Bir önceki yazımızda, 2010 ve 2017 yıllarında yapılan Anayasa değişiklikleri sonucunda yasama ve yargı organlarının yürütme organının kontrolüne, yürütmenin de tek bir kişinin eline verilmiş olmasından bu sebeple de kuvvetler ayrılığı ilkesinin zayıflatıldığından ve günümüzde antidemokratik bir ortamın oluşmasına sebep olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Devamla, temsilde adaletin olmadığı ve yürütme organının emrine girmiş bir meclis ile yapılacak anayasa değişikliği ile demokratik hukuk devleti olma yolunda ilerlemenin mümkün olmadığını hatta bizi daha da geriye götüreceğinden bahsetmiştik.
2010 ve 2017 değişliği sonrasında öyle bir sisteme geçiş yaptık ki, dünyada örneği olmayan bu sisteme isim bulmakta zorlandık. Bu nedenle olacak ki partili cumhurbaşkanlığı sistemi ya da Türk tipi başkanlık sistemi dedik. İsim bulmakta zorlandık, çünkü demokratik sistemler içinde böyle bir sistem tarifi yok. Yaptığımız sistem değişikliği değilse biz neyi değiştirdik? Kanaatimizce adı konmamış bir rejim değişikliği yaptık. Yani demokratik rejimden başka bir rejime geçtik.
Netice itibariyle öylesine köklü bir değişiklik karşımıza çıktı ki; yasama, yürütme ve yargı üzerinde gücünü büyük oranda tek kişinin emrine verdik. Aslında bu rejimin adını Üstad Haydar Baş yıllar önce koydu: 'Demokratik krallık.'
Yani halk sandık başına gidip bir yönetici seçecek. Yöneticiyi halk seçecek ancak seçtiği kişi kral yetkileri ile donatılmış olacak. Ülkemizin içinde bulunduğu yönetim tarzı iki kelime ile ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bugün yaşadığımız onca olay sonucunda bu kavram ile anlatılmak isteneni gayet iyi anlıyoruz. Ancak Prof. Baş, bu tespiti 2010 yılında yapmıştı. Hakikaten de cumhurbaşkanı yürütme organının başında.
Cumhurbaşkanı partili olduğu için Meclis'te istediği kanunu çıkarabilecek partinin genel başkanı. Yani yasama organı olan TBMM'nin fiilen başında. Meclis'te yasa çıkarken cumhurbaşkanı ve bakanlar el kaldırmıyor ama yasa teklifleri Külliye'de hazırlanıyor. Ve Külliye'den nasıl gelirse Meclis'ten öyle geçiyor. Eğer cumhurbaşkanının istediği yasa, Meclis'ten çıkmazsa, hayır diyen milletvekillerinin bir sonraki seçim dönemini görmesi zor.
Cumhurbaşkanı, yargıyı oluşturan tüm hâkim ve savcıların atamalarını yapan, soruşturmalarını yürüten ve özlük dosyalarını tutan, yargının beyni mesabesinde olan HSK'ya fiilen hâkim.
HSK üyelerinin bir kısmını cumhurbaşkanı sıfatıyla bizzat, bir kısmını iktidar partisinin genel başkanı sıfatıyla TBMM aracılığı ile belirlemekte. Yargı organlarından gelen kontrol dışı üye olursa da HSK Başkanı sıfatını taşıyan Adalet Bakanı eliyle pasif hale getirme yetkisine sahip.
Cumhurbaşkanı, yüksek yargı organlarına üye ataması, üniversitelere rektör ataması gibi bağımsız olması gereken kurumlara da atamalar yapma yetkisine sahip.
Yani eskiden parlamenter sistemde cumhurbaşkanına tanınan yetkiler halen devam etmekle birlikte, başbakanlık yetkileri de cumhurbaşkanına verilmiş. Yetmemiş bakanların özgül ağırlıkları sıfırlanmış, yetmemiş yargı üzerinde de vesayet kurmasına imkân tanınmış. Devleti oluşturan tüm kurumların içi boşaltılmıştır. Kurumlar üzerine inşa edilmiş olan devlet tek kişi üzerine inşa edilmiştir. Yürütmeyi tek başına elinde tutan, yukarıda özetlemeye çalıştığımız şekilde yasama organını ve yargı organın tek kişinin vesayetinde olduğu rejimin demokratik olmadığı açık.
"Seçim var. Ülkemizdeki yöneticiyi millet seçiyor. Seçim varsa demokrasi vardır" diyebilirsiniz. İşte bu nedenle 10 yıl önce Prof. Dr. Haydar Baş, yüzde 100 isabetle bunun adını koydu; 'demokratik krallık.'
- Toplumsal barış projesi üzerine bir analiz – 2 / 10.03.2023
- Toplumsal Barış Projesi üzerine bir analiz - 1 / 09.03.2023
- Doğuştan imtiyazlı muhalefet / 14.01.2023
- AKP gömleğini çıkarmamış muhalefet / 13.01.2023
- Paraya hükmetme çağı / 26.07.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı -5- / 10.01.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı -3- / 08.01.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı / 06.01.2022
- Ekonomide ağır faturalar ödemeye hazır mısınız? / 18.11.2021