Ben bir konaklama yeri bulurum diyerek düşmüştü yollara...
Aradığı göründü nihayet. Koca bir ağaç. İşte geldi. Derin bir nefes alıp hemen gölgesine sığındı. Bu öyle bir huzurdu ki ayaklarının şişliğini, dudaklarının çatlamasını unutmuştu. Kısa bir zaman sonra kendinden geçmiş rüyalara dalmıştı. Uyandığında içinin serinliğini hissediyordu. Gözleriyle uzaklara baktı baktı, yola devam edeyim mi yoksa burada konaklayım mı, diye düşünürken bir ses duymasın mı:
-Konakla.
"Bu ıssız yerde ses nereden gelir ki. Ağaçtan gelecek değil ya! Belki de ben yanılmışımdır" diyerek düşündü düşündü ve nihayet burada kalmaya karar verdi.
Karnını doyurması lazımdı. Bunun için hemen planlar kurdu. Şimdilik av yaparım. Daha sonra ne yapmalı diye düşünürken:
-Benim dalımı toprağa dik... diye bir ses duymasın mı?
Yine bu sesin ağaçtan geleceğini düşünemediğinden herhalde bana iyi düşünceler ilham oluyor zannıyla denileni yaptı.
Ağacın filizlerinden alıp toprağa dikti. Kendi kendine gülüyordu.
Bir kaç hafta geçince ne görsün? Elleriyle fidanlara dokununca fidanların toprağa bağlandığını kök saldığını farketti. Öyle bir sevindi ki takla bile attı. Sonra hemen toparlanıp:
-Dur hemen kendini kaybetme. Bakalım fidan büyüyecek mi? Büyüyüp meyve verecek mi?
Yine o ses duyuldu:
-Verecek verecek.
-Bak yine o sesi duydum. Bu arada su işi ne olacak. Mutlaka su bulmalıyım. Ne yapsam Hacer annemiz gibi koşa koşa su arasam da bir İsmail ayağını yere vurur belki...
Aniden ve daha yüksek sesle:
-Şu tarafı kaz, İsmail'e ayağını vurduran kimdi. Sen başla kazmaya...
Birden irkildi ve "tamam tamam hemen kazıyorum" dedi.
Kazdı kazdı ve derinlerden kopup gelen ve adeta yolcu bekleyen ev sahibi gibi sevinçle yeryüzüne su akmaya başladı.
Su gelince fidanlar öyle bir coştular ki sağa sola raks etmeye başladılar.
7 tane filiz vardı. Bir kaç ay sonra filizler iyice kalınlaştı.
Aradan yıllar geçmeğe başladı. Ağaçtan kestiği dallarla kendisine baraka bile yapmıştı. Hem öyle sağlamdı ki sert rüzgarda bile yıkılmıyordu.
Biliyor musunuz misafirleri bile gelmeye başladı. Kim mi onlar? Kuşlar kuşlar...
Büyük ağacın filizleri çiçek açtılar. Bu içeklerin kokusunu alan ikinci misafirler ise arılar ve karıncalar oldu. Sonra sırayla kelebekler, kurtçuklar, sinekler gelmeye başladı.
Biliyor musunuz? Büyük ağacın etrafında koskocaman bir bahçe olmuştu artık. Meyvalar, çiçekler kaplamıştı etrafı.
Kuşlar ve kelebekler ağızlarındaki çiçek tozlarını buradaki bahçeye bırakıp bırakıp gidiyor, tekrar dönüyorlardı.
Bir gün şöyle düşündü... Acaba buradan öteye yürüsem de orada da konaklasam kim bilir bu ilhamla nice hazineler bulurum? Hatta daha da ileri gidip "hem burası da benim artık. Kimse alamaz" diye düşündü. Tam bu anda "Hayır alamaz. Fazileti kendinden bilme. Bu ağaca kulak ver" sesi yükseldi. İşte ilk defa bu garip sese itiraz ediyordu.
-Hadi be ağaçtan ses gelir mi?
-Niye gelmesin Hz. Muhammed'e (sav) aşık olan kütükten ses gelmedi mi?
-Ben gidiyorum?
Adam kalkıp yola koyuldu. Gitti gitti. Nihayet bir ışık gördü. Yürüdü yürüdü tam yaklaştı ki bir ses duydu:
-Ne yapalım. Tek başımıza hazineye gidemeyiz bize bir adam lazım.
Birden adamların yanına çıktı.
-İşte beklediğiniz adam benim.
Üç adam oturdukları yerden hiç kalkmadılar. Hayret etmediler. Şaşırıp kekelemediler. Ve sadece şunu dediler.
-Biliyoruz.
Sen. Hazineyi bulan, sonra da terk edip gidensin. İsraf eden kıymet bilmezsin. Sen bizimle olamazsın.
Aradığı göründü nihayet. Koca bir ağaç. İşte geldi. Derin bir nefes alıp hemen gölgesine sığındı. Bu öyle bir huzurdu ki ayaklarının şişliğini, dudaklarının çatlamasını unutmuştu. Kısa bir zaman sonra kendinden geçmiş rüyalara dalmıştı. Uyandığında içinin serinliğini hissediyordu. Gözleriyle uzaklara baktı baktı, yola devam edeyim mi yoksa burada konaklayım mı, diye düşünürken bir ses duymasın mı:
-Konakla.
"Bu ıssız yerde ses nereden gelir ki. Ağaçtan gelecek değil ya! Belki de ben yanılmışımdır" diyerek düşündü düşündü ve nihayet burada kalmaya karar verdi.
Karnını doyurması lazımdı. Bunun için hemen planlar kurdu. Şimdilik av yaparım. Daha sonra ne yapmalı diye düşünürken:
-Benim dalımı toprağa dik... diye bir ses duymasın mı?
Yine bu sesin ağaçtan geleceğini düşünemediğinden herhalde bana iyi düşünceler ilham oluyor zannıyla denileni yaptı.
Ağacın filizlerinden alıp toprağa dikti. Kendi kendine gülüyordu.
Bir kaç hafta geçince ne görsün? Elleriyle fidanlara dokununca fidanların toprağa bağlandığını kök saldığını farketti. Öyle bir sevindi ki takla bile attı. Sonra hemen toparlanıp:
-Dur hemen kendini kaybetme. Bakalım fidan büyüyecek mi? Büyüyüp meyve verecek mi?
Yine o ses duyuldu:
-Verecek verecek.
-Bak yine o sesi duydum. Bu arada su işi ne olacak. Mutlaka su bulmalıyım. Ne yapsam Hacer annemiz gibi koşa koşa su arasam da bir İsmail ayağını yere vurur belki...
Aniden ve daha yüksek sesle:
-Şu tarafı kaz, İsmail'e ayağını vurduran kimdi. Sen başla kazmaya...
Birden irkildi ve "tamam tamam hemen kazıyorum" dedi.
Kazdı kazdı ve derinlerden kopup gelen ve adeta yolcu bekleyen ev sahibi gibi sevinçle yeryüzüne su akmaya başladı.
Su gelince fidanlar öyle bir coştular ki sağa sola raks etmeye başladılar.
7 tane filiz vardı. Bir kaç ay sonra filizler iyice kalınlaştı.
Aradan yıllar geçmeğe başladı. Ağaçtan kestiği dallarla kendisine baraka bile yapmıştı. Hem öyle sağlamdı ki sert rüzgarda bile yıkılmıyordu.
Biliyor musunuz misafirleri bile gelmeye başladı. Kim mi onlar? Kuşlar kuşlar...
Büyük ağacın filizleri çiçek açtılar. Bu içeklerin kokusunu alan ikinci misafirler ise arılar ve karıncalar oldu. Sonra sırayla kelebekler, kurtçuklar, sinekler gelmeye başladı.
Biliyor musunuz? Büyük ağacın etrafında koskocaman bir bahçe olmuştu artık. Meyvalar, çiçekler kaplamıştı etrafı.
Kuşlar ve kelebekler ağızlarındaki çiçek tozlarını buradaki bahçeye bırakıp bırakıp gidiyor, tekrar dönüyorlardı.
Bir gün şöyle düşündü... Acaba buradan öteye yürüsem de orada da konaklasam kim bilir bu ilhamla nice hazineler bulurum? Hatta daha da ileri gidip "hem burası da benim artık. Kimse alamaz" diye düşündü. Tam bu anda "Hayır alamaz. Fazileti kendinden bilme. Bu ağaca kulak ver" sesi yükseldi. İşte ilk defa bu garip sese itiraz ediyordu.
-Hadi be ağaçtan ses gelir mi?
-Niye gelmesin Hz. Muhammed'e (sav) aşık olan kütükten ses gelmedi mi?
-Ben gidiyorum?
Adam kalkıp yola koyuldu. Gitti gitti. Nihayet bir ışık gördü. Yürüdü yürüdü tam yaklaştı ki bir ses duydu:
-Ne yapalım. Tek başımıza hazineye gidemeyiz bize bir adam lazım.
Birden adamların yanına çıktı.
-İşte beklediğiniz adam benim.
Üç adam oturdukları yerden hiç kalkmadılar. Hayret etmediler. Şaşırıp kekelemediler. Ve sadece şunu dediler.
-Biliyoruz.
Sen. Hazineyi bulan, sonra da terk edip gidensin. İsraf eden kıymet bilmezsin. Sen bizimle olamazsın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021