Önce yoğun bir AB politikası içine soktular bizi. Gırtlağımıza kadar AB çukuruna batırdılar. Arkadan Ecevit'in kırık kaburgaları gündeme oturdu. Derken Dünya Kupası.
Aşı, işi, ekmeği unutturdular.
Çevremizdeki yangını, patlamaya hazır dinamit lokumlarını unutturdular.
Türkiye, İmparatorluğun vârisi olan bir ülke. Rusya ve İran hariç çevresindeki bütün ülkeler bir zamanlar egemenliği altında idi. Dolayısı ile oradan tevarüs eden bir takım sorunlar var. Rusya ve İran'da da kendi ırkından hiç de küçümsenmeyecek miktarda azınlıklar bulunuyor. Dolayısı ile Türkiye aynı anda birden fazla kulvarda çözüm üretmek, proje koymak durumunda.
Türkiye'nin tek problemi ne AB'dir, ne de Yunanistan.. Türkiye sadece AB veya Yunanistan ile meşgul edilemeyecek kadar büyük devlettir. AB'nin, Yunanistan'ın veya Patrikhane'nin ayak bağı olmasına izin verilmemelidir.
Fakat 1071'den beri gelen sorunların da çocuk ve torunlarımıza intikal ettirilmemesi gerekir.
Bu nasıl olacak?
Dış politik kadroların olaya "Türk" gözlüğü ile bakması göre. İmparatorluğun hariciye kadrosu ehildir fakat kendilerine mutlaka bir bakış açısı verilmelidir. Gözlük sadece uzağı veya yakını değil, aynı anda hem uzağı, hem yakını üstelik 360 derecelik bir açıyla gösterebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
Tabiî gözlüğü takan gözlerin, onun gerisindeki beyinin değerlendirme yeteneği de önemlidir.
Her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından, Türk'e doğru değerlendirilmelidir.
Bir bakın Allah Aşkına... Dışişleri Bakanı Cem.. Fakat ülkenin AB politikasını Yılmaz belirliyor. Devlet Bakanı Gürel "Mesut Yılmaz Türkiye'yi seviyorsa sussun" diyor. Yılmaz Türkiye'yi AB'ye sokmak istiyor, Gürel "almayacaklar" diyor. Bahçeli "AB'ye taraftarız ama dayatma ile olmaz" diyor.
Hepsi aynı bakanlar kurulunda diz dize oturup göz göze bakışıyorlar.
Çiller güya muhalif.. Fakat "mutlaka AB'ye girmeliyiz" diyor.
Kıbrıs söz konusu olunca hiç biri mangalda kül bırakmıyor, kahraman kesiliyorlar.
Fakat Çiller Kıbrıs'ı, 1995 Gümrük Birliği Anlaşması ile Türkiye'nin üyeliği karşılığında bir ölçü olarak ilişkilendirdiğini, masaya koyduğunu; Bahçeli de 1999 Helsinki'de Kıbrıs'ı, Ege'yi, Güneydoğu'yu veren anlaşmanın altına imza attığını unutuyor.
Bahçeli hem "Kim diyor Öcalan'ı asmayacağız diye?" sorusunu soruyor, hem "AİHM kararını bekleyeceğiz" diyor, hem "İdamların 83'den beri uygulanmaması konusundaki moratoryumun altına imza attık" diyor.
Şimdi siz bu açıklamaların ışığı altında MHP'nin idamın kaldırılması konusu Meclis'e geldiğinde hayır oyu vereceğini anladınız. Ama Öcalan'ın asılmasına ne oy vereceğini, hele Özkök'e verdiği şu mülakattan sonra çıkarabildiniz mi?
Bahçeli şu sözleri Ertuğrul Özkök'e söylemiştir: (24 Haziran 2002 Hürriyet)
"Bir, bizim ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız".
Özkök devam ediyor: "Peki Meclis'e geldiği takdirde, bazı milletvekilleri, biraz da seçim ortamının etkisiyle, 'Getirin şu dosyayı Meclis'te oylayalım' derse ne olacak?" Bahçeli'nin cevabı şu: "İdam cezaları uygulanmayacak diyen o moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız.''
Devlet'in egemenliğini ilgilendiren en önemli konularda yürütmenin başındakilerin kafası hayli karışık. Her biri "uyum içinde" kendi politikasını uyguluyor.
Dışişleri Bakanı Cem de dış politikayı bir hobi olarak yapıyor. Kendi önceliklerinin peşinde koşuyor. Derdi, "vizyon ve misyonunu" dünya sosyetesine takdim etmek. Geleceğe oynuyor. DSP'de veliahtlığa soyunuyor.
Cem'in önceliklerinin ne olduğunu Yalçın Küçük yazıyor.
Bu arada da aynı Kıbrıs'ta olduğu gibi Karabağ ve Kerkük'te de atı alan Üsküdar'ı geçiyor.
Aşı, işi, ekmeği unutturdular.
Çevremizdeki yangını, patlamaya hazır dinamit lokumlarını unutturdular.
Türkiye, İmparatorluğun vârisi olan bir ülke. Rusya ve İran hariç çevresindeki bütün ülkeler bir zamanlar egemenliği altında idi. Dolayısı ile oradan tevarüs eden bir takım sorunlar var. Rusya ve İran'da da kendi ırkından hiç de küçümsenmeyecek miktarda azınlıklar bulunuyor. Dolayısı ile Türkiye aynı anda birden fazla kulvarda çözüm üretmek, proje koymak durumunda.
Türkiye'nin tek problemi ne AB'dir, ne de Yunanistan.. Türkiye sadece AB veya Yunanistan ile meşgul edilemeyecek kadar büyük devlettir. AB'nin, Yunanistan'ın veya Patrikhane'nin ayak bağı olmasına izin verilmemelidir.
Fakat 1071'den beri gelen sorunların da çocuk ve torunlarımıza intikal ettirilmemesi gerekir.
Bu nasıl olacak?
Dış politik kadroların olaya "Türk" gözlüğü ile bakması göre. İmparatorluğun hariciye kadrosu ehildir fakat kendilerine mutlaka bir bakış açısı verilmelidir. Gözlük sadece uzağı veya yakını değil, aynı anda hem uzağı, hem yakını üstelik 360 derecelik bir açıyla gösterebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
Tabiî gözlüğü takan gözlerin, onun gerisindeki beyinin değerlendirme yeteneği de önemlidir.
Her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından, Türk'e doğru değerlendirilmelidir.
Bir bakın Allah Aşkına... Dışişleri Bakanı Cem.. Fakat ülkenin AB politikasını Yılmaz belirliyor. Devlet Bakanı Gürel "Mesut Yılmaz Türkiye'yi seviyorsa sussun" diyor. Yılmaz Türkiye'yi AB'ye sokmak istiyor, Gürel "almayacaklar" diyor. Bahçeli "AB'ye taraftarız ama dayatma ile olmaz" diyor.
Hepsi aynı bakanlar kurulunda diz dize oturup göz göze bakışıyorlar.
Çiller güya muhalif.. Fakat "mutlaka AB'ye girmeliyiz" diyor.
Kıbrıs söz konusu olunca hiç biri mangalda kül bırakmıyor, kahraman kesiliyorlar.
Fakat Çiller Kıbrıs'ı, 1995 Gümrük Birliği Anlaşması ile Türkiye'nin üyeliği karşılığında bir ölçü olarak ilişkilendirdiğini, masaya koyduğunu; Bahçeli de 1999 Helsinki'de Kıbrıs'ı, Ege'yi, Güneydoğu'yu veren anlaşmanın altına imza attığını unutuyor.
Bahçeli hem "Kim diyor Öcalan'ı asmayacağız diye?" sorusunu soruyor, hem "AİHM kararını bekleyeceğiz" diyor, hem "İdamların 83'den beri uygulanmaması konusundaki moratoryumun altına imza attık" diyor.
Şimdi siz bu açıklamaların ışığı altında MHP'nin idamın kaldırılması konusu Meclis'e geldiğinde hayır oyu vereceğini anladınız. Ama Öcalan'ın asılmasına ne oy vereceğini, hele Özkök'e verdiği şu mülakattan sonra çıkarabildiniz mi?
Bahçeli şu sözleri Ertuğrul Özkök'e söylemiştir: (24 Haziran 2002 Hürriyet)
"Bir, bizim ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız".
Özkök devam ediyor: "Peki Meclis'e geldiği takdirde, bazı milletvekilleri, biraz da seçim ortamının etkisiyle, 'Getirin şu dosyayı Meclis'te oylayalım' derse ne olacak?" Bahçeli'nin cevabı şu: "İdam cezaları uygulanmayacak diyen o moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız.''
Devlet'in egemenliğini ilgilendiren en önemli konularda yürütmenin başındakilerin kafası hayli karışık. Her biri "uyum içinde" kendi politikasını uyguluyor.
Dışişleri Bakanı Cem de dış politikayı bir hobi olarak yapıyor. Kendi önceliklerinin peşinde koşuyor. Derdi, "vizyon ve misyonunu" dünya sosyetesine takdim etmek. Geleceğe oynuyor. DSP'de veliahtlığa soyunuyor.
Cem'in önceliklerinin ne olduğunu Yalçın Küçük yazıyor.
Bu arada da aynı Kıbrıs'ta olduğu gibi Karabağ ve Kerkük'te de atı alan Üsküdar'ı geçiyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002