Müslümanlara karşı Hıristiyan ve Yahudiler, dini bir savaş açtılar. İnançlarının gereğini yerine getirdikleri için de, yaptıklarını gizlemeye ihtiyaç duymuyorlar. Zaten savaşın gizlenecek bir tarafı da olmaz. Onun için savaş plânlarını açık seçik söylüyor ve uyguluyorlar. Başlatılan bu son savaş, Hıristiyan ve Yahudilerin ortak inancına dayandırılmaktadır. Ortak inanç şudur: “Müslümanlar yok edilecek, ondan sonra Mesih gelecek ve ‘Tanrı’nın Krallığı’ kurulacaktır.” Bu inanca, ‘Kaderi Tezahür Ettirme’ fikrini ortaya atarak, bir de ırki boyut eklediler. Söz konusu fikre göre, Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık Yahudilerin yitik kabilelerinden oluşmaktadır. Nasıl ki, Yahudiler dünyayı yönetmekle görevli ise, yitik kabilelerden oluşan ABD ve İngiltere de, aynı şekilde görevlidirler. Onların görevi Yahudilere her alanda yardım etmektir. Köktendinci Herbert W. Armstrang, bu fikri savunanlardan biridir. Armstrang, “başta Birleşik Devletler olmak üzere Anglosakson ülkelerine bu görevi Tanrı’nın verdiğini” söylüyor.
Tanrı’nın Krallığı’nı gerçekleştirmek için CFR toplantılarında alınan karar üzerine NATO kurulmuştur. Malumdur ki CFR, ABD’yi perde arkasından idare eden bir kuruluştur ve bu kuruluşa Yahudiler egemendir. Bir başka deyişle, NATO’nun kuruluş fikri Yahudilere aittir, görevi Hıristiyan ve Yahudilerin ortak inançlarının gereğini yerine getirmektir. İskoçya’da yapılan NATO toplantısında dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, “NATO’nun düşmanı İslâm’dır” diyerek, bilinen gerçeği, resmen bütün dünyaya bir kere daha ilân etti. Sembolü haç olan askeri bir kuruluşun, İslâm’dan başka düşmana kim olabilir ki. Gayet tabiidir ki, İslâm olacaktır. İyi de, düşmanı İslâm olan askeri bir kuruluşta Müslüman Türkiye’nin işi ne? Bu sorunun mantıklı bir cevabı olabilir mi?
Bakınız, Pentagon sürekli dini referansları kullanmaktadır. Öyle ki, geliştirdiği silâhlara bile, dini isimler vermektedir. Meselâ, derine gömülmüş sığınakları yıkacak güçte imal edilmiş bir silâhın ismi “Tanrı’nın Sopaları”dır. Bazıları, “Hıristiyan köktendincilerden söz ediyorsun, ABD’nin yöneticileri bu inançta değildir” diyebilirler. Nitekim de diyorlar. Diyorlar ama gerçek onların dediği gibi değildir. Gazeteci Chris Hedges yazdığı “Amerikan Faşistleri” adlı kitapta, “Amerikan yönetimine bu kişilerin egemen olduğunu ve özellikle Cumhuriyetçi kanadın tamamen bunlardan oluştuğunu” söylüyor.
ABD’nin bir de ‘Bariz Kader Doktrini’ vardır ve ona herkes gönülden inanmaktadır. Bu doktrine göre, tanrı, ABD’nin kaderini çizmiştir. ABD’liler tanrı tarafından verilmiş kutsal bir görevi yapıyorlar. Kızılderililerin öldürülmesi, ormanlarının, madenlerinin yağmalanması… gibi işler, hep Tanrı’nın emri gereği yapılmaktadır. Sadece bunlar mı? Hayır, İslâm ülkelerinin işgali ve o ülkelerde yapılan zulümler, onlara göre Tanrı’nın emridir.
Görülen o ki, ABD ve İsrail, zulmü ve sömürüyü dini bir gerekçeye dayandırmışlar. Bu dini gerekçeyi görmezden gelerek, ABD emperyalizmine karşı çıkanlar, büyük bir yanılgı içerisindedirler. Böyle bir hareket, dini savaşa, dinsiz direniş demektir ki, başarısızlık kaçınılmazdır. Bunca yıldır yapılan mücadelelerin sonuçları, bu gerçeği teyit etmektedir.
Sapık bir dine dayanılarak dini savaşı başlatılmışsa –ki başlatılmıştır- yapılması gereken gerçek din ile yani İslâm’la karşı koymaktır. Başka bir ifadeyle, Batı’nın sahte, köksüz, aldatıcı, insanlığa hiçbir fayda sağlamayan değerlerine karşı, İslâm’ın evrensel değerlerini gündeme getirmek ve yaymak gerekmektedir. İslâm dünyasında ise yapılan şudur: Kimisi, başlatılan dini savaşa, bilerek veya bilmeyerek destek veriyor. Kimisi de, Batı emperyalizmine, Batı’nın yol, yöntem ve değerleriyle karşı çıkıyor. İslâm’a dayanarak direniş sergileyenler hiç yok mu? Elbette vardır, ama maalesef onlar da çok azdır. Böyle olmasına rağmen, Batılı emperyalistlerin korkulu rüyası, Müslümanların da tek ümidi bu direnişçilerdir. Ne mutlu o direnişçileri ki, zafer mutlaka onların olacaktır.
Tanrı’nın Krallığı’nı gerçekleştirmek için CFR toplantılarında alınan karar üzerine NATO kurulmuştur. Malumdur ki CFR, ABD’yi perde arkasından idare eden bir kuruluştur ve bu kuruluşa Yahudiler egemendir. Bir başka deyişle, NATO’nun kuruluş fikri Yahudilere aittir, görevi Hıristiyan ve Yahudilerin ortak inançlarının gereğini yerine getirmektir. İskoçya’da yapılan NATO toplantısında dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, “NATO’nun düşmanı İslâm’dır” diyerek, bilinen gerçeği, resmen bütün dünyaya bir kere daha ilân etti. Sembolü haç olan askeri bir kuruluşun, İslâm’dan başka düşmana kim olabilir ki. Gayet tabiidir ki, İslâm olacaktır. İyi de, düşmanı İslâm olan askeri bir kuruluşta Müslüman Türkiye’nin işi ne? Bu sorunun mantıklı bir cevabı olabilir mi?
Bakınız, Pentagon sürekli dini referansları kullanmaktadır. Öyle ki, geliştirdiği silâhlara bile, dini isimler vermektedir. Meselâ, derine gömülmüş sığınakları yıkacak güçte imal edilmiş bir silâhın ismi “Tanrı’nın Sopaları”dır. Bazıları, “Hıristiyan köktendincilerden söz ediyorsun, ABD’nin yöneticileri bu inançta değildir” diyebilirler. Nitekim de diyorlar. Diyorlar ama gerçek onların dediği gibi değildir. Gazeteci Chris Hedges yazdığı “Amerikan Faşistleri” adlı kitapta, “Amerikan yönetimine bu kişilerin egemen olduğunu ve özellikle Cumhuriyetçi kanadın tamamen bunlardan oluştuğunu” söylüyor.
ABD’nin bir de ‘Bariz Kader Doktrini’ vardır ve ona herkes gönülden inanmaktadır. Bu doktrine göre, tanrı, ABD’nin kaderini çizmiştir. ABD’liler tanrı tarafından verilmiş kutsal bir görevi yapıyorlar. Kızılderililerin öldürülmesi, ormanlarının, madenlerinin yağmalanması… gibi işler, hep Tanrı’nın emri gereği yapılmaktadır. Sadece bunlar mı? Hayır, İslâm ülkelerinin işgali ve o ülkelerde yapılan zulümler, onlara göre Tanrı’nın emridir.
Görülen o ki, ABD ve İsrail, zulmü ve sömürüyü dini bir gerekçeye dayandırmışlar. Bu dini gerekçeyi görmezden gelerek, ABD emperyalizmine karşı çıkanlar, büyük bir yanılgı içerisindedirler. Böyle bir hareket, dini savaşa, dinsiz direniş demektir ki, başarısızlık kaçınılmazdır. Bunca yıldır yapılan mücadelelerin sonuçları, bu gerçeği teyit etmektedir.
Sapık bir dine dayanılarak dini savaşı başlatılmışsa –ki başlatılmıştır- yapılması gereken gerçek din ile yani İslâm’la karşı koymaktır. Başka bir ifadeyle, Batı’nın sahte, köksüz, aldatıcı, insanlığa hiçbir fayda sağlamayan değerlerine karşı, İslâm’ın evrensel değerlerini gündeme getirmek ve yaymak gerekmektedir. İslâm dünyasında ise yapılan şudur: Kimisi, başlatılan dini savaşa, bilerek veya bilmeyerek destek veriyor. Kimisi de, Batı emperyalizmine, Batı’nın yol, yöntem ve değerleriyle karşı çıkıyor. İslâm’a dayanarak direniş sergileyenler hiç yok mu? Elbette vardır, ama maalesef onlar da çok azdır. Böyle olmasına rağmen, Batılı emperyalistlerin korkulu rüyası, Müslümanların da tek ümidi bu direnişçilerdir. Ne mutlu o direnişçileri ki, zafer mutlaka onların olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018