Sosyal sorunlar, bir anda ortaya çıkmaz. Her sosyal sorunun mutlaka bir geçmişi, kökeni ve birçok sebebi vardır. Onun içindir ki, sosyal sorunlara araştırmadan, incelemeden, zorlayıcı, basit ve tek boyutlu çözüm getirilemez. Başka bir ifadeyle, sosyal sorunlara, sosyal yasalara uygun çözümler bulmak gerekir. Maalesef, Türkiye’de böyle davranılmadığı için sosyal sorunlar çözülmüyor. Batılılaşmaya başladığımız ve sosyal sorunlarımıza Batı medeniyetinden çözümler aradığımız günden itibaren bu haldeyiz. Bunca başarısızlıktan ve acı tecrübeden ders almadan, yine aynı anlayışla hareket ediyoruz.
Hükümetimiz, AB’ye uyum için birçok yasal ve anayasal değişiklikle yaptı. Bunları yeterli bulmadığından olacak ki, anayasayı yeniden yapmaya kalktı. Şimdi, sosyal sorunlarımıza tek ve yegâne çözüm olarak yeni anayasa gösteriliyor. Bu yaklaşımla yapılacak olan anayasa, her kesimin katılımıyla yapılsa bile, çözüm getirmeyecektir. Çözüm getirmek şöyle dursun, anayasa tartışmaları da bitmeyecektir, bugüne kadar bitmediği gibi. Çünkü anayasa yapımında kaynak, Batı anayasaları alınmaktadır. Daha doğrusu, Batılı devletlerin anayasaları kopya edilmektedir.
Hükümet ve siyasi partiler, anayasayı çok önemsiyorlar. Öyle ki, onu varlık ve yokluk sorunu kabul ediyorlar. Hâlbuki köklü milletlerin yazılı anayasaları yoktur. Onlar yazısız anayasalarla idare
edilirler. Buna en bariz örnek İngiltere’dir. İngiltere’de, herhangi bir partinin, “Bizim de yazılı bir anayasamız olsun” dediğini duydunuz mu? Aslında milletler için önemli olan yazısız anayasalardır. Yazısız anayasaları, milletler, o kadar içten kabullenir ve hayatına geçirir ki, yazılmasına gerek duymazlar. Türk milleti de, bu milletlerden biri, belki de
birincisidir. Ama başını Batıcı idarecilerden kurtarıp da, kendi medeniyetine bir türlü
dönemiyor.
Yeni anayasa yapımındaki tartışmalara bakınız: İş döndü, dolaştı, millet tanımında düğümlendi. Türk milletine, tarih sahnesine yeni çıkmaya çalışan bir millet gibi, ad ve tanım arıyorlar. Bu milletin, tarihi var, medeniyeti var, örfü, âdeti, geleneği ve göreneği var. Bütün bunları bir kenara itip, Batılıların “anayasal vatandaşlık” kavramına sarılmak, büyük bir talihsizlik ve büyük bir gaflettir. Anayasal vatandaşlık, ABD gibi ortak paydası olmayan göçmenlerin kurdukları devletlerde üretilmiş bir kavramdır. AB’yi, “Avrupa Birleşik Devletleri”ne dönüştürmek isteyen ülkelerde de, bu kavram, sıkça kullanılmıştı. Artık, onlar da, bunu kullanmaktan vazgeçtiler. Çünkü onu kullanacak ne
ümitleri, ne de mecalleri var.
Hâsılı, anayasal vatandaşlık, millet olamamış toplulukların, birlik ve bütünlüğü sağlamak için can simidi olarak sarıldıkları bir kavramdır. Yeni anayasaya ortak payda olarak bunu koymak, Türk milletinin de dini, kültürel ve etnik bakımdan ayrılığını kabulleniş olur. Bu yapıldığı takdirde, ardından “dünya vatandaşlığı” gündeme gelecektir. Nitekim zaman zaman bazıları dünya vatandaşlığını telâffuz etmektedir. Özellikle sermayedarlar, “sermayenin vatanı dünya olduğuna göre, ben de dünya vatandaşıyım” demekten çekinmiyor. Aidiyet duygusunun, böylesine aşındığı bir dönemde, onu daha da aşındıracak ve yaygınlaştıracak bir girişimde bulunmak, sosyal ve siyasal bir cinayettir.
Hükümete ve tüm siyasi partilere soruyoruz: Devletimizin kuruluşunda ve Lozan’da, ortaya koyduğumuz millet tanımı, neyinize yetmiyor da, başka arayışlara giriyorsunuz? Millet sizden, Batılıların kendi medeniyetlerinin eseri olan anayasaları kopya etmenizi değil, gönlünde yaşattığı ve yaşadığı yazısız anayasaya dönmenizi istiyor. Eğer “ille de anayasayı değiştireceğiz, yeniden yazacağız” diyorsanız, yazısız anayasamızı, yazılı hale getirmeniz yeterlidir. Bunu yapmadığınız sürece, iç barış, huzur ve refah hayaldir.
Hükümetimiz, AB’ye uyum için birçok yasal ve anayasal değişiklikle yaptı. Bunları yeterli bulmadığından olacak ki, anayasayı yeniden yapmaya kalktı. Şimdi, sosyal sorunlarımıza tek ve yegâne çözüm olarak yeni anayasa gösteriliyor. Bu yaklaşımla yapılacak olan anayasa, her kesimin katılımıyla yapılsa bile, çözüm getirmeyecektir. Çözüm getirmek şöyle dursun, anayasa tartışmaları da bitmeyecektir, bugüne kadar bitmediği gibi. Çünkü anayasa yapımında kaynak, Batı anayasaları alınmaktadır. Daha doğrusu, Batılı devletlerin anayasaları kopya edilmektedir.
Hükümet ve siyasi partiler, anayasayı çok önemsiyorlar. Öyle ki, onu varlık ve yokluk sorunu kabul ediyorlar. Hâlbuki köklü milletlerin yazılı anayasaları yoktur. Onlar yazısız anayasalarla idare
edilirler. Buna en bariz örnek İngiltere’dir. İngiltere’de, herhangi bir partinin, “Bizim de yazılı bir anayasamız olsun” dediğini duydunuz mu? Aslında milletler için önemli olan yazısız anayasalardır. Yazısız anayasaları, milletler, o kadar içten kabullenir ve hayatına geçirir ki, yazılmasına gerek duymazlar. Türk milleti de, bu milletlerden biri, belki de
birincisidir. Ama başını Batıcı idarecilerden kurtarıp da, kendi medeniyetine bir türlü
dönemiyor.
Yeni anayasa yapımındaki tartışmalara bakınız: İş döndü, dolaştı, millet tanımında düğümlendi. Türk milletine, tarih sahnesine yeni çıkmaya çalışan bir millet gibi, ad ve tanım arıyorlar. Bu milletin, tarihi var, medeniyeti var, örfü, âdeti, geleneği ve göreneği var. Bütün bunları bir kenara itip, Batılıların “anayasal vatandaşlık” kavramına sarılmak, büyük bir talihsizlik ve büyük bir gaflettir. Anayasal vatandaşlık, ABD gibi ortak paydası olmayan göçmenlerin kurdukları devletlerde üretilmiş bir kavramdır. AB’yi, “Avrupa Birleşik Devletleri”ne dönüştürmek isteyen ülkelerde de, bu kavram, sıkça kullanılmıştı. Artık, onlar da, bunu kullanmaktan vazgeçtiler. Çünkü onu kullanacak ne
ümitleri, ne de mecalleri var.
Hâsılı, anayasal vatandaşlık, millet olamamış toplulukların, birlik ve bütünlüğü sağlamak için can simidi olarak sarıldıkları bir kavramdır. Yeni anayasaya ortak payda olarak bunu koymak, Türk milletinin de dini, kültürel ve etnik bakımdan ayrılığını kabulleniş olur. Bu yapıldığı takdirde, ardından “dünya vatandaşlığı” gündeme gelecektir. Nitekim zaman zaman bazıları dünya vatandaşlığını telâffuz etmektedir. Özellikle sermayedarlar, “sermayenin vatanı dünya olduğuna göre, ben de dünya vatandaşıyım” demekten çekinmiyor. Aidiyet duygusunun, böylesine aşındığı bir dönemde, onu daha da aşındıracak ve yaygınlaştıracak bir girişimde bulunmak, sosyal ve siyasal bir cinayettir.
Hükümete ve tüm siyasi partilere soruyoruz: Devletimizin kuruluşunda ve Lozan’da, ortaya koyduğumuz millet tanımı, neyinize yetmiyor da, başka arayışlara giriyorsunuz? Millet sizden, Batılıların kendi medeniyetlerinin eseri olan anayasaları kopya etmenizi değil, gönlünde yaşattığı ve yaşadığı yazısız anayasaya dönmenizi istiyor. Eğer “ille de anayasayı değiştireceğiz, yeniden yazacağız” diyorsanız, yazısız anayasamızı, yazılı hale getirmeniz yeterlidir. Bunu yapmadığınız sürece, iç barış, huzur ve refah hayaldir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018