Medya deyip geçmeyelim. Asıl savaş medyada veriliyor. Medya savaşını kazanan, diğer savaşları da kazanıyor. İlgisi yok gibi görünür ama, medya savaşı, ekonomik savaşın da önünde yer almaktadır. Yakın zamana kadar "basın dördüncü güçtür" denilirdi. Fakat bugün, bu sözü tekrar edenlere pek rastlanmıyor. Çünkü basının kaçıncı güç olduğu konusu, artık tartışılıyor. "Basın dördüncü güçtür" diyebilmek için ilk üç gücün, yani yasama, yürütme ve yargı hiyerarşisinin geçerli olması gerekir. Halbuki bugün, herkes biliyor ki, ekonomi birinci güç haline gelmiştir. Ekonomi, basını da ele geçirdiği için, dolayısıyla basın, birinci güç konumuna yükselmiştir.
İşte bütün dünya, böyle bir gerçekle karşı karşıyadır. Akbar S. Ahmed, bu gerçeği şöyle ifade eder: "Medya her hangi bir ülkenin cephaneliğindeki en önemli silahtır. Bu da çağımızda öğrenilmesi şart olan bir derstir". Yine Akbar S. Ahmed'e göre, "Amerikalı politikacıların yapamadığını, Amerikan kitle iletişimi yapmış ve başarmış, Amerika'yı dünyaya egemen kılmıştır". Gerçekten de öyle. Amerika, medya vasıtasıyla dünyaya egemen olmuştur. J. Baudrillarda da, bu gerçeği şu şekilde dile getirir: "Amerika, vaktiyle bir güç idi. Bugün ise bütün dünyaya yayılan bir model olmuştur". Bu modelin adı, hiç şüphesiz küreselleşmedir. ABD açıkça şunu diyor: "ABD'ye karşı hiç bir devlet savaş açmaz. Çünkü bu güce sahip bir devlet, henüz yoktur. ABD'ye karşı ancak ekonomik bir başkaldırı olabilir, nitekim olmuş da. Onu da küresel ekonomi ile bertaraf etmemiz gerekir". Peki ABD bu işi, yani küresel ekonomiyi nasıl kabul ettiriyor? Bilmem, söylemeye gerek var mı? Herkesin gördüğü ve bildiği gibi bu savaş medya ile yürütülüyor.
Medya, "hangi güzelliği ve iyiliği ararsan küreselleşmede bulursun" dercesine, küreselleşmeye takdim ediyor. Bir bakıyorsunuz bilen de, bilmeyen de, "küreselleşme" diyor. "Küreselleşme nedir, ne değildir?" soran çıkmıyor. Halbuki bu kavram, bütün dünyada tartışılıyor. Bizim ülkemizde ise, bu ve benzeri kavramları sorgulayan ve yargılayan tek kişi Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Prof. Dr. Haydar Baş'a göre "küreselleşme yeni sömürgeciliktir". Öyle zannediyorum ki, küreselleşmenin bundan daha özlü tarifi olamaz.
Küreselleşme ile anlatılmak istenen dünya ekonomisi ise bu, iletişim ve ulaşımın yaygınlaşması sonucu zaten gerçekleşmiş bir olgudur. Alman başbakanlarından Schmidt de küreselleşme konusunda işte bu soruyu sorar. Der ki: "Marko Polo'dan bu yana dünya ekonomisi denilen bir olgu varken, küreselleşme denilen şey, ne türden bir farklılık getirmektedir ki, bu denli üzerinde durulmaktadır?" Tabii olarak Schmidt de biliyor ki, tek farklılık medyanın pompalaması, göz boyamasıdır.
Evet, Amerikan medyası insanları uyutuyor, uyuşturuyor, kendine köle yapıyor. Amerikan medyasını bu işi nasıl yaptığını, Noam Chomsky, Körfez savaşını örnek göstererek, şöyle anlatır: "Zavallı bir kuşun petrole bulanmış çaresiz görüntüsü karşısında dehşete kapılıp, lanetler yağdıracak kadar hassas olduğumuz günlerde, nasıl oldu da Irak'taki çoğu kadın ve çocuk yüz bine yakın insanın gökyüzünden yağan bombalar altında ölümümü odalarımızdan havai fişek gösterileri seyreder gibi seyrettik? Ne oldu da, ölüm gibi son derece hayata dair sahici bir hadise, medya şölenine, gösteriye dönüştü? Ne oldu da biz, ölümü tepkisiz, şaşkın belki de biraz zevkle seyreder hale geldik?"
Eğer medyanın etkisinden kendimizi koruyamazsak, daha doğrusu medyamızı doğru seçemezsek, işte böyle hallere düşmemiz mukadder olur. Amerikan medyası, 10 yıl önce Fransa'da meydana gelmiş bir kazada çekilmiş petrole bulamış bir kuşun görüntüsü, Körfez savaşına aitmiş gibi gösterir ve saf beyinleri teslim alır. Beyinleri teslim aldıktan sonrası ise, gayet kolaydır. Kurtuluş yok mu, çaresiz miyiz? Hayır, hayır, binlerce hayır. Kurtuluş ve çareyi, Kuvay-ı Milliye ekibi Anadolu'yu karış karış gezerek anlatıyor. Millet, bu ekibi izlemeye ve desteklemeye devam ederse, zafer belki yarın, belki de yarından yakın olacaktır.
İşte bütün dünya, böyle bir gerçekle karşı karşıyadır. Akbar S. Ahmed, bu gerçeği şöyle ifade eder: "Medya her hangi bir ülkenin cephaneliğindeki en önemli silahtır. Bu da çağımızda öğrenilmesi şart olan bir derstir". Yine Akbar S. Ahmed'e göre, "Amerikalı politikacıların yapamadığını, Amerikan kitle iletişimi yapmış ve başarmış, Amerika'yı dünyaya egemen kılmıştır". Gerçekten de öyle. Amerika, medya vasıtasıyla dünyaya egemen olmuştur. J. Baudrillarda da, bu gerçeği şu şekilde dile getirir: "Amerika, vaktiyle bir güç idi. Bugün ise bütün dünyaya yayılan bir model olmuştur". Bu modelin adı, hiç şüphesiz küreselleşmedir. ABD açıkça şunu diyor: "ABD'ye karşı hiç bir devlet savaş açmaz. Çünkü bu güce sahip bir devlet, henüz yoktur. ABD'ye karşı ancak ekonomik bir başkaldırı olabilir, nitekim olmuş da. Onu da küresel ekonomi ile bertaraf etmemiz gerekir". Peki ABD bu işi, yani küresel ekonomiyi nasıl kabul ettiriyor? Bilmem, söylemeye gerek var mı? Herkesin gördüğü ve bildiği gibi bu savaş medya ile yürütülüyor.
Medya, "hangi güzelliği ve iyiliği ararsan küreselleşmede bulursun" dercesine, küreselleşmeye takdim ediyor. Bir bakıyorsunuz bilen de, bilmeyen de, "küreselleşme" diyor. "Küreselleşme nedir, ne değildir?" soran çıkmıyor. Halbuki bu kavram, bütün dünyada tartışılıyor. Bizim ülkemizde ise, bu ve benzeri kavramları sorgulayan ve yargılayan tek kişi Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Prof. Dr. Haydar Baş'a göre "küreselleşme yeni sömürgeciliktir". Öyle zannediyorum ki, küreselleşmenin bundan daha özlü tarifi olamaz.
Küreselleşme ile anlatılmak istenen dünya ekonomisi ise bu, iletişim ve ulaşımın yaygınlaşması sonucu zaten gerçekleşmiş bir olgudur. Alman başbakanlarından Schmidt de küreselleşme konusunda işte bu soruyu sorar. Der ki: "Marko Polo'dan bu yana dünya ekonomisi denilen bir olgu varken, küreselleşme denilen şey, ne türden bir farklılık getirmektedir ki, bu denli üzerinde durulmaktadır?" Tabii olarak Schmidt de biliyor ki, tek farklılık medyanın pompalaması, göz boyamasıdır.
Evet, Amerikan medyası insanları uyutuyor, uyuşturuyor, kendine köle yapıyor. Amerikan medyasını bu işi nasıl yaptığını, Noam Chomsky, Körfez savaşını örnek göstererek, şöyle anlatır: "Zavallı bir kuşun petrole bulanmış çaresiz görüntüsü karşısında dehşete kapılıp, lanetler yağdıracak kadar hassas olduğumuz günlerde, nasıl oldu da Irak'taki çoğu kadın ve çocuk yüz bine yakın insanın gökyüzünden yağan bombalar altında ölümümü odalarımızdan havai fişek gösterileri seyreder gibi seyrettik? Ne oldu da, ölüm gibi son derece hayata dair sahici bir hadise, medya şölenine, gösteriye dönüştü? Ne oldu da biz, ölümü tepkisiz, şaşkın belki de biraz zevkle seyreder hale geldik?"
Eğer medyanın etkisinden kendimizi koruyamazsak, daha doğrusu medyamızı doğru seçemezsek, işte böyle hallere düşmemiz mukadder olur. Amerikan medyası, 10 yıl önce Fransa'da meydana gelmiş bir kazada çekilmiş petrole bulamış bir kuşun görüntüsü, Körfez savaşına aitmiş gibi gösterir ve saf beyinleri teslim alır. Beyinleri teslim aldıktan sonrası ise, gayet kolaydır. Kurtuluş yok mu, çaresiz miyiz? Hayır, hayır, binlerce hayır. Kurtuluş ve çareyi, Kuvay-ı Milliye ekibi Anadolu'yu karış karış gezerek anlatıyor. Millet, bu ekibi izlemeye ve desteklemeye devam ederse, zafer belki yarın, belki de yarından yakın olacaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018