1940 yılında ülkenin gereksinimden doğan Köy Enstitüleri, oy kaygısıyla 1946'da Hasan Ali Yücel'in Bakanlıktan ve İsmail Hakkı Tonguç'un Genel Müdürlükten alınmaları ile amacından uzaklaştırılmıştır. Çünkü bu okullar Öğretmen Okulu adıyla açık tutulmuştur.
Talip Apaydın'ın bir anısını yazacağım bu yazımda:
Kurban Bayramı tam kışın ortasındaydı. Hava soğuktu. Kar, fırtına… Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Sular donmuştu. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyor, ders çalışamıyorduk. Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk. Musluklardan su akmıyordu. Ellerimizi, yüzümüzü yıkamak için dere kenarına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
… Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler. Müdürümüz Rauf İnan, merdivende bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Boz urbaları içinde yağız çehresiyle bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce biz de pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.
"Arkadaşlar!" diye başladı. Korkan insanın muhakkak yenileceğini, korktuğuna uğrayacağını söyledi. Hava soğuk ama siz isterseniz üşümezsiniz. Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz, sonra yapacağımız iki iş var: Ya içeri girip sıralarda büzülmek, zamanımızı faydasız geçirmek yahut da kazmayı, küreği alıp santral kanalını temizlemeye gitmek. İnanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
… Ben, şimdi kazmamı, küreğimi alıp kanala gidiyorum. Çünkü kanal açılınca elektriğimiz yanacak. Kitap okuyacak, ders çalışabileceksiniz. Sularımız akacak, yıkanabileceksiniz. Bizim asıl bayramımız, yurdumuzun bu gerilikten, karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır. Parolamız: Bayramda çalışırız bayramlar için. Ben gidiyorum gelmek isteyenler gelsin. Hepimiz geleceğiz diye bağırmıştık. Bayramda çalışırız bayramlar için! Altı yüz kişi böyle bağırdık. Kazma küreklerimizi işlikten alarak kanala yöneldik. 10'ar metre ara ile dizildik. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyordu.
… Müdürümüz, öğretmenlerimiz, başımızda dört dönüyorlardı. Bazen adam boyunda buz parçalarını kucaklayıp çıkarıyoruz kıyıya. Bir gürültüdür gidiyor kanal boyunca. Bayramda çalışırız bayramlar için! Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış gününde bu seslere anlam veremiyorlar herhalde.
O gün kanalın yarısını açtık. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık. Nazlı bir gelin getirir gibi önünden, ardından yürüyerek, türküler, marşlar söyleyerek getirdik. Geç zamanda santral havuzuna döndük. Bir baktık okulun balkonuna çakılı "Ç E K" yandı.(Çifteler Köy Enstitüsü) Sevindik, üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.
Müdürümüz bir tümseğe çıktı başarımızı tebrik etti. Şimdi depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanın huzuru içinde uyuyun. Biz bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz. Yükselteceğiz! diye bağırdık. Unutulmaz bir bayram yaşamıştık.
O insanlar, öğrenciler Türkiye'yi de yükselteceklerdi. Bayramda bile çalışacaklardı bayramlar için. Ama izin vermediler. Aydınlıktan korktular. Karanlığın bilinmezliğine sığındılar. Bu güzel kuruluşu kapatarak, büyük ve aydınlık Türkiye ülküsüne izin vermediler.
Köy Enstitü çıkışlı yazarımızdan alınan bu öykü, Köy Enstitülerini ve ülküsünü tanıttı sanıyorum.
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023