Bugüne kadar olanlar oldu. Onların sorgulanması, yapanların teşhir edilmesi veya cezalandırılması ayrı bir konudur. Hükümet, asıl bundan sonra, yapılması gerekenler üzerinde durmalıdır. Tabiri caizse, Türkiye, ekonomide duvara dayandı. Onun için, AKP iktidarının, diğer iktidarların yaptığını yapma şansı ve lüksü kalmadı. AKP iktidarı, "Türkiye'yi bu hale biz getirmedik. Bu sorunların hepsini kucağımızda bulduk" diyerek, kendini sorumluluktan kurtaramaz. Çünkü hükümetler, sorunlara çare bulmak için gelirler. Sorunlara çare bulamayan hükümetlerin, bizzat kendi varlıkları sorun olur. Böyle bir duruma düşen hükümetin, yapacağı tek iş var: İstifa etmek.
Peki, bugünkü ekonomik sorunlara nasıl çare bulunabilir? Bir kere hükümet, şunu çok iyi görmek zorundadır. Uyguladığımız bu ekonomik modelle, ekonomik sorunlara çözüm bulunmaz. Nasıl bulunsun ki. Bir hastalığın mikrobu, o hastalığın çaresi olabilir mi? Olamaz. O halde, ekonomimizi ölümcül hasta eden, bu ekonomik model, acilen terk edilmelidir. Terk edilmezse, Türkiye'nin akibeti de Osmanlı'nın kinden farklı olmayacaktır.
Osmanlı'nın dış borçlar yüzünden içine düştüğü hali, Sultan Abdulhamid, hatıratında şöyle anlatıyor: "Memleket tabii hazinelerle dopdolu olduğu halde, bunlardan gereği kadar yararlanılmaması cidden hayret edilecek birşeydir. Diğer devlet ve memleketlerde kupkuru taşlardan bile büyük faydalar elde edildiği, hergün yeni bir yolla servet çoğaltıldığı, memleket imar edildiği halde, memleketimiz diğerlerine göre çok geri kalmış olan memleketlerden biri durumundadır". Elimizi vicdanımıza koyarak soralım. Bugün aynı durumda değil miyiz? Böylesine bir benzerlik, tarihten ders almadığımızı göstermiyor mu?
Eğer tarihten ders alsaydık, gerek iç ve gerekse dış borcun, ekonomik değil, ideolojik bir tercih olduğunu çok iyi görürdük. Kalkınan ülkelere bakalım, hangisi borçla kalkınmıştır? İttihat ve Terakki'nin maliyecisi Cavit bey, "devlet borçlanmadıkça kalkınmaz" tezini savunmuştu. Ama ne oldu? Cavit beyin tezi uygulandı, Osmanlı, kalkınma şöyle dursun, tam tersine battı.
Bugün de Türkiye, aynı uçuruma doğru hızla yol alıyor. Maalesef, AKP iktidarı, bu süreci durduramıyor, durdurmak içinde bir gayret sarfetmiyor. O da, daha önceki hükümetlerin uyguladığı yol ve yöntemlerle vakit geçiriyor. Başka bir deyişle, AKP iktidarı da borçları döndürmekten başka birşey düşünmüyor. Yatırımmış, istahdammış, üretimmiş, bunlar unutulmuş kavramlar. Adeta ekonomik literatürden silinmişler.
Hükümet iki şeyle uğraşıyor: Vergi gelirlerini artırmak, kamu harcamalarını kısmak. Bunları yaparak, faiz dışı fazla verecek ve borçları döndürecek. Ne garip ki, bu yollar da tıkandı. Vergi geliri geçen yılın ilk dört ayına göre, yüzde 46.3 oranında artırıldı. Böyle olmasına rağmen, vergi gelirleri faiz giderlerini karşılamadı. Kamu harcamalarını kısmaya gelince, onun da bir sınırı vardır. Ondan öteye geçilmez. Geçilirse, devlet hizmetleri durur. Yani hükümet, vergide de, kamu harcamalarını kısmada da, sınıra dayanmıştır. Bu sınır, zorlanırsa veya aşılırsa, hem hükümet, hem de ülke için felaket olur.
Güven gelecek, faizler düşecek, dolayısıyla faiz dışı fazla ile borçlar ödenecek düşünesi de boştur, sakattır. Tek başına iktidara gelen bir partinin, bu beklentilerle gün geçirmesi doğru değlidir. Tek başına gelen iktidarlar, köklü değişkilkler yaparlar. Özelleştirme de bir kurtuluş olamaz. Çünkü özelleştirme gelirlerinin hiçbir borç azaltıcı etkisi olmuyor. Cumhuriyet dönemi birikimlerimiz tek tek elimizden çıkıyor. Borç yine aynı borç, faiz yine aynı faiz olarak kalıyor.
O halde, hükümet, yeni bir yol, yeni bir model bulmak ve uygulamak zorundadır. Bu da "milli ekonomik model"den başkası olamaz. Bunun dışındaki arayışlar, çıkmaz sokaktır.
Peki, bugünkü ekonomik sorunlara nasıl çare bulunabilir? Bir kere hükümet, şunu çok iyi görmek zorundadır. Uyguladığımız bu ekonomik modelle, ekonomik sorunlara çözüm bulunmaz. Nasıl bulunsun ki. Bir hastalığın mikrobu, o hastalığın çaresi olabilir mi? Olamaz. O halde, ekonomimizi ölümcül hasta eden, bu ekonomik model, acilen terk edilmelidir. Terk edilmezse, Türkiye'nin akibeti de Osmanlı'nın kinden farklı olmayacaktır.
Osmanlı'nın dış borçlar yüzünden içine düştüğü hali, Sultan Abdulhamid, hatıratında şöyle anlatıyor: "Memleket tabii hazinelerle dopdolu olduğu halde, bunlardan gereği kadar yararlanılmaması cidden hayret edilecek birşeydir. Diğer devlet ve memleketlerde kupkuru taşlardan bile büyük faydalar elde edildiği, hergün yeni bir yolla servet çoğaltıldığı, memleket imar edildiği halde, memleketimiz diğerlerine göre çok geri kalmış olan memleketlerden biri durumundadır". Elimizi vicdanımıza koyarak soralım. Bugün aynı durumda değil miyiz? Böylesine bir benzerlik, tarihten ders almadığımızı göstermiyor mu?
Eğer tarihten ders alsaydık, gerek iç ve gerekse dış borcun, ekonomik değil, ideolojik bir tercih olduğunu çok iyi görürdük. Kalkınan ülkelere bakalım, hangisi borçla kalkınmıştır? İttihat ve Terakki'nin maliyecisi Cavit bey, "devlet borçlanmadıkça kalkınmaz" tezini savunmuştu. Ama ne oldu? Cavit beyin tezi uygulandı, Osmanlı, kalkınma şöyle dursun, tam tersine battı.
Bugün de Türkiye, aynı uçuruma doğru hızla yol alıyor. Maalesef, AKP iktidarı, bu süreci durduramıyor, durdurmak içinde bir gayret sarfetmiyor. O da, daha önceki hükümetlerin uyguladığı yol ve yöntemlerle vakit geçiriyor. Başka bir deyişle, AKP iktidarı da borçları döndürmekten başka birşey düşünmüyor. Yatırımmış, istahdammış, üretimmiş, bunlar unutulmuş kavramlar. Adeta ekonomik literatürden silinmişler.
Hükümet iki şeyle uğraşıyor: Vergi gelirlerini artırmak, kamu harcamalarını kısmak. Bunları yaparak, faiz dışı fazla verecek ve borçları döndürecek. Ne garip ki, bu yollar da tıkandı. Vergi geliri geçen yılın ilk dört ayına göre, yüzde 46.3 oranında artırıldı. Böyle olmasına rağmen, vergi gelirleri faiz giderlerini karşılamadı. Kamu harcamalarını kısmaya gelince, onun da bir sınırı vardır. Ondan öteye geçilmez. Geçilirse, devlet hizmetleri durur. Yani hükümet, vergide de, kamu harcamalarını kısmada da, sınıra dayanmıştır. Bu sınır, zorlanırsa veya aşılırsa, hem hükümet, hem de ülke için felaket olur.
Güven gelecek, faizler düşecek, dolayısıyla faiz dışı fazla ile borçlar ödenecek düşünesi de boştur, sakattır. Tek başına iktidara gelen bir partinin, bu beklentilerle gün geçirmesi doğru değlidir. Tek başına gelen iktidarlar, köklü değişkilkler yaparlar. Özelleştirme de bir kurtuluş olamaz. Çünkü özelleştirme gelirlerinin hiçbir borç azaltıcı etkisi olmuyor. Cumhuriyet dönemi birikimlerimiz tek tek elimizden çıkıyor. Borç yine aynı borç, faiz yine aynı faiz olarak kalıyor.
O halde, hükümet, yeni bir yol, yeni bir model bulmak ve uygulamak zorundadır. Bu da "milli ekonomik model"den başkası olamaz. Bunun dışındaki arayışlar, çıkmaz sokaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018