Yazımızın başlığına konu olan soru, İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarında sürdürdüğü soykırım dalgasının ivme kazandığı şu günlerde hem Türkiye'de, hem İslam dünyasında, hem de yeryüzünün dört bir köşesinde sıklıkla soruluyor. Öncelikle Arap Dünyası, genel olarak İslam Dünyası'ndan neden Filistin'deki soykırım karşısında 'tıs' çıkmıyor? Bu suskunluğun altında yatan etkenler neler?
Uluslararası ilişkilerde silahlı çatışmadan önce atılabilecek bir çok adım vardır: Birinci adım, 'hafif sözlü eleştiri'dir. Kınama babından açıklamalardır bunlar. İkinci aşamada ise 'diplomatik temasların' sıkılaştırılması gelir. Üçüncü aşamada 'müeyyideler' devreye girer. Diplomasi aşamasında ilgili ülkelerin dışişleri bakanları yoğun temaslarda bulunurlar. Şu anda İslam dünyası Filistin konusunda topyekün olarak 'kınamalarla' iktifa ediyor. Böylesine bir kıyım karşısında herhangi bir Arap ülkesinin dışişleri bakanı kılını bile kıpırdatmıyor. Şimdiye kadar İsrail'in bir numaralı destekçisi ABD'yi ziyaret eden tek bir Arap ülkesi dışişleri bakanı bile olmadı. Oysa 11 Eylül saldırısının ardından, çoğu Bush'a taziyelerini sunmak için kuyruğa girmişti!
Arap dünyasının 'cılışlaşması'nın bir çok nedeni var. Sıralayalım:
1) Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu İsrail ile ortak bir payda altında buluşmaktadır. Mısır'dan Suudi Arabistan'a, Fas'tan Tunus'a bir düzine Arap ülkesi ABD'nin 'çok ama çok yakın' müttefikidir. ABD'nin sözünden dışarı çıkamazlar, Washington'daki yönetimi eleştiremezler bile. Bu listeye sokamayacağımız Arap ülkeleri, "Irak, Suriye, Sudan, Yemen ve Libya"dır. Bu tür özellikleri olan ülkelerden ABD'ye karşı diklenmek, (İsrail'e diklenmenin yolu Washington'dan geçer çünkü) beklenemez. Bundan dolayıdır ki, şu sıralarda televizyon kanallarında 'acıklı ve duygulu konuşmalar yapan, yüreklere hitap eden' Filistinli gençlerin Arap ülkelerinin yöneticilerine özellikle seslenmesi dikkat çekicidir.
2) Araplar şimdiye kadar 3 kez İsrail ile savaştı: 1948-49, 1967 ve 1973. 1973'teki Yom Kippur Savaşı hariç, hepsinde 'bariz bir şekilde' yenilgiye uğradılar. Dolayısıyla İsrail'le bir dördüncü savaşa girmek istemiyorlar. Böyle bir mücadelenin, kendi rejimlerini de tehlikeye atacağından korkuyorlar.
İsrail'de 'uluslararası ilişkiler' konusunda son yıllarda önemli atılımlar görülüyor. Arap ülkelerinin 'zaafiyetlerini' tespit eden İsrailli akademisyenlerin ülkelerini yönetenlere sundukları raporlar Şaron gibi 'canavarları' cesaretlendiriyor. İsrail, 1973'ten bu yana askeri açıdan sürekli olarak kendini geliştirirken, bu ülkenin tehdidini enselerinde hisseden Arap ülkeleri ise 'zevkü sefaya' dalmaya, birbirlerini yemeye devam ediyorlar.
Potansiyel Şaronlar!!!
3) Yazımın bu bölümü biraz ağır olacak ama ne yazik ki 'gerçek' bu. Bugün Ortadoğu, dünyada 'demokratik olmayan rejimlerin' kümeleştiği bir 'bölge olarak' dikkatleri çekiyor. 28 Mart'ta Beyrut'ta güya Filistin için toplanan Arap Birliği'ne katılan ülkelerin profillerine şöyle bir göz atalım: Bu ülkelerden Mısır, Libya, Sudan, Suriye, Irak, Cezayir, Tunus, Cibuti 'diktatörlerce' yönetiliyor. Suudi Arabistan, Umman, Katar, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fas krallıkla idare ediliyor. Koskoca Arap Dünyası'nda sadece üç demokratik ülke var: Moritanya, Lübnan ve Yemen. Ne yazik ki, her üçünün de ne petrolü var, ne de doğalgazı var! Arap Birliği üyelerinden Somali de ise durum şu sıralar karışık.
Halkları ile barışık olmayan bu anti-demokratik ülkeleri yönetenlerin kendi rejimlerini korumak için 'Şaronlaşmayacakları' konusunda kimse teminat veremez. Şaron, 1982 yılında İsrail Savunma Bakanı iken Lübnan'da Şabra ve Şatilla Birleşmiş Milletler Mülteci kamplarında 2 bin Filistinliyi çoluk-çocuk demeden katletmişti. Ancak aynı yıl üstelik bir Arap olan Suriye Devlet Başkanı Hafiz Esad, Hama'da 50 bin Müslümanı hunharca öldürdü. 1988'de Saddam Hüseyin, Halepçe'de 5 bin Müslüman Kürt evladını kimyasal silahla katletti. İlaveten aynı Saddam, ABD ve Fransa ile işbirliği yaparak, 1980'de yoktan yere İran'a saldırdı ve 1 milyon Müslüman bu 'anlamsız' savaşta hayatını yitirdi. Döktürdüğü kan yetmemiş gibi Saddam, 1990'da ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) ayak oyunlarına dolanarak, Kuveyt'e girdi. Savaş sonucunda 1.5 milyon Iraklı dolaylı ya da dolaysız yöntemlerle hayata veda etti, etmeye de devam ediyor. Sadece Saddam Hüseyin adlı 'diktatörün' İslam Dünyası'na maliyeti 600 milyar doları buluyor. Sadece Saddam'ın Araplara yaptığı kötülüğü, 10 tane Şaron biraraya gelse yapamaz!
Örnekleri çoğaltabilmek mümkün. Bugün Arap ülkelerindeki diktatörler ve krallar, 'baskıcı rejimlerinin bekasını sürdürebilmek' amacıyla korkunç harcamalar yapıyor. 60 milyonluk Mısır'da 5 milyon kamu çalışanı bulunuyor. Bunların hatırı sayılır bir bölümü, güvenlik görevlisi olarak görev yapıyor. Maaşları da her yıl ABD'nin bu ülkeye hibe ettiği yaklaşık 3 milyar dolardan karşılanıyor! Bugün Filistin'de soykırım yaşanırken, Mısır'da tek bir gösterinin bile olamayışının sebebi de bu para!
Öte yandan Cezayir'de, 'cunta yönetiminin' Fransa ve ABD ile işbirliği yapması sonucu son 10 yılda tam 100 bin kişi yaşamını yitirdi. Bu yönetimin yaptıklarının 'Şaron'dan ne farkı var?' Keza Tunus'u idare eden Bin Ali'nin herhangi bir muhalif hareket karşısında 'Ne zaman Şaronlaşabileceği' belli değil.
Kısaca, Arap Dünyası'nın neresinden tutsanız, orasından 'kan ve zulüm' kokusu geliyor. Böylesi ülkelerden Filistinliler için destek beklemek, 'abesle' iştigal etmekten öte bir içerik taşımıyor.
Ya Türkiye?
400 yıl boyunca Filistin topraklarını yöneten Türkiye'ye gelince... İsrail'in 'soykırıma' giriştiği günlerde, 'tank modernizasyonu projesini' onaylayarak, İsrail'i cesaretlendirmemiz, kendimizi 'acz içine' düşürmemiz ve bu yolla katliama dolaylı olarak destek vermemiz manidardır. Hayret ki Dışişleri Bakanı Cem, ABD başkanı Bush ile 'paralel açıklamalarda' bulunarak, su ve yemek bile bulmaktan aciz olan Arafat'tan intihar saldırılarını durdurmasını bekliyor.
İlaveten Arapları da hiç eleştirmeye hakkımız yok. Bugün can Azerbaycan'ın topraklarının yüzde 20'si 1.5 milyon nüfusa sahip Ermenistan'ın işgali altında bulunmaktadır. 1992-3 yıllarında Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal edip, binlerce Azeri kardeşimizi hunharca katlederken, dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal'ın "Kars'ta bir tatbikat düzenleyip, bir kaç bomba Ermenistan topraklarına düşerse, ne olur?" sözlerinin nasıl Türk medyasında tepki çektiğini unutmayalım. Azeriler şu günlerde Ermenilerin o zaman yaptıklarını "AZERİ SOYKIRIMI" olarak tanınması için uğraşmaktadır. Türkiye, Ermenistan'ın işgal ettiği Azeri topraklarından geri çekilmeye zorlamak için 'ambargo'dan öte bir şey yapamamaktadır. Diplomatik çözümü de Fransa, ABD, Rusya'dan müteşekkil MİNSK Grubu'na bırakmıştır. Tıpkı Arapların Filistin meselesinin hallini ABD'ye bıraktığı gibi! Kediye 'ciğer emanet etmek'ten öte bir anlamı var mı bunun?
Sonuç itibariyle, İslam Dünyası olarak kendimize gelmedikçe, bu tür zilletlerle daha çok karşılaşacağız.
Uluslararası ilişkilerde silahlı çatışmadan önce atılabilecek bir çok adım vardır: Birinci adım, 'hafif sözlü eleştiri'dir. Kınama babından açıklamalardır bunlar. İkinci aşamada ise 'diplomatik temasların' sıkılaştırılması gelir. Üçüncü aşamada 'müeyyideler' devreye girer. Diplomasi aşamasında ilgili ülkelerin dışişleri bakanları yoğun temaslarda bulunurlar. Şu anda İslam dünyası Filistin konusunda topyekün olarak 'kınamalarla' iktifa ediyor. Böylesine bir kıyım karşısında herhangi bir Arap ülkesinin dışişleri bakanı kılını bile kıpırdatmıyor. Şimdiye kadar İsrail'in bir numaralı destekçisi ABD'yi ziyaret eden tek bir Arap ülkesi dışişleri bakanı bile olmadı. Oysa 11 Eylül saldırısının ardından, çoğu Bush'a taziyelerini sunmak için kuyruğa girmişti!
Arap dünyasının 'cılışlaşması'nın bir çok nedeni var. Sıralayalım:
1) Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu İsrail ile ortak bir payda altında buluşmaktadır. Mısır'dan Suudi Arabistan'a, Fas'tan Tunus'a bir düzine Arap ülkesi ABD'nin 'çok ama çok yakın' müttefikidir. ABD'nin sözünden dışarı çıkamazlar, Washington'daki yönetimi eleştiremezler bile. Bu listeye sokamayacağımız Arap ülkeleri, "Irak, Suriye, Sudan, Yemen ve Libya"dır. Bu tür özellikleri olan ülkelerden ABD'ye karşı diklenmek, (İsrail'e diklenmenin yolu Washington'dan geçer çünkü) beklenemez. Bundan dolayıdır ki, şu sıralarda televizyon kanallarında 'acıklı ve duygulu konuşmalar yapan, yüreklere hitap eden' Filistinli gençlerin Arap ülkelerinin yöneticilerine özellikle seslenmesi dikkat çekicidir.
2) Araplar şimdiye kadar 3 kez İsrail ile savaştı: 1948-49, 1967 ve 1973. 1973'teki Yom Kippur Savaşı hariç, hepsinde 'bariz bir şekilde' yenilgiye uğradılar. Dolayısıyla İsrail'le bir dördüncü savaşa girmek istemiyorlar. Böyle bir mücadelenin, kendi rejimlerini de tehlikeye atacağından korkuyorlar.
İsrail'de 'uluslararası ilişkiler' konusunda son yıllarda önemli atılımlar görülüyor. Arap ülkelerinin 'zaafiyetlerini' tespit eden İsrailli akademisyenlerin ülkelerini yönetenlere sundukları raporlar Şaron gibi 'canavarları' cesaretlendiriyor. İsrail, 1973'ten bu yana askeri açıdan sürekli olarak kendini geliştirirken, bu ülkenin tehdidini enselerinde hisseden Arap ülkeleri ise 'zevkü sefaya' dalmaya, birbirlerini yemeye devam ediyorlar.
Potansiyel Şaronlar!!!
3) Yazımın bu bölümü biraz ağır olacak ama ne yazik ki 'gerçek' bu. Bugün Ortadoğu, dünyada 'demokratik olmayan rejimlerin' kümeleştiği bir 'bölge olarak' dikkatleri çekiyor. 28 Mart'ta Beyrut'ta güya Filistin için toplanan Arap Birliği'ne katılan ülkelerin profillerine şöyle bir göz atalım: Bu ülkelerden Mısır, Libya, Sudan, Suriye, Irak, Cezayir, Tunus, Cibuti 'diktatörlerce' yönetiliyor. Suudi Arabistan, Umman, Katar, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fas krallıkla idare ediliyor. Koskoca Arap Dünyası'nda sadece üç demokratik ülke var: Moritanya, Lübnan ve Yemen. Ne yazik ki, her üçünün de ne petrolü var, ne de doğalgazı var! Arap Birliği üyelerinden Somali de ise durum şu sıralar karışık.
Halkları ile barışık olmayan bu anti-demokratik ülkeleri yönetenlerin kendi rejimlerini korumak için 'Şaronlaşmayacakları' konusunda kimse teminat veremez. Şaron, 1982 yılında İsrail Savunma Bakanı iken Lübnan'da Şabra ve Şatilla Birleşmiş Milletler Mülteci kamplarında 2 bin Filistinliyi çoluk-çocuk demeden katletmişti. Ancak aynı yıl üstelik bir Arap olan Suriye Devlet Başkanı Hafiz Esad, Hama'da 50 bin Müslümanı hunharca öldürdü. 1988'de Saddam Hüseyin, Halepçe'de 5 bin Müslüman Kürt evladını kimyasal silahla katletti. İlaveten aynı Saddam, ABD ve Fransa ile işbirliği yaparak, 1980'de yoktan yere İran'a saldırdı ve 1 milyon Müslüman bu 'anlamsız' savaşta hayatını yitirdi. Döktürdüğü kan yetmemiş gibi Saddam, 1990'da ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) ayak oyunlarına dolanarak, Kuveyt'e girdi. Savaş sonucunda 1.5 milyon Iraklı dolaylı ya da dolaysız yöntemlerle hayata veda etti, etmeye de devam ediyor. Sadece Saddam Hüseyin adlı 'diktatörün' İslam Dünyası'na maliyeti 600 milyar doları buluyor. Sadece Saddam'ın Araplara yaptığı kötülüğü, 10 tane Şaron biraraya gelse yapamaz!
Örnekleri çoğaltabilmek mümkün. Bugün Arap ülkelerindeki diktatörler ve krallar, 'baskıcı rejimlerinin bekasını sürdürebilmek' amacıyla korkunç harcamalar yapıyor. 60 milyonluk Mısır'da 5 milyon kamu çalışanı bulunuyor. Bunların hatırı sayılır bir bölümü, güvenlik görevlisi olarak görev yapıyor. Maaşları da her yıl ABD'nin bu ülkeye hibe ettiği yaklaşık 3 milyar dolardan karşılanıyor! Bugün Filistin'de soykırım yaşanırken, Mısır'da tek bir gösterinin bile olamayışının sebebi de bu para!
Öte yandan Cezayir'de, 'cunta yönetiminin' Fransa ve ABD ile işbirliği yapması sonucu son 10 yılda tam 100 bin kişi yaşamını yitirdi. Bu yönetimin yaptıklarının 'Şaron'dan ne farkı var?' Keza Tunus'u idare eden Bin Ali'nin herhangi bir muhalif hareket karşısında 'Ne zaman Şaronlaşabileceği' belli değil.
Kısaca, Arap Dünyası'nın neresinden tutsanız, orasından 'kan ve zulüm' kokusu geliyor. Böylesi ülkelerden Filistinliler için destek beklemek, 'abesle' iştigal etmekten öte bir içerik taşımıyor.
Ya Türkiye?
400 yıl boyunca Filistin topraklarını yöneten Türkiye'ye gelince... İsrail'in 'soykırıma' giriştiği günlerde, 'tank modernizasyonu projesini' onaylayarak, İsrail'i cesaretlendirmemiz, kendimizi 'acz içine' düşürmemiz ve bu yolla katliama dolaylı olarak destek vermemiz manidardır. Hayret ki Dışişleri Bakanı Cem, ABD başkanı Bush ile 'paralel açıklamalarda' bulunarak, su ve yemek bile bulmaktan aciz olan Arafat'tan intihar saldırılarını durdurmasını bekliyor.
İlaveten Arapları da hiç eleştirmeye hakkımız yok. Bugün can Azerbaycan'ın topraklarının yüzde 20'si 1.5 milyon nüfusa sahip Ermenistan'ın işgali altında bulunmaktadır. 1992-3 yıllarında Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal edip, binlerce Azeri kardeşimizi hunharca katlederken, dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal'ın "Kars'ta bir tatbikat düzenleyip, bir kaç bomba Ermenistan topraklarına düşerse, ne olur?" sözlerinin nasıl Türk medyasında tepki çektiğini unutmayalım. Azeriler şu günlerde Ermenilerin o zaman yaptıklarını "AZERİ SOYKIRIMI" olarak tanınması için uğraşmaktadır. Türkiye, Ermenistan'ın işgal ettiği Azeri topraklarından geri çekilmeye zorlamak için 'ambargo'dan öte bir şey yapamamaktadır. Diplomatik çözümü de Fransa, ABD, Rusya'dan müteşekkil MİNSK Grubu'na bırakmıştır. Tıpkı Arapların Filistin meselesinin hallini ABD'ye bıraktığı gibi! Kediye 'ciğer emanet etmek'ten öte bir anlamı var mı bunun?
Sonuç itibariyle, İslam Dünyası olarak kendimize gelmedikçe, bu tür zilletlerle daha çok karşılaşacağız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Recep Bahar / diğer yazıları
- ABD harika bir ekonomiye mi sahip? / 14.08.2018
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016