ABD, hiçbir zaman bir yönetim biçimi olarak demokrasinin İslam ülkelerinde kök salmasını istemedi. Demokratik değerleri savunduğunu durmaksızın dile getiren bir ülkenin bu tavrı ilginç değil mi? İlginç olmasına ilginç ama aynı zamanda da iki yüzlülük. Bu bağlamda verilebilecek örnek sayısı o kadar çok ki...
Suudi Arabistan ve Ürdün Krallığı, Washington'un son 50 yıldır en iyi ilişki içinde olduğu ülkelerin başında geliyor. Silah satışı açısında kraliyet yönetimi avantajlı. Tunus'ta baskı yönetimi kuran, camileri bile sıkı kontrol altında tutan Zeynel Abidin bin Ali, eski bir CIA (ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı) mensubu. Cezayir'de 1991'deki seçimlerde İslami Selamet Cephesi'nin açık farkla kazandığı seçimleri, askeri darbeye açık destek vererek, 'devre yapıp' iptal ettiren de ABD yönetimi. Keza Washington'un bir numaralı "Düşmanımdır" diye cümle aleme ilan ettiği Saddam Hüseyin de eski bir CIA ajanı. Ancak daha sonra aynı Saddam bizzat mensubu olduğu örgüt tarafından ortadan kaldırılmak istenince, isyan etti ve Körfez Savaşı da bu nedenle çıktı. Saddam, bu hareketiyle de ABD'nin kasasını doldurdu. Bu ayrı bir mesele.
Suriye'deki Esad rejiminin en büyük destekçisi de ABD yönetimidir. İlginçtir, en yetenekli Amerikan diplomatları Suriye'ye büyükelçi olarak atanır.
Gelelim Pakistan'a. Şu anda bu ülkenin başında bulunan Pervez Müşerref'in, 12 Ekim 2000'deki görünürde pek bir gerekçesi olmayan askeri darbesini ( O günlerde bir gazetemiz şu manşeti atmıştı: Komutan kızdı ve darbe yaptı!) destekleyen ülkelerin başında da ABD gelmektedir.
Türkiye sozkonusu olunca, 12 Eylül askeri müdahalesinde ABD'nin katkısı gözardı edilemez. (Bu konuda Ufuk Güldemir'in Kanat Operasyonu ile Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül:Saat 04.00 eserlerine başvurabilirsiniz.)
Geçmişten bu kadar örnek yeter sanırım. Gelelim günümüze. Bildiğiniz üzere, ABD yönetimi 11 Eylül'deki saldırılardan sonra, Afganistan'daki yeni yönetim için tek bir ismi öne çıkardı: Eski Afgan Kralı Zahir Şah. Zahir Şah ismi 7 Ekim'deki askeri operasyondan önce de geniş ölçekte ABD medyası tarafından seslendirildi. Bush yönetimi de, bu isim üzerinde diretmeye devam ediyor. ABD'nin otoriter yöneticileri seçmesi, Washington'un İslam dünyasına genel yaklaşımının tipik bir sonucudur. Meram belli: Demokratik ülkelerde olayların akışını kontrol edebilmek, geniş halk kitlelerini belli yönlerde kanalize edebilmek her zaman 'çantada keklik' kabilinden olmaz. Oysa anti-demokratik rejimlerde halkı sindirmek hem zahmetsiz hem de ucuzdur. Bu maksatla, baştaki insanı yani tek adamı kafalamak ya da tehditlerle sindirmek yeterli!
İran'a da Pehlevi mi?
Afganistan için Zahir Şah'ı planlayan Sam Amca (Bush'un lideri olduğu ülke), İran için de ince planlar içinde. Bu nedenle, Washington'da şu sıralarda en kilit ülke olarak İran öne çıkıyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell, geçtiğimiz hafta Amerikan dış politikasının portresini çizen konuşmasında ne İran'a, ne Suriye'ye ne de beklenildiği gibi Irak'a değindi. Ve bu konuşulmayanlar, çok daha önemli mesajlar veriyordu.
Artık çok kafa yormaya gerek kalmadan bilinen bir gerçek var ortada. Amerika, İran ve Suriye'nin Washington'un istemediği örgütlere verdikleri desteği çekmelerini istiyor. Bu açıdan İran'ın önemi Amerika için çok daha kilit konumda.
Malumunuz üzere İran'da 1979 yılında bir devrim yapıldı. Sosyal bilimcilere göre, bu 20 yüzyılda meydana gelen, tümüyle iç dinamiklere dayanan son halk devrimi. Tuvaletini bile sarı altından yaptıracak kadar lükse düşkün olan Şah'ın devrilmesiyle bir cumhuriyet kuruldu İran'da. 1997 yılında Muhammed Hatemi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte tüm kurumlarıyla da olmasa bile demokrasi kültürü yeşermeye başladı. Ancak ABD, İslam dünyasında halk egemenliğine dayanan rejimleri bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle İran'da demokrasinin gelişmesi Sam Amca'nın arzusu hilafınadır.
Öte yandan, İran'da rejim değişikliği, detaylara inmeden dahi Müslüman dünyada büyük bir psikolojik etkiye yol açacaktır. Ve kaçınılmaz olarak bu rejim değişikliği beklendiği gibi gelirse, Hizbullah gibi ABD'nin hoşlanmadığı, dahası tehdit olarak gördüğü örgütler ile İran devlet bütçesi arasındaki direkt veya dolaylı dansa son verecektir.
Pehlevi kartı ısıtılıyor
Henüz Washington sessiz ama şimdilerde hiç duyulmadığı kadar haberlerde, İran'ın devrik Şah'ın oğlu Rıza Pehlevi yer almaya başladı. En son kız kardeşini muammalı bir ölümle kaybetmenin acısını yaşayan Pehlevi ve ailesi, bir gün ülkesine dönme hayalleri içinde! Ancak son zamanlarda bir söylentidir ki, "artık geri dönüş için vakit yaklaşıyor" denmeye başlandı!
Rıza Pehlevi, Los Angeles'dan İran'a yayın yapan bir televizyon sayesinde, İran halkına daha sık ulaşmaya başladı. Aynı zamanda, internet üzerinden kendi sitesi ile sürekli İranlılarla temas halinde. Amerikan yönetimi ise Rıza Pehlevi ile son zamanlarda daha sıkı temaslarda bulunuyor. Ancak asıl soru, İran'da rejimi değiştirecek güce Rıza Pehlevi'nin sahip olup olmadığı meselesi.
Elbette bu sorunun kesin cevabını mevcut parametrelerle vermek çok güç. Baba Şah'ın İran'ı soyup soğana çevirdiği gerçeği İran halkının kafasına kazınmışken, Pehlevi'lerin bu ülkede bırakın iktidarı ele geçirmeleri, İran'a adım atabilmeleri bile mümkün görünmüyor. Acaba Sam Amca'nın kumpasları, bu yönde etkili olur mu? Olsaydı, 22 yıl boyunca bunun kimi izlerini görebilmek mümkün olurdu. Ancak önemli bir gerçek daha var ki; o da Şah'ın devrilmesiyle İran'da başlayan devrim süreci bugün herkes için tarihin bir sayfası. Rıza Pehlevi için ise hala tarihe gömemediği bir sayfa. Babasının ülkesinden sürülüşünü ve geçirdiği zorlu yıllar ardından hayatını kaybedişini bugünkü gibi canlı yaşıyor. Ve işte bu anılar, Rıza Pehlevi'nin belki de hayali olan İran'a geri dönüşünde önünde duran en büyük engel.
Amacı monarşiyi canlandırmak
Bir rivayete göre, Pehlevi bir gün İran'a dönerse aynı İngiltere'de, İspanya'da veya Hollanda'da olduğu gibi monarşisini canlandırmak istiyor. Yani devlet yönetimine soyunmaktan daha ziyade, simgesel bir varlığı tekrar yerine kavuşturmak istiyor.
Pehlevi'nin yaşamı daha birçok sürprize gebe görünüyor. İran'da, Washington'un beklentisi içinde bir rejim değişikliği yaşandığı anda kilit önemde bir dönüm noktası yaşanacak. Ama bu tür bir değişikliğin yaşanacağına inanmak ise imkansız gibi bir şey.
ANALİZ: Recep BAHAR
Suudi Arabistan ve Ürdün Krallığı, Washington'un son 50 yıldır en iyi ilişki içinde olduğu ülkelerin başında geliyor. Silah satışı açısında kraliyet yönetimi avantajlı. Tunus'ta baskı yönetimi kuran, camileri bile sıkı kontrol altında tutan Zeynel Abidin bin Ali, eski bir CIA (ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı) mensubu. Cezayir'de 1991'deki seçimlerde İslami Selamet Cephesi'nin açık farkla kazandığı seçimleri, askeri darbeye açık destek vererek, 'devre yapıp' iptal ettiren de ABD yönetimi. Keza Washington'un bir numaralı "Düşmanımdır" diye cümle aleme ilan ettiği Saddam Hüseyin de eski bir CIA ajanı. Ancak daha sonra aynı Saddam bizzat mensubu olduğu örgüt tarafından ortadan kaldırılmak istenince, isyan etti ve Körfez Savaşı da bu nedenle çıktı. Saddam, bu hareketiyle de ABD'nin kasasını doldurdu. Bu ayrı bir mesele.
Suriye'deki Esad rejiminin en büyük destekçisi de ABD yönetimidir. İlginçtir, en yetenekli Amerikan diplomatları Suriye'ye büyükelçi olarak atanır.
Gelelim Pakistan'a. Şu anda bu ülkenin başında bulunan Pervez Müşerref'in, 12 Ekim 2000'deki görünürde pek bir gerekçesi olmayan askeri darbesini ( O günlerde bir gazetemiz şu manşeti atmıştı: Komutan kızdı ve darbe yaptı!) destekleyen ülkelerin başında da ABD gelmektedir.
Türkiye sozkonusu olunca, 12 Eylül askeri müdahalesinde ABD'nin katkısı gözardı edilemez. (Bu konuda Ufuk Güldemir'in Kanat Operasyonu ile Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül:Saat 04.00 eserlerine başvurabilirsiniz.)
Geçmişten bu kadar örnek yeter sanırım. Gelelim günümüze. Bildiğiniz üzere, ABD yönetimi 11 Eylül'deki saldırılardan sonra, Afganistan'daki yeni yönetim için tek bir ismi öne çıkardı: Eski Afgan Kralı Zahir Şah. Zahir Şah ismi 7 Ekim'deki askeri operasyondan önce de geniş ölçekte ABD medyası tarafından seslendirildi. Bush yönetimi de, bu isim üzerinde diretmeye devam ediyor. ABD'nin otoriter yöneticileri seçmesi, Washington'un İslam dünyasına genel yaklaşımının tipik bir sonucudur. Meram belli: Demokratik ülkelerde olayların akışını kontrol edebilmek, geniş halk kitlelerini belli yönlerde kanalize edebilmek her zaman 'çantada keklik' kabilinden olmaz. Oysa anti-demokratik rejimlerde halkı sindirmek hem zahmetsiz hem de ucuzdur. Bu maksatla, baştaki insanı yani tek adamı kafalamak ya da tehditlerle sindirmek yeterli!
İran'a da Pehlevi mi?
Afganistan için Zahir Şah'ı planlayan Sam Amca (Bush'un lideri olduğu ülke), İran için de ince planlar içinde. Bu nedenle, Washington'da şu sıralarda en kilit ülke olarak İran öne çıkıyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell, geçtiğimiz hafta Amerikan dış politikasının portresini çizen konuşmasında ne İran'a, ne Suriye'ye ne de beklenildiği gibi Irak'a değindi. Ve bu konuşulmayanlar, çok daha önemli mesajlar veriyordu.
Artık çok kafa yormaya gerek kalmadan bilinen bir gerçek var ortada. Amerika, İran ve Suriye'nin Washington'un istemediği örgütlere verdikleri desteği çekmelerini istiyor. Bu açıdan İran'ın önemi Amerika için çok daha kilit konumda.
Malumunuz üzere İran'da 1979 yılında bir devrim yapıldı. Sosyal bilimcilere göre, bu 20 yüzyılda meydana gelen, tümüyle iç dinamiklere dayanan son halk devrimi. Tuvaletini bile sarı altından yaptıracak kadar lükse düşkün olan Şah'ın devrilmesiyle bir cumhuriyet kuruldu İran'da. 1997 yılında Muhammed Hatemi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte tüm kurumlarıyla da olmasa bile demokrasi kültürü yeşermeye başladı. Ancak ABD, İslam dünyasında halk egemenliğine dayanan rejimleri bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle İran'da demokrasinin gelişmesi Sam Amca'nın arzusu hilafınadır.
Öte yandan, İran'da rejim değişikliği, detaylara inmeden dahi Müslüman dünyada büyük bir psikolojik etkiye yol açacaktır. Ve kaçınılmaz olarak bu rejim değişikliği beklendiği gibi gelirse, Hizbullah gibi ABD'nin hoşlanmadığı, dahası tehdit olarak gördüğü örgütler ile İran devlet bütçesi arasındaki direkt veya dolaylı dansa son verecektir.
Pehlevi kartı ısıtılıyor
Henüz Washington sessiz ama şimdilerde hiç duyulmadığı kadar haberlerde, İran'ın devrik Şah'ın oğlu Rıza Pehlevi yer almaya başladı. En son kız kardeşini muammalı bir ölümle kaybetmenin acısını yaşayan Pehlevi ve ailesi, bir gün ülkesine dönme hayalleri içinde! Ancak son zamanlarda bir söylentidir ki, "artık geri dönüş için vakit yaklaşıyor" denmeye başlandı!
Rıza Pehlevi, Los Angeles'dan İran'a yayın yapan bir televizyon sayesinde, İran halkına daha sık ulaşmaya başladı. Aynı zamanda, internet üzerinden kendi sitesi ile sürekli İranlılarla temas halinde. Amerikan yönetimi ise Rıza Pehlevi ile son zamanlarda daha sıkı temaslarda bulunuyor. Ancak asıl soru, İran'da rejimi değiştirecek güce Rıza Pehlevi'nin sahip olup olmadığı meselesi.
Elbette bu sorunun kesin cevabını mevcut parametrelerle vermek çok güç. Baba Şah'ın İran'ı soyup soğana çevirdiği gerçeği İran halkının kafasına kazınmışken, Pehlevi'lerin bu ülkede bırakın iktidarı ele geçirmeleri, İran'a adım atabilmeleri bile mümkün görünmüyor. Acaba Sam Amca'nın kumpasları, bu yönde etkili olur mu? Olsaydı, 22 yıl boyunca bunun kimi izlerini görebilmek mümkün olurdu. Ancak önemli bir gerçek daha var ki; o da Şah'ın devrilmesiyle İran'da başlayan devrim süreci bugün herkes için tarihin bir sayfası. Rıza Pehlevi için ise hala tarihe gömemediği bir sayfa. Babasının ülkesinden sürülüşünü ve geçirdiği zorlu yıllar ardından hayatını kaybedişini bugünkü gibi canlı yaşıyor. Ve işte bu anılar, Rıza Pehlevi'nin belki de hayali olan İran'a geri dönüşünde önünde duran en büyük engel.
Amacı monarşiyi canlandırmak
Bir rivayete göre, Pehlevi bir gün İran'a dönerse aynı İngiltere'de, İspanya'da veya Hollanda'da olduğu gibi monarşisini canlandırmak istiyor. Yani devlet yönetimine soyunmaktan daha ziyade, simgesel bir varlığı tekrar yerine kavuşturmak istiyor.
Pehlevi'nin yaşamı daha birçok sürprize gebe görünüyor. İran'da, Washington'un beklentisi içinde bir rejim değişikliği yaşandığı anda kilit önemde bir dönüm noktası yaşanacak. Ama bu tür bir değişikliğin yaşanacağına inanmak ise imkansız gibi bir şey.
ANALİZ: Recep BAHAR