"Tanzimat'tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak." Böyle diyor Cemil Meriç. Aldanan ve aldatan bu kişilerden birisinin çıkıp da, itirafta bulunduğuna ve milletten özür dilediğine hiç şahit olamadık. İşte, işin asıl düşündüren tarafı burası. Bunlar içerisinden hiç biri aldandığının ve aldattığının farkında olamadı mı acaba? Eğer öyleyse çok yazık. Demek ki, gafletin boyutu son derece yüksek. Ya öyle değil de, bu iş bilerek yapıldıysa, yapılıyorsa, bu daha tehlikeli. Gerçi, her ikisi de aynı sonucu doğrurur ama, gafletin affına gerekirse müsaade edilebilir, diğerine ise asla.
Aydınlarımız ve politikacılarımız tarafından nasıl aldatıldığımıza dair yüzlerce örnek gösterilebilir. Fakat biz, bunlar içerisinden güncel olması bakımından Gümrük Birliği'ne girişimizi seçelim. Türk milletine büyük bir zafermiş gibi sunulan Gümrük Birliği Anlaşması'nın, dünyada başka bir örneğini bulmak mümkün değildir. Böylesine hiçbir şey almadan, vermeyi kabul eden anlaşmalar, ancak savaşta mağlup olanlara dayatılır.
Gümrük Birliği Anlaşması ile sadece gümrükler kalkmadı. Türkiye'nin dış ticareti de tamamen AB'ye bağlandı. AB, topluluk dışı (üçüncü ülkelerle) yaptığı tüm imtiyazlı ticaret anlaşmalarına Türkiye'nin uymasını şart koştu. Yani Türkiye, AB'nin izni olmadan topluluk dışı (üçüncü ülkelerle) ticaret anlaşması yapamıyor... Türkiye AB'ye tam üye olanlarla aynı yükümlülüklerin altına sokuldu. Fakat bu yükümlüklerin tespitinde Türkiye'nin hiçbir söz hakkı yoktur.
Gümrük Birliği, ancak Lozan'da kaldırmaya muvaffak olduğumuz Kapitülasyonlardan daha ağır şartlar içermektedir. Böyle bir anlaşmayı, kendi hür iradesiyle imzalayanlara ve hâlâ bunun faydalı olduğunu savunanalara bilmem ne demeli? 16 Ağustos 1838 yılında Osmanlı Devleti'nin imzaladığı Balta Limanı Anlaşması ile Gümrük Birliği Anlaşması, birbirine tıpa tıp benzemektedir. Balta Limanı Anlaşması'nı imzalyana Mustafa Reşit Paşa da, Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanlar gibi konuşuyordu. Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanlar ne diyorlar? Hatırlayalım: "Türkiye'yi rekabete açtık. Rekabetten korkmamak lazım." Sanki eşit şartlarda bir rekabet var da, ondan korkuluyor. Halbuki, ortada rekabet diye bir şey yok ki.
Balta Limanı Anlaşması ile ülkemiz Avrupa mallarının açık pazarı haline gelmişti. Gümrük Birliği Anlaşması ile de aynı şey oldu. Balta Limanı Anlaşması'ndan 22 yıl sonra yapılan bir araştırma şu hazin tabloyu ortaya çıkardı. İstanbul'da kumaşçı tezgahı 2750 iken 2 yıl içinde 200'e inmiştir. Halepten 100 milyon franklık dokunmuş kumaş ihraç edilirken, bu miktar 7 milyona inmiştir. Kısacası, yerli sanayi yıkılmış, halkımız Batılıların kapıkulu haline getirilmiştir.
Geçmişi ne kadar iyi bilirsek, geleceği de o kadar iyi görürüz. Onun için bu iki anlaşmanın küçük bir mukayesesini yaptık. Görüldüğü gibi, ibret almadığımız için tarih tekerrür etti. Yine bilerek veya bilmeyerek, aydınlarımız ve idarecilerimiz aldandılar, yine milleti aldattılar. Yine fabrikalarımız ve iş yerlerimiz kapandı, yabancılara peşkeş çekildi. Anlaşılan o ki, mandacı zihniyet tekrar hortladı. Eğer Kuvayı Miliye işbaşı yapmazsa, halimiz dumandır.
Bazı tarihçiler, ekonomik krizimizin başlangıcını Balta Limanı Anlaşması'na dayandırırlar ki, bu hiç de yanlış değildir. Doğan Avcıoğlu, "Türkiye'nin Düzeni" adlı kitabında, bu anlaşmayı, "Türkiye'nin idam fermanı" olarak nitelendirmektedir. Ne hazin tecelildir ki, idam fermanımızı imzalayanlar, bir dönem kahraman olarak tanıtıldı. Fakat tarih affetmedi... Herkesi layık olduğu yere oturttu. Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanların da, AB kapılarında iki büklüm olanların da, akıbeti aynı olacaktır. Belki bir zaman için, bir kısım insanları aldatabilirler. Fakat milletin bütünün ilelebet aldatmaları imkansızdır.
Aydınlarımız ve politikacılarımız tarafından nasıl aldatıldığımıza dair yüzlerce örnek gösterilebilir. Fakat biz, bunlar içerisinden güncel olması bakımından Gümrük Birliği'ne girişimizi seçelim. Türk milletine büyük bir zafermiş gibi sunulan Gümrük Birliği Anlaşması'nın, dünyada başka bir örneğini bulmak mümkün değildir. Böylesine hiçbir şey almadan, vermeyi kabul eden anlaşmalar, ancak savaşta mağlup olanlara dayatılır.
Gümrük Birliği Anlaşması ile sadece gümrükler kalkmadı. Türkiye'nin dış ticareti de tamamen AB'ye bağlandı. AB, topluluk dışı (üçüncü ülkelerle) yaptığı tüm imtiyazlı ticaret anlaşmalarına Türkiye'nin uymasını şart koştu. Yani Türkiye, AB'nin izni olmadan topluluk dışı (üçüncü ülkelerle) ticaret anlaşması yapamıyor... Türkiye AB'ye tam üye olanlarla aynı yükümlülüklerin altına sokuldu. Fakat bu yükümlüklerin tespitinde Türkiye'nin hiçbir söz hakkı yoktur.
Gümrük Birliği, ancak Lozan'da kaldırmaya muvaffak olduğumuz Kapitülasyonlardan daha ağır şartlar içermektedir. Böyle bir anlaşmayı, kendi hür iradesiyle imzalayanlara ve hâlâ bunun faydalı olduğunu savunanalara bilmem ne demeli? 16 Ağustos 1838 yılında Osmanlı Devleti'nin imzaladığı Balta Limanı Anlaşması ile Gümrük Birliği Anlaşması, birbirine tıpa tıp benzemektedir. Balta Limanı Anlaşması'nı imzalyana Mustafa Reşit Paşa da, Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanlar gibi konuşuyordu. Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanlar ne diyorlar? Hatırlayalım: "Türkiye'yi rekabete açtık. Rekabetten korkmamak lazım." Sanki eşit şartlarda bir rekabet var da, ondan korkuluyor. Halbuki, ortada rekabet diye bir şey yok ki.
Balta Limanı Anlaşması ile ülkemiz Avrupa mallarının açık pazarı haline gelmişti. Gümrük Birliği Anlaşması ile de aynı şey oldu. Balta Limanı Anlaşması'ndan 22 yıl sonra yapılan bir araştırma şu hazin tabloyu ortaya çıkardı. İstanbul'da kumaşçı tezgahı 2750 iken 2 yıl içinde 200'e inmiştir. Halepten 100 milyon franklık dokunmuş kumaş ihraç edilirken, bu miktar 7 milyona inmiştir. Kısacası, yerli sanayi yıkılmış, halkımız Batılıların kapıkulu haline getirilmiştir.
Geçmişi ne kadar iyi bilirsek, geleceği de o kadar iyi görürüz. Onun için bu iki anlaşmanın küçük bir mukayesesini yaptık. Görüldüğü gibi, ibret almadığımız için tarih tekerrür etti. Yine bilerek veya bilmeyerek, aydınlarımız ve idarecilerimiz aldandılar, yine milleti aldattılar. Yine fabrikalarımız ve iş yerlerimiz kapandı, yabancılara peşkeş çekildi. Anlaşılan o ki, mandacı zihniyet tekrar hortladı. Eğer Kuvayı Miliye işbaşı yapmazsa, halimiz dumandır.
Bazı tarihçiler, ekonomik krizimizin başlangıcını Balta Limanı Anlaşması'na dayandırırlar ki, bu hiç de yanlış değildir. Doğan Avcıoğlu, "Türkiye'nin Düzeni" adlı kitabında, bu anlaşmayı, "Türkiye'nin idam fermanı" olarak nitelendirmektedir. Ne hazin tecelildir ki, idam fermanımızı imzalayanlar, bir dönem kahraman olarak tanıtıldı. Fakat tarih affetmedi... Herkesi layık olduğu yere oturttu. Gümrük Birliği Anlaşması'nı imzalayanların da, AB kapılarında iki büklüm olanların da, akıbeti aynı olacaktır. Belki bir zaman için, bir kısım insanları aldatabilirler. Fakat milletin bütünün ilelebet aldatmaları imkansızdır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018