Masa tecrübesi bu gerçeği ıskalayan bir siyasal mühendisliğe dönüştü. Özellikle Atatürkçü duruşu güçlü olduğu gerekçesiyle BTP'nin dışlanması, muhafazakâr seçmenden oy alma hedefiyle çelişmiştir. Oysa mesele yalnızca ideolojik denklik değil; toplumun güven duyduğu aktörleri karşılıklı saygı temelinde öne çıkarabilme becerisidir.
Bu süreçte Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu gibi, farklı kesimlere hitap edebilme kapasitesine sahip isimlerin geri planda tutulması, muhalefetin potansiyel genişleme alanını daraltmıştır. Strateji üretmesi gereken yerde korku üretildi; toplumsal uzlaşma arayışı yerine iç denge kaygısı öne çıkarıldı.
CHP'Yİ ANAYASA MASASINA ZORLAMA PLANI
İktidarın nihai hedefi giderek netleşiyor: Mevcut Meclis yapısıyla anayasa değişikliğini gerçekleştirmek. Bunun için 400 vekil eşiğine ulaşmak, CHP'yi anayasa masasının meşru ortağı haline getirmek istiyorlar. Ancak bu bir davet değil, açık bir zorlamadır. CHP'nin başına ilk günden beri gelen siyasi ve hukuki hamleler, bu partiyi anayasa masasına oturtma çabasının parçasıdır: "Gönüllü gelmiyorsan, zorla getireceğim."
Bu hedefin arkasında vatandaşlık tanımının ve Anayasa'nın ilk dört maddesinin değişikliği ile federatif bir altyapının kurgulanması gibi derin stratejik hesaplar olduğu birçok çevre tarafından dile getirilmektedir.
Anayasa üzerinden çözülmeye çalışılan krizler, aslında iktidarın mutlak hâkimiyetini kalıcı kılma arzusunun bir yansımasıdır.
Hedef yalnızca bireysel iktidarın sürdürülmesi değil, yönetim sisteminin yeniden dizayn edilmesidir.
Bugün gündeme gelen üç ana eğilim bu dönüşümün ideolojik arka planını oluşturuyor:
ETNİK VE MEZHEBİ MÜHENDİSLİĞE DOĞRU
Bazı çevrelerin dile getirdiği bir senaryoya ilk duyduğumda, "Bu kadar da olmaz" demiştim. Ancak yaşanan gelişmeleri takip ettikçe, bu ihtimali ciddiyetle değerlendirmek gerektiği kanaatine vardım.
Bu senaryoya göre, Türkiye'de mezhebi ve etnik temelli üç ayrı yapı oluşturularak, her birinin başına ayrı bir siyasi temsilci yerleştirilmesi planlanıyor olabilir:
Bu yapı, görünüşte çeşitliliği esas alıyor gibi dursa da toplumsal bütünlüğü çözmeyi hedefleyen bir siyaset mühendisliğidir.
Bu model, Türkiye'nin vatandaşlık temelindeki ulus bütünlüğünü parçalayan; ortak kader anlayışını etnik ve mezhebi kimliklere indirgeyen bir anlayışın ürünüdür. Eğer bu senaryo hayata geçirilirse, bu yalnızca siyasal değil, tarihsel ve sosyolojik bir çözülmeyi de beraberinde getirecektir.
BİRLEŞTİREN ZEMİN: ORTAK VİCDAN, ORTAK VATANDAŞLIK
Unutmamak gerekir ki bu milletin mayası sağlamdır. Bin yıllık kardeşlik hukuku, zorlukları birlikte göğüsleme tecrübesiyle yoğrulmuştur. Türkiye'yi bekleyen asıl tehlike, farklılıkların kendiliğinden varlığı değil; bu farklılıkların siyasal mühendislik adına araçsallaştırılmasıdır.
Toplumu bu senaryolardan koruyacak olan; sağduyu, adalet duygusu ve millet iradesidir. Çözüm, kimlikler üzerinden tahakküm kurmakta değil; ortak haklar ve eşit vatandaşlık temelinde yükselen bir hukuk devletinde yatmaktadır.
Türkiye'nin geleceği; etnik ve mezhebi kodlarla bölünmüş zeminlerde değil, adaletin, liyakatin ve ortak vicdanda karşılık bulan kapsayıcı bir siyaset anlayışında kurulmalıdır.
Ayrışmaya değil, birleşmeye ihtiyacımız var. Ve bu birliği yeniden inşa edecek tarihsel bilinç, toplumsal feraset ve siyasal cesaret bu topraklarda mevcuttur.
AHKÂM-I HATİME
- Türkiye'de muhalefetin değil, muhalefet edebilme ihtimalinin dahi bastırıldığı bir siyasal iklim inşa edilmektedir.
- Hukuk, adalet dağıtmak yerine siyasal dizaynın aracı hâline getirildiğinde; seçimler değil, senaryolar kazanmaya başlar.
- Anayasa masası, bir uzlaşma zemini olmaktan çıkıp teslimiyet dayatmasına dönüşüyorsa; burada artık hukuk değil, mühendislik vardır.
- Kimliklere göre düzenlenmiş temsil sistemleri, milletin müşterek kaderini değil, ayrışma provasını temsil eder.
- Türkiye'nin ihtiyacı, "kaç parçaya bölelim" sorusunu soranlara karşı; "nasıl yeniden birleştirebiliriz" sorusunu cesaretle soracak siyasetçilerdir.
Verilere ve siyasal gelişmelere baktığımızda, muhalefet içi yakınlaşmaların hiç de zayıf senaryolar olmadığını görüyoruz. Aksine, toplumun beklentileriyle örtüşen, rasyonel ve mümkün adımlardan söz ediyoruz. Ancak iktidar, bu olasılıkları bertaraf etmek için yargıyı bir denetim mekanizmasından ziyade bir baskı aracına dönüştürmüş durumda. Açılan davalar, soruşturmalar ve dosyalar; bu birlikteliğin doğmadan engellenmesine yöneliktir.
SİYASETİN UMUT DEĞİL, ÇIKMAZ OLARAK GÖRÜLMESİ
Bu durum yalnızca siyasi aktörleri değil, doğrudan seçmeni de etkiliyor. Vatandaş, "mücadeleyle değişim sağlanabilir" umudunu kaybediyor. Kongreyle değişen bir lider, mahkeme kararıyla görevinden alınıyorsa, halkın siyasete olan inancı sistemli biçimde aşındırılıyor.
Yani mesele, yalnızca bugünkü iktidarın muhalefetle rekabeti değil; Türkiye'de demokratik siyasetin temel dinamiklerinin çözülmesidir. Ne yazık ki bu çözülme, bir hukuk tartışması değil, doğrudan bir siyaset mühendisliği hâline gelmiştir. Siyaset artık bir çözüm değil, bir çıkmaz olarak görülmeye başlanmıştır.
"52'YE 48" DÜZENİ VE SIKIŞMIŞ MUHALEFET
Bu noktada, yıllardır Hüseyin Baş Bey'in isabetle dile getirdiği bir gerçeğe dikkat çekmek gerekir: Türkiye'de siyaset uzun süredir "52'ye 48" dengesi üzerine kuruludur. İktidarı elinde tutan blok, toplumsal muhafazakârlığın belirleyici olduğu bu denklemde %52'yi konsolide ederken; muhalefet kalan %48'in sınırları içinde sıkışıp kalmaktadır.
Dolayısıyla bu dengeleri kırmak ve gerçek anlamda iktidar alternatifi olabilmek için, muhalefetin %52'lik kesime hitap eden söylem ve aktörlerle genişleme stratejisi geliştirmesi zorunludur.
Altılı Masa'nın Stratejik Körlüğü
Ne var ki, Altılı Masa tecrübesi bu gerçeği ıskalayan bir siyasal mühendisliğe dönüştü. Özellikle Atatürkçü duruşu güçlü olduğu gerekçesiyle BTP'nin dışlanması, muhafazakâr seçmenden oy alma hedefiyle çelişmiştir. Oysa mesele yalnızca ideolojik denklik değil; toplumun güven duyduğu aktörleri karşılıklı saygı temelinde öne çıkarabilme becerisidir.
Bu süreçte Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu gibi, farklı kesimlere hitap edebilme kapasitesine sahip isimlerin geri planda tutulması, muhalefetin potansiyel genişleme alanını daraltmıştır. Strateji üretmesi gereken yerde korku üretildi; toplumsal uzlaşma arayışı yerine iç denge kaygısı öne çıkarıldı.
CHP'Yİ ANAYASA MASASINA ZORLAMA PLANI
İktidarın nihai hedefi giderek netleşiyor: Mevcut Meclis yapısıyla anayasa değişikliğini gerçekleştirmek. Bunun için 400 vekil eşiğine ulaşmak, CHP'yi anayasa masasının meşru ortağı haline getirmek istiyorlar. Ancak bu bir davet değil, açık bir zorlamadır. CHP'nin başına ilk günden beri gelen siyasi ve hukuki hamleler, bu partiyi anayasa masasına oturtma çabasının parçasıdır: "Gönüllü gelmiyorsan, zorla getireceğim."
Bu hedefin arkasında vatandaşlık tanımının ve Anayasa'nın ilk dört maddesinin değişikliği ile federatif bir altyapının kurgulanması gibi derin stratejik hesaplar olduğu birçok çevre tarafından dile getirilmektedir.
Anayasa üzerinden çözülmeye çalışılan krizler, aslında iktidarın mutlak hâkimiyetini kalıcı kılma arzusunun bir yansımasıdır.
Hedef yalnızca bireysel iktidarın sürdürülmesi değil, yönetim sisteminin yeniden dizayn edilmesidir.
Bugün gündeme gelen üç ana eğilim bu dönüşümün ideolojik arka planını oluşturuyor:
- Neo-Osmanlıcılık
- Büyük Ortadoğu Projesi
- Konfederatif yapı söylemleri
ETNİK VE MEZHEBİ MÜHENDİSLİĞE DOĞRU
Bazı çevrelerin dile getirdiği bir senaryoya ilk duyduğumda, "Bu kadar da olmaz" demiştim. Ancak yaşanan gelişmeleri takip ettikçe, bu ihtimali ciddiyetle değerlendirmek gerektiği kanaatine vardım.
Bu senaryoya göre, Türkiye'de mezhebi ve etnik temelli üç ayrı yapı oluşturularak, her birinin başına ayrı bir siyasi temsilci yerleştirilmesi planlanıyor olabilir:
- Alevi kimliğini temsil eden bir siyasi heyet (örneğin Kılıçdaroğlu etrafında),
- Kürt kimliğini temsil eden bir heyet (örneğin Öcalan figürüyle),
- Sünni-muhafazakâr kimliği temsil eden ayrı bir siyasi heyet.
Bu yapı, görünüşte çeşitliliği esas alıyor gibi dursa da toplumsal bütünlüğü çözmeyi hedefleyen bir siyaset mühendisliğidir.
Bu model, Türkiye'nin vatandaşlık temelindeki ulus bütünlüğünü parçalayan; ortak kader anlayışını etnik ve mezhebi kimliklere indirgeyen bir anlayışın ürünüdür. Eğer bu senaryo hayata geçirilirse, bu yalnızca siyasal değil, tarihsel ve sosyolojik bir çözülmeyi de beraberinde getirecektir.
BİRLEŞTİREN ZEMİN: ORTAK VİCDAN, ORTAK VATANDAŞLIK
Unutmamak gerekir ki bu milletin mayası sağlamdır. Bin yıllık kardeşlik hukuku, zorlukları birlikte göğüsleme tecrübesiyle yoğrulmuştur. Türkiye'yi bekleyen asıl tehlike, farklılıkların kendiliğinden varlığı değil; bu farklılıkların siyasal mühendislik adına araçsallaştırılmasıdır.
Toplumu bu senaryolardan koruyacak olan; sağduyu, adalet duygusu ve millet iradesidir. Çözüm, kimlikler üzerinden tahakküm kurmakta değil; ortak haklar ve eşit vatandaşlık temelinde yükselen bir hukuk devletinde yatmaktadır.
Türkiye'nin geleceği; etnik ve mezhebi kodlarla bölünmüş zeminlerde değil, adaletin, liyakatin ve ortak vicdanda karşılık bulan kapsayıcı bir siyaset anlayışında kurulmalıdır.
Ayrışmaya değil, birleşmeye ihtiyacımız var. Ve bu birliği yeniden inşa edecek tarihsel bilinç, toplumsal feraset ve siyasal cesaret bu topraklarda mevcuttur.
AHKÂM-I HATİME
- Türkiye'de muhalefetin değil, muhalefet edebilme ihtimalinin dahi bastırıldığı bir siyasal iklim inşa edilmektedir.
- Hukuk, adalet dağıtmak yerine siyasal dizaynın aracı hâline getirildiğinde; seçimler değil, senaryolar kazanmaya başlar.
- Anayasa masası, bir uzlaşma zemini olmaktan çıkıp teslimiyet dayatmasına dönüşüyorsa; burada artık hukuk değil, mühendislik vardır.
- Kimliklere göre düzenlenmiş temsil sistemleri, milletin müşterek kaderini değil, ayrışma provasını temsil eder.
- Türkiye'nin ihtiyacı, "kaç parçaya bölelim" sorusunu soranlara karşı; "nasıl yeniden birleştirebiliriz" sorusunu cesaretle soracak siyasetçilerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Yeni Anayasa için CHP hamlesi: Siyasal mühendisliğin şifreleri / 29.06.2025
- CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin itibarsızlaştırılması üzerine satranç hamleleri / 28.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025
- Zeytin, maden, yasa: Kimin için? / 26.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin itibarsızlaştırılması üzerine satranç hamleleri / 28.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025
- Zeytin, maden, yasa: Kimin için? / 26.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025