Esne’l-Metalib fi Menakıb-i Ali b. Ebu Tâlib, Ebu’l-Hayr Şemsuddin Muhammed (ö. h.833)
12. Kaynak: Esne’l-Metalib fi Menakıb-i Ali b. Ebu Tâlib, Ebu’l-Hayr Şemsuddin Muhammed (ö. h.833).





25 Ramazan 751'de (26 Kasım 1350) Dımaşk'ta doğdu. İbnü'l-Cezerî diye anılması Cezîre-i İbn Ömer'e (bugünkü Şırnak'a bağlı Cizre ilçesi) nispetledir.
Kuran'ı ezberledikten sonra İbnü'l-Buhârî diye tanınan Ali b. Ahmet b. Abdülvâhid'in talebelerinden hadis dinledi ve kıraat okudu. İbrahim el-Hamevî'den cem' metoduyla kırâat-i seb'a okudu.
Aynı yıl tüccar olan babası ile birlikte hacca gitti. Zilkade ayında Medine'de Harem-i şerif imam-hatibi Ebû Abdullah Muhammed b. Salih'ten Bakara suresinin 25. ayetinin sonuna kadar cem' usulüyle kıraat okudu.
769'da (1368) tahsil amacıyla Mısır'a ilk seyahatini yaptı. 770 yılı başında (1368 sonları) Dımaşk'a döndüyse de Rebîülevvel 771'de (Ekim 1369) ebeveyniyle birlikte tahsilini ilerletmek için ikinci defa Mısır'a gitti. İbnü's-Sâiğ'den aşereyi, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Bağdâdî'den on imamın kıraatiyle birlikte İbn Muhaysın, A'meş ve Hasan-ı Basrî'nin kıraatlerini okudu. Şâfiî fakihi Abdürrahîm b. Hasan el-İsnevî'den fıkıh dersleri aldı.
774 (1372-73) yılında Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr İsmâil b. Ömer, İbnü'l-Cezerî'ye fetva izni verdi. 778'de (1376) Ziyâeddin Sa'dullah el-Kazvînî, 785'te (1383) Şeyhülislâm Ömer b. Reslân el-Bulkīnî de ona fetva yetkisi verdi. İbnü'l-Cezerî, Mısır'daki bazı âlimlerden istifade etmesi gerektiğini düşünerek 778 (1376) yılında üçüncü defa Mısır'a gitti (İbnü'l-Cezerî, Câmiʿu'l-esânîd, vr. 69b);
Ziyâeddin Sa'dullah el-Kazvînî gibi hocalardan usul, meânî, beyan dersleri aldı. İskenderiye'de bazı âlimlerden hadis dinledi. Kendisinin belirttiğine göre Kur'an ve kıraat konularında istifade ettiği hocalarının sayısı kırkın üzerindedir.
Mısır'daki tahsilini tamamlayan İbnü'l-Cezerî, Dımaşk'ta Emeviyye Camii'nde Kubbetü'n-nesr'in altında kıraat okutmaya başladı. Onun yıllarca sürdürdüğü bu dersleri Endülüs, Yemen, Hindistan, Rum ve Acem diyarından gelen talebelerin ilgi odağı oldu.
Kendisine ayrıca Âdiliyye Medresesi kıraat şeyhliği görevi verildi. Daha sonra Dârü'l-hadîsi'l-Eşrefiyye şeyhliğine getirildi. Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf İbnü's-Sellâr'ın 18 Şâban 782'de (17 Kasım 1380) vefatı üzerine Ümmü's-Sâlih Türbesi kıraat şeyhliği görevini de üstlendi. Dımaşk'ta bir dârülkur'ân yaptıran İbnü'l-Cezerî'den Dımaşk ve Mısır'da kırâat-i aşere okuyan pek çok talebe arasında oğlu Ebû Bekir Ahmet, Mahmûd b. Hüseyin b. Süleyman eş-Şîrâzî, Ebû Bekir b. Ahmet b. Musabbih el-Hamevî, Necîbüddin Abdullah b. Kutb el-Beyhakī, Ahmet b. Mahmûd b. Ahmet el-Hicâzî ve Mü'min b. Ali b. Muhammed er-Rumi gibi şahsiyetler yer alır.
İbnü'l-Cezerî, yaşadığı bazı sıkıntılardan dolayı Antakya'ya zorunlu hicret etti. Antakya'da bir müddet kalarak bazı talebelere aşere okuttu; daha sonra Bursa'ya gitti. İbnü'l-Cezerî Bursa'da Yıldırım Bayezid'den büyük ilgi gördü; kendisine yüksek miktarda maaş bağlandı, burada talebe yetiştirmesi sağlandı. Padişahın teklifi üzerine 785 Şevvalinde (Aralık 1383) İstanbul'a yapılan askerî harekâta katıldı; ardından gerçekleşen Niğbolu Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'in beraberinde bulundu.
Savaştan sonra Bursa'ya giden İbnü'l-Cezerî burada en-Neşr fi'l-ḳırâʾâti'l-ʿaşr adlı eserini yazdı; Ṭayyibetü'n-Neşr'i nazmetti. Bu manzumeyi pek çok talebe ezberleyerek kendisinden aşere okudu. Padişahın oğulları Mehmet, Mustafa ve Musa da onun talebeleri arasında yer aldı.
İbnü'l-Cezerî, yaklaşık yedi yıl sonra meydana gelen Ankara Savaşı'na Yıldırım Bayezid'le birlikte katılarak esir düştü; ancak onun şöhretinden haberdar olan Timur kendisini huzuruna getirterek ona saygı gösterdi ve ikramda bulundu (İbn Hacer, V, 64); ardından ülkesine götürüp Keş'te inşa ettirdiği medresede görevlendirdi. Çok arzu etmesine rağmen Mâverâünnehir'den ayrılamayan İbnü'l-Cezerî, 17 Şâban 807'de (18 Şubat 1405) Timur'un vefatından sonra onun torunu Sultan Halîl'den izin alarak 7 Zilhicce 807'de (6 Haziran 1405) Semerkant'tan ayrıldı. Uğradığı Buhara'da gördüğü ilgi üzerine bir müddet burada kalıp ders verdi. 27 Safer 808'de (24 Ağustos 1405)
Buhara'dan Herat'a ulaştığında Sultan Mirza Şâhruh kendisini şehrin dışında karşıladı. Burada da bir müddet Ṣaḥîḥ-i Buḫârî'yi ve Begavî'nin Meṣâbîḥu's-sünne adlı eserini okuttu. Ardından Yezd'e, oradan İsfahan'a geçti; her iki yerde de bir müddet ikamet edip aşere dersi verdi. Ramazan 808'de (Mart 1406) Şîraz'a ulaştı.
5 Rebîülevvel 833'te (2 Aralık 1429) Şîraz'da Sûkuliskâfiyyîn'de bulunan evinde vefat etti ve kendi yaptırdığı dârülkur'ânda defnedildi.
Aşere üzerinde dururken yedi imama ilâve ettiği üç imamın kıraatlerinin de sahih senetle geldiğini, onların her bir rüknünün Hz. Osman'ın Mushaflarının hattına, bir veçhile de olsa nahiv kaidelerine uygun olduğunu savunmuştur. İbnü'l-Cezerî bu çabalarında amacına ulaşmış, İbn Mihrân en-Nîsâbûrî'nin ilk defa el-Ġāye fi'l-ḳırâʾâti'l-ʿaşr adlı eseriyle bir araya getirdiği meşhur on imamın kıraati onun bu çalışmalarıyla yaygınlaşmış ve zaman içinde bu ilmin öğretiminde bütünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır.
Bazı İslâm ülkelerinde, özellikle Türkiye'de kıraat tedrisatında koruna gelen icazet geleneğindeki isnat zincirlerinin genellikle İbnü'l-Cezerî'ye dayanması, diğer bir ifadeyle günümüzden Hz. Peygamber'e ulaşan kıraat silsilelerinin en yoğun kesişme noktasında İbnü'l-Cezerî'nin bulunması onun bu ilimdeki haklı otoritesiyle doğrudan ilgilidir.
Süyûtî de onun için, "Kıraatte eşsiz bir imamdı" derken hadiste hafız olduğuna işaret etmiştir (Ẕeylü Ṭabaḳāti'l-ḥuffâẓ, s. 377).
Ebu'l-Hayr Şemsuddin Muhammed eseri, Esne'l-Metalib fi Menakıb-i Ali b. Ebu Tâlib'te gadir hadisini 80 yolla naklederek mütevatirliğini kanıtlamış ve Hz. Fatıma'nın bu konudaki delilini nakledip İmam Ali'nin Rahbe'deki konuşmasını zikrederek bu hadisin pek çok yoldan mütevatir bir şekilde Peygamber ve İmam Ali'den naklolunduğunu ispat etmiş, bu hadisi kabul etmeyenlerin mutaassıp ve cahil olduklarını vurgulamıştır.
Ebu'l-Hayr Şemsuddin Muhammed eserinin 47. 48. Sayfalarında şöyle yazmıştır. Yezid bin ebi Ziyad'tan o da Abdurrahman bin Ebi leyli'den; rivayetle şöyle dedi; " Ali'yi Rahbe'de duydum. İnsanlara şöyle söylüyordu; Peygamber'in (s.a.a.); " Ben Kimin Mevla'sı isem Ali'de O'nun Mevla'sıdır. Allah'ım O'na dost olana dost, düşman olana düşman ol " dediğini Allah için kim duydu?
On iki bedir ehli ayağa kalktılar, " Peygamber (s.a.a.) böyle dediğine şahitlik ederiz, dediler.
Bu hadis bu yönü ile hasendir ve birçok yönlerinden sahihtir. Müminlerin Emiri, Ali' den (a.s.) tevatür derecesinde, Resulullah'tan da (s.a.a.) mütevatir derecesinde. Muazzam kalabalıklardan muazzam kalabalıklara rivayet edilmiştir. Bu hadise zayıf diyenin bu ilimden bir bilgi sahibi olduğu söylenmez. Bu hadis merfu olarak Ebu Bekir'i sıddık'tan, Ömer ibn-i Hattab'tan, Talha bin Ubeydullah'tan, Zübeyr bin Avvam'dan, Saad bin ebi Vakkas'tan, Abdurrahman bin Avf'dan, Abbas bin Abdulmuttalib'ten, Zeyd bin Erkam'dan, Berâ bin Azib'ten, Büreyde bin Hasib'ten, Ebu Hureyre'de, Ebi said-il Hudri'den, Cabir bin Abdullah'tan, Abdullah bin Abbas'tan, Habşi bin Cürade'den, Abdulah bin Mesud'tan, İmran bin Husayni'den, Abdurrahman bin Ömer'den, Ammar bin Yasir'den, Ebu Zer el-Gıfari'den, Selmani Farisi'den, Huzeyme bin Sabit'ten, Ebu Eyyüb-il Ensari'den, Sehl bin Hanif'ten, Huzeyfe bin Yeman'dan, Semra bin Cündeb'den, Zeyd bin Sabit'ten ve Enes bin Malik gibi birçok sahabeden rivayet edilmiştir.