Osman Nihat Akın'ın nihavend bestesi 'Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' son günlerde belki de vatandaşın durumunu en iyi anlatan şarkı haline geldi. Özellikle de asgari ücretlinin durumu içler acısı. Yoksulluk ve açlık sınırının rakamları ortadayken ölmeme sınırı diye de bir sınır konulsa herhalde fena olmaz. Çünkü insanımız ölmeyecek kadar yaşıyor. Artık bu durum öyle aşikar ki kabinedeki bakanlar bile itiraf eder oldu. Diğer taraftan ülkemiz daha vakit olmasına rağmen adeta birkaç haftaya seçim varmış gibi bir havaya sokuldu. Kamuoyu araştırması sonuçları, parti liderlerinin miting havasında yaptığı toplantılar, karşılıklı atışmalar derken acaba erken seçim mi var soruları da zaman zaman basında yer buluyor.
Bütün bunlar olup biterken, bir taraftan da ittifak görüşmeleri, netleşenler, olabilecek ihtimaller üzerine görüşler, olasılık hesapları da kahvehanelerden, şirket ortamlarına, TV programlarına, köşe yazılarına kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Herkes kendi gönlünde olanı ya da kendi mantığına yatanı söylüyor, öyle olmasını arzu ediyor elbette. Yeni Çağ gazetesindeki bir yazıya göre cumhur ittifakına karşı yüzde 90 ihtimalle gerçekleşecek gibi görünen karşı ittifak; İyi Parti, Demokrat Parti ve Saadet Partisi ittifakıymış. Ne diyelim? Hayırlı olsun.
Şu anda seçime girme hakkına sahip partiler arasında olabilecek bütün ihtimalleri değerlendiren herkes şunu görür ki aslında kimin kiminle ittifak ettiği ?hangisi hangisiyle anlaşabilir, anlaşamaz diye bakmadan? ülkeye sunabilecekleri çözümler bağlamında değerlendirildiğinde hiç fark etmez.
Neden derseniz; Türkiye'nin şu anda en büyük ve önemli sorunu ekonomidir. Birçok diğer sorun da ekonomi düzlüğe çıktığında dolaylı olarak hallolacaktır. İç politika, dış politika, terör de dahil olmak üzere sorunlar değerlendirildiğinde hepsinin temelinde ekonomik nedenler olduğunu görüyoruz. Mevcut alternatifler olarak sunulan partilerin hepsinin programı kapitalizm üzerine kuruludur. Hepsi AB'ye girme hedefini, NATO ülkeleri ile ortak hareket etmeyi, ABD ile stratejik ortaklığı sürdürmeyi hedeflerler. Tarımı, hayvancılığı, sanayiyi ayağa kaldırmaya yönelik kayda değer bir çözümleri yoktur. Hepsi geliri vergilerden sağlamayı öngörürler.
Geçen seçimlerdeki asgari ücret tartışmalarını hatırlayın lütfen. 1200 mü olsun, 1300 mü olsunun ötesine geçemediler. Kimi bu durumu açıkça ifade eder, kimi öyle yapmayacakmış gibi konuşup, yan çizer ama nihai olarak olacak aynısıdır. Amerika'ya, İsrail'e ya da AB'ye mikrofonlardan bir şeyler demenin, eleştirmenin bir anlamı olmadığını zaten hepimiz biliyoruz. Söylenenlere değil, uygulamaya bakmak lazım. Kapitalist olmadığını iddia edenler de olabilir içlerinde ama onlarınki de kapitalizmin yeşile boyanmış halidir ve daha önce iktidarda oldukları dönemlerde neler yaptıklarına ya da yapamadıklarına da hepimiz şahidiz. Kapitalizmin artık tüm dünyada bir sömürü sistemine dönüştüğünün ve çökmekte olduğunun bütün aklı başında ülkelerce görüldüğü ve alternatif arayışlarının çoktan başladığı, hatta alternatifle kalmayıp özellikle ABD'nin B, C, D planlarını yapmakta olduğunu da görüyoruz. Ortadoğu'yu işgalinin sebebinin kendine kaynak ve yeni vatan arayışı olduğu aşikar. Rusya'nın Çin'in ise bu arayışı çoktan sonuçlandırdığını biliyoruz.
Öyleyse biz niye tüm dünyanın artık vazgeçmeye çalıştığı, zaten problemlerin sebebi olan, ülkeleri çözümsüzlüğe götüren bir sistemi önümüze tekrar tekrar getirenlerin peşinden gitmeye kalkıyoruz? Siyasiler elbette ki ?işleri bu? varlıklarını sürdürebilmek, iktidar olabilmek için çözümsüzlüğü bize çözümmüş gibi sunmaya çalışacaklardır. 'Biz birleştik, güçlendik, birlikte size hizmet edeceğiz' diyeceklerdik. Ancak burada iş, biz vatandaşlara düşüyor. Artık şunu diyebilmeliyiz; 'Kardeşim, alayınız da ittifak etseniz, birbirinizden pek de bir farkınız yok, çözümünüz yok, olsa zaten bugüne kadar uygulardınız, ülke bu hale gelmezdi. Benim karnımı doyuramıyorsunuz, sırtımı giydiremiyorsunuz, işsizlik almış yürümüş, eğitim, sağlık, yargı her biri ayrı bir yara. Daha ben size niye oy vereyim?'
Peki o zaman ülke olarak da mı tek ihtimalimiz topyekun ölmek? Yok olmak? Sürünmek? Münir Nurettin'in segah şarkısındaki gibi dönülmez akşamın ufkunda mıyız? Vakit çok mu geç? Elbette ki hayır. Dünyada 4 milyar insanın peşinden koştuğu, uyguladığı Milli Ekonomi Modeli bizim için de dünya için de tek çözümdür. Bütün dertlerimizin dermanıdır. Çözümsüzlerin bir araya gelip daha büyük çözümsüzlükler oluşturması bizim dertlerimize derman olmak şöyle dursun, ancak neşter vurup daha da çok kanatmaya yarar. Yapılması gereken reel bir proje ortaya koymaktır. Atatürk Türkiye'sinin ihtiyacı olan, onun cumhuriyetin ilanından sonra başlattığı kalkınmayı her alanda devam ettirecek ve daha da ileriye götürecek bu proje de Prof. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir. Aksi söylemlere bel bağlamak, umut bağlamak sadece boş hayaldir...
Bütün bunlar olup biterken, bir taraftan da ittifak görüşmeleri, netleşenler, olabilecek ihtimaller üzerine görüşler, olasılık hesapları da kahvehanelerden, şirket ortamlarına, TV programlarına, köşe yazılarına kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Herkes kendi gönlünde olanı ya da kendi mantığına yatanı söylüyor, öyle olmasını arzu ediyor elbette. Yeni Çağ gazetesindeki bir yazıya göre cumhur ittifakına karşı yüzde 90 ihtimalle gerçekleşecek gibi görünen karşı ittifak; İyi Parti, Demokrat Parti ve Saadet Partisi ittifakıymış. Ne diyelim? Hayırlı olsun.
Şu anda seçime girme hakkına sahip partiler arasında olabilecek bütün ihtimalleri değerlendiren herkes şunu görür ki aslında kimin kiminle ittifak ettiği ?hangisi hangisiyle anlaşabilir, anlaşamaz diye bakmadan? ülkeye sunabilecekleri çözümler bağlamında değerlendirildiğinde hiç fark etmez.
Neden derseniz; Türkiye'nin şu anda en büyük ve önemli sorunu ekonomidir. Birçok diğer sorun da ekonomi düzlüğe çıktığında dolaylı olarak hallolacaktır. İç politika, dış politika, terör de dahil olmak üzere sorunlar değerlendirildiğinde hepsinin temelinde ekonomik nedenler olduğunu görüyoruz. Mevcut alternatifler olarak sunulan partilerin hepsinin programı kapitalizm üzerine kuruludur. Hepsi AB'ye girme hedefini, NATO ülkeleri ile ortak hareket etmeyi, ABD ile stratejik ortaklığı sürdürmeyi hedeflerler. Tarımı, hayvancılığı, sanayiyi ayağa kaldırmaya yönelik kayda değer bir çözümleri yoktur. Hepsi geliri vergilerden sağlamayı öngörürler.
Geçen seçimlerdeki asgari ücret tartışmalarını hatırlayın lütfen. 1200 mü olsun, 1300 mü olsunun ötesine geçemediler. Kimi bu durumu açıkça ifade eder, kimi öyle yapmayacakmış gibi konuşup, yan çizer ama nihai olarak olacak aynısıdır. Amerika'ya, İsrail'e ya da AB'ye mikrofonlardan bir şeyler demenin, eleştirmenin bir anlamı olmadığını zaten hepimiz biliyoruz. Söylenenlere değil, uygulamaya bakmak lazım. Kapitalist olmadığını iddia edenler de olabilir içlerinde ama onlarınki de kapitalizmin yeşile boyanmış halidir ve daha önce iktidarda oldukları dönemlerde neler yaptıklarına ya da yapamadıklarına da hepimiz şahidiz. Kapitalizmin artık tüm dünyada bir sömürü sistemine dönüştüğünün ve çökmekte olduğunun bütün aklı başında ülkelerce görüldüğü ve alternatif arayışlarının çoktan başladığı, hatta alternatifle kalmayıp özellikle ABD'nin B, C, D planlarını yapmakta olduğunu da görüyoruz. Ortadoğu'yu işgalinin sebebinin kendine kaynak ve yeni vatan arayışı olduğu aşikar. Rusya'nın Çin'in ise bu arayışı çoktan sonuçlandırdığını biliyoruz.
Öyleyse biz niye tüm dünyanın artık vazgeçmeye çalıştığı, zaten problemlerin sebebi olan, ülkeleri çözümsüzlüğe götüren bir sistemi önümüze tekrar tekrar getirenlerin peşinden gitmeye kalkıyoruz? Siyasiler elbette ki ?işleri bu? varlıklarını sürdürebilmek, iktidar olabilmek için çözümsüzlüğü bize çözümmüş gibi sunmaya çalışacaklardır. 'Biz birleştik, güçlendik, birlikte size hizmet edeceğiz' diyeceklerdik. Ancak burada iş, biz vatandaşlara düşüyor. Artık şunu diyebilmeliyiz; 'Kardeşim, alayınız da ittifak etseniz, birbirinizden pek de bir farkınız yok, çözümünüz yok, olsa zaten bugüne kadar uygulardınız, ülke bu hale gelmezdi. Benim karnımı doyuramıyorsunuz, sırtımı giydiremiyorsunuz, işsizlik almış yürümüş, eğitim, sağlık, yargı her biri ayrı bir yara. Daha ben size niye oy vereyim?'
Peki o zaman ülke olarak da mı tek ihtimalimiz topyekun ölmek? Yok olmak? Sürünmek? Münir Nurettin'in segah şarkısındaki gibi dönülmez akşamın ufkunda mıyız? Vakit çok mu geç? Elbette ki hayır. Dünyada 4 milyar insanın peşinden koştuğu, uyguladığı Milli Ekonomi Modeli bizim için de dünya için de tek çözümdür. Bütün dertlerimizin dermanıdır. Çözümsüzlerin bir araya gelip daha büyük çözümsüzlükler oluşturması bizim dertlerimize derman olmak şöyle dursun, ancak neşter vurup daha da çok kanatmaya yarar. Yapılması gereken reel bir proje ortaya koymaktır. Atatürk Türkiye'sinin ihtiyacı olan, onun cumhuriyetin ilanından sonra başlattığı kalkınmayı her alanda devam ettirecek ve daha da ileriye götürecek bu proje de Prof. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir. Aksi söylemlere bel bağlamak, umut bağlamak sadece boş hayaldir...
Asude Havuzlu / diğer yazıları
- Mutluluk… / 22.11.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020