‘Ben Kâim-i Âl-i Muhammed’im’
Ben-i Raşid kabilesinden Raşid isimli bir zat İmam Mehdi ile görüştü. İmam Mehdi bu görüşmede buyurdu ki: “Ben Kâim-i Âl-i Muhammed’im! Ben ahir zamanda, bu kılıcımla kıyam edecek olan şahısım. Yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan benim"
29.09.2021 06:00:00





Büyük mühaddislerden olan Ahmed b. Faris Edib şöyle rivayet ediyor:
Hemedan'da Ben-i Raşid olarak meşhur olan bir taife vardı, bunların hepsi Şii ve İsna Aşeri idiler. Onlardan bazılarına, "Neden Hemedan halkı arasında sadece sizler Şiisiniz?" diye sordum. Aralarından, simasından salih ve mü'min biri olduğu belli olan yaşlı birisi şöyle dedi: "Bizim Şii olmamızın nedeni şudur ki; bizim dedemiz olan Raşid -ki bizim kabilemiz ona mensuptur- bir yıl Mekke'ye gitti, o şöyle diyordu: Mekke'den döndüğümde birkaç konak yol kat ettikten sonra deveden inip biraz yaya olarak yürümek istedim. Bunun üzerine deveden inip epeyce yaya olarak yürüdüm. Yorulup güçsüzleşince kendi kendime şöyle dedim: Yorgunluğumun çıkması için biraz yatayım, kafile yetişince kalkarım. Bu düşünceyle yattım ama güneşin sıcaklığını bedenimde hissedince uyandım. Uyandığımda kafilenin geçip gittiğini ve o çölde kimsenin olmadığını anladım. Bundan dolayı dehşete kapıldım. Çünkü ne yolu tanıyordum ve ne de kafileden bir eser göze çarpıyordu. Allah'a tevekkül ederek şöyle dedim: Yoluma devam edeceğim, Allah nereye isterse oraya götürecektir.
Fazla bir yol kat etmemiştim ki aniden yeşillik ve bayındır bir yerde olduğumu gördüm, sanki oraya yeni yağmur yağmıştı, toprağı ise çok güzel kokulu bir toprak idi. O bölgede kılıç gibi parlayan bir saray gördüm. Kendi kendime dedim ki: Keşke, şimdiye kadar eşini ve benzerini görmediğim ve duymadığım bu sarayın ne ve kimin malı olduğunu bir bilseydim! Derken o saraya doğru hareket ettim. Sarayın kapısına yetiştiğimde, beyaz derili iki hizmetçinin olduğunu gördüm. Selam verdim, onlar en güzel bir şekilde selamının cevabını verdiler. Sonra bana, 'Otur! Allah senin mutluluğunu istemiştir' dediler. Ben de orada oturdum. Onlardan biri saraya girdi, kısa bir süre sonra dışarı çıkarak, 'Kalk içeri gir' dedi. Sarayın içerisine girdiğimde, çok azametli ve eşsiz bir saray olduğunu gördüm. Hizmetçi ileri giderek, odanın kapısına asılan perdeyi kenara itti, derken odanın ortasında oturmuş olan bir genci gördüm; bir kılıç da onun başının üzerine asılmıştı, neredeyse kılıcın ucu onun başına dokunacaktı. O genç, karanlık bir gecede parlayan dolunay gibi nurlu idi. Ben selam verdim, o da en güzel bir şekilde cevap verdi. Sonra şöyle buyurdu: 'Benim kim olduğumu biliyor musun?' 'Allah'a and olsun ki hayır' dedim. Buyurdu ki: 'Ben Kâim-i Âl-i Muhammed'im! Ben ahir zamanda, bu kılıcımla kıyam edecek olan şahısım. Yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan benim.'
Bu sözü duyunca yere kapanıp yüzümü toprağa sürdüm. Buyurdu ki: 'Böyle yapma, ayağa kalk. Sen Hemedan halkından falan şahıssın.' Arz ettim ki: 'Evet, ey efendim ve mevlam.' Buyurdu ki: 'Ailenin yanına dönmek istiyor musun?' Arz ettim ki: 'Evet, ey mevlam! Onların yanına dönerek Allah'ın bana lutufta bulunduğu bu kerameti onlara anlatmak ve onları müjdelemek istiyorum.'
İmam (a.s) bu esnada hizmetçisine işaret etti, o da elimden tutarak bana bir kese para verdi ve benimle birlikte dışarı çıktı. Birkaç adım attıktan sonra aniden birtakım gölgeler, ağaçlar ve caminin minaresini gördüm. Benimle birlikte olan şahıs, 'Burayı tanıyor musun?' diye sordu.
'Bizim şehrimizin yakınında Esed Abad isminde bir şehir vardır, burası o şehre benziyor' dedim. Buyurdu ki: 'Evet, burası Esed Abad'dır; git muvaffak olasın.'
Bu esnada o adam gözümden kayboldu, her tarafa baktım artık onu göremedim. Sonra Esed Abad'a gittim, orada keseyi açınca, içerisinde kırk veya elli dinar olduğunu gördüm. Oradan da Hemedan'a giderek akrabalarımı bir araya toplayıp başımdan geçen olayı onlara anlattım. O paralar yanımızda bulunduğu müddetçe, sürekli refah, hayır ve bereket içerisinde yaşıyorduk."
(Bihar, c.52, s.41).
Hemedan'da Ben-i Raşid olarak meşhur olan bir taife vardı, bunların hepsi Şii ve İsna Aşeri idiler. Onlardan bazılarına, "Neden Hemedan halkı arasında sadece sizler Şiisiniz?" diye sordum. Aralarından, simasından salih ve mü'min biri olduğu belli olan yaşlı birisi şöyle dedi: "Bizim Şii olmamızın nedeni şudur ki; bizim dedemiz olan Raşid -ki bizim kabilemiz ona mensuptur- bir yıl Mekke'ye gitti, o şöyle diyordu: Mekke'den döndüğümde birkaç konak yol kat ettikten sonra deveden inip biraz yaya olarak yürümek istedim. Bunun üzerine deveden inip epeyce yaya olarak yürüdüm. Yorulup güçsüzleşince kendi kendime şöyle dedim: Yorgunluğumun çıkması için biraz yatayım, kafile yetişince kalkarım. Bu düşünceyle yattım ama güneşin sıcaklığını bedenimde hissedince uyandım. Uyandığımda kafilenin geçip gittiğini ve o çölde kimsenin olmadığını anladım. Bundan dolayı dehşete kapıldım. Çünkü ne yolu tanıyordum ve ne de kafileden bir eser göze çarpıyordu. Allah'a tevekkül ederek şöyle dedim: Yoluma devam edeceğim, Allah nereye isterse oraya götürecektir.
Fazla bir yol kat etmemiştim ki aniden yeşillik ve bayındır bir yerde olduğumu gördüm, sanki oraya yeni yağmur yağmıştı, toprağı ise çok güzel kokulu bir toprak idi. O bölgede kılıç gibi parlayan bir saray gördüm. Kendi kendime dedim ki: Keşke, şimdiye kadar eşini ve benzerini görmediğim ve duymadığım bu sarayın ne ve kimin malı olduğunu bir bilseydim! Derken o saraya doğru hareket ettim. Sarayın kapısına yetiştiğimde, beyaz derili iki hizmetçinin olduğunu gördüm. Selam verdim, onlar en güzel bir şekilde selamının cevabını verdiler. Sonra bana, 'Otur! Allah senin mutluluğunu istemiştir' dediler. Ben de orada oturdum. Onlardan biri saraya girdi, kısa bir süre sonra dışarı çıkarak, 'Kalk içeri gir' dedi. Sarayın içerisine girdiğimde, çok azametli ve eşsiz bir saray olduğunu gördüm. Hizmetçi ileri giderek, odanın kapısına asılan perdeyi kenara itti, derken odanın ortasında oturmuş olan bir genci gördüm; bir kılıç da onun başının üzerine asılmıştı, neredeyse kılıcın ucu onun başına dokunacaktı. O genç, karanlık bir gecede parlayan dolunay gibi nurlu idi. Ben selam verdim, o da en güzel bir şekilde cevap verdi. Sonra şöyle buyurdu: 'Benim kim olduğumu biliyor musun?' 'Allah'a and olsun ki hayır' dedim. Buyurdu ki: 'Ben Kâim-i Âl-i Muhammed'im! Ben ahir zamanda, bu kılıcımla kıyam edecek olan şahısım. Yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan benim.'
Bu sözü duyunca yere kapanıp yüzümü toprağa sürdüm. Buyurdu ki: 'Böyle yapma, ayağa kalk. Sen Hemedan halkından falan şahıssın.' Arz ettim ki: 'Evet, ey efendim ve mevlam.' Buyurdu ki: 'Ailenin yanına dönmek istiyor musun?' Arz ettim ki: 'Evet, ey mevlam! Onların yanına dönerek Allah'ın bana lutufta bulunduğu bu kerameti onlara anlatmak ve onları müjdelemek istiyorum.'
İmam (a.s) bu esnada hizmetçisine işaret etti, o da elimden tutarak bana bir kese para verdi ve benimle birlikte dışarı çıktı. Birkaç adım attıktan sonra aniden birtakım gölgeler, ağaçlar ve caminin minaresini gördüm. Benimle birlikte olan şahıs, 'Burayı tanıyor musun?' diye sordu.
'Bizim şehrimizin yakınında Esed Abad isminde bir şehir vardır, burası o şehre benziyor' dedim. Buyurdu ki: 'Evet, burası Esed Abad'dır; git muvaffak olasın.'
Bu esnada o adam gözümden kayboldu, her tarafa baktım artık onu göremedim. Sonra Esed Abad'a gittim, orada keseyi açınca, içerisinde kırk veya elli dinar olduğunu gördüm. Oradan da Hemedan'a giderek akrabalarımı bir araya toplayıp başımdan geçen olayı onlara anlattım. O paralar yanımızda bulunduğu müddetçe, sürekli refah, hayır ve bereket içerisinde yaşıyorduk."
(Bihar, c.52, s.41).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.