AKP iktidarının, IMF İcra Kurulu'ndan geçen "taahhüt mektubu" açıklandı. Taahhütlerden bir kaçı şöyle: (1) Aralık sonuna kadar 25 bin kamu çalışanı işten çıkarılacak. (2) Kamu çalışanlarına geriye dönük enflasyona göre maaş ve ücret zammı yapılmayacak. (3) Türk Telekom'un en az yüzde 51 hissesi satılacak. (4) Halk Bankası'nın özelleştirilmesi ile ilgili çalışma Eylül sonuna kadar tamamlanacak. (5) Şeker fabrikalarının satış stratejisi ile ilgili çalışmalar Haziran sonundan önce bitecek. (6) IMF ile beşinci gözden geçirme öncesi gelişmelerde önemli tespitler olur ise ek tedbirler gündeme gelecek.
Taahhütlerin en önemlilerinden biri de şu: Hükümet, 2006 yılının sonuna kadar milli gelirin yüzde 6.5 oranında faiz dışı fazla sağlama ilkesine bağlı kalacaktır. Halbuki yürürlükte olan ve AKP'nin seçim meydanlarında bağlı kalacağını ilan ettiği IMF programı, 2004 yılı sonunda bitiyordu. Bu demektir ki, IMF programı, 2006 yılına kadar devam edecektir. Başka bir deyişle, Türkiye, 2006 yılına kadar üretimi unutacak. Talep yetersizliği ve dolayısıyla ekonominin durgunluğu fazlasıyla sürecektir. 2006 yılına kadar insanlar, daha da fakirleşecek, gelir dağılımı daha da bozulacaktır.
Diyelim ki, halsiz, mecalsiz halk, son bir hamle ile bütün bu zorlukları göğüsledi. Peki 2006 yılında istenilen ve beklenilen sonuç alınacak mı? Hükümet, o konuda bir garanti vermiyor, veremiyor. Gerçi verse ne yazar ki. Garanti verenler oldu da ne oldu? Aslında 2006 yılında olacaklar mechul de değildir. Göz olanı, akıl olacağı görür. Olacaklar bugünden belli. 2006 yılında başlatığımız noktadan biraz daha geriye gitmiş olacağız. Bütün sıkıntıları çekmemize rağmen.
Son yıllardaki ekonomik programların amacı, borçların çevrilmesine yöneliktir. Şu gerçek unutuluyor veya gözden kaçırılıyor. Üretim olmadan ne halkın refahı artar, ne de borçlar ödenir. Ekonomide varsa yoksa üretimdir. Ama ne hikmettir bilinmez, hükümetler üretimi sürekli erteliyorlar. "Önce istikrar" diyorlar, ama bir türlü de istikrar yakalanamıyor.
Hükümetin, IMF'ye verdiği bu taahhüt şu anlama geliyor: Piyasaya para sürülmeyecek, sıkı para politikası daha da sıkılarak sürdürülecektir. Halkın gelir düzeyi düşecek. Halkın gelir düzeyi düşecek. Halkın gelir düzeyinin düşmesi, harcamaların da kısılması demektir. İşin garip tarafı şurası, bu taahhütleri IMF'ye verenler, halka dönüp "tüketiniz, tüketiniz ki, üretim ve yatırım olsun" diyorlar. Bu sözler, sadece hoş bir seda olarak kulaklarda çınlıyor. Hepsi o kadar. Halka tüketecek, üreticiye de üretecek imkan bırakmadınız ki, bu söylediklerinizi yapsın.
Anlaşılan o ki, AKP iktidarı da diğer klasik IMF'ci hükümetlerin yaptığını deneyecek? Nedir o? Halka başka, IMF'ye başka taahhütte bulunmak. Halkın ümitlerini ve beklentilerini istismar etmek. Geçmişte bunlar yapılıyordu. Ama bugün durum çok farklı. Çünkü Türkiye yol ayırımına gelmiştir. Dünya Gazetesi yazarlarından Taylan Ertan 19 Mart 2003 tarihli yazısında bu yol ayırımını şöyle ifade ediyordu: "Tarihin tekerliği, bir kere daha acımasızca dönmeye başlarken, Türkiye'yi de, edğil İkinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet tarihi boyunca olmadık ölçüde bir yol ayırımına getirmiştir. Bu yol ayırımı, bağmısız ve egemen bir Türkiye ile 21. yüzyılı ABD yüzyılına önüştürme çılgınlığındaki ABD'nin tam kontrolüne girmiş bir Türkiye arasındaki yol ayırımıdır. Bağımsız bir devlet mi olacağız, yoksa ABD'nin bir figüranı mı?". Bu konuda milletin kararı belli. Anlaşılmaz olan hükümetin kararıdır. Onun için hükümete soruyoruz: "Hangi taahhütleniz geçerli olacaktır?". Dahası, kendinizi neden IMF'ye taahhüt vermek zorunda hissediyorsunuz? Bir hükümet, ekonomiyi bir başka kuruluşa ihale ederse, varlık sebebi ortadan kalkmaz mı? Görünen o ki, yalnız halka taahhüt ve hesap veren hükümete kavuşuncaya kadar bu ikilemin sonu gelmeyecektir.
Taahhütlerin en önemlilerinden biri de şu: Hükümet, 2006 yılının sonuna kadar milli gelirin yüzde 6.5 oranında faiz dışı fazla sağlama ilkesine bağlı kalacaktır. Halbuki yürürlükte olan ve AKP'nin seçim meydanlarında bağlı kalacağını ilan ettiği IMF programı, 2004 yılı sonunda bitiyordu. Bu demektir ki, IMF programı, 2006 yılına kadar devam edecektir. Başka bir deyişle, Türkiye, 2006 yılına kadar üretimi unutacak. Talep yetersizliği ve dolayısıyla ekonominin durgunluğu fazlasıyla sürecektir. 2006 yılına kadar insanlar, daha da fakirleşecek, gelir dağılımı daha da bozulacaktır.
Diyelim ki, halsiz, mecalsiz halk, son bir hamle ile bütün bu zorlukları göğüsledi. Peki 2006 yılında istenilen ve beklenilen sonuç alınacak mı? Hükümet, o konuda bir garanti vermiyor, veremiyor. Gerçi verse ne yazar ki. Garanti verenler oldu da ne oldu? Aslında 2006 yılında olacaklar mechul de değildir. Göz olanı, akıl olacağı görür. Olacaklar bugünden belli. 2006 yılında başlatığımız noktadan biraz daha geriye gitmiş olacağız. Bütün sıkıntıları çekmemize rağmen.
Son yıllardaki ekonomik programların amacı, borçların çevrilmesine yöneliktir. Şu gerçek unutuluyor veya gözden kaçırılıyor. Üretim olmadan ne halkın refahı artar, ne de borçlar ödenir. Ekonomide varsa yoksa üretimdir. Ama ne hikmettir bilinmez, hükümetler üretimi sürekli erteliyorlar. "Önce istikrar" diyorlar, ama bir türlü de istikrar yakalanamıyor.
Hükümetin, IMF'ye verdiği bu taahhüt şu anlama geliyor: Piyasaya para sürülmeyecek, sıkı para politikası daha da sıkılarak sürdürülecektir. Halkın gelir düzeyi düşecek. Halkın gelir düzeyi düşecek. Halkın gelir düzeyinin düşmesi, harcamaların da kısılması demektir. İşin garip tarafı şurası, bu taahhütleri IMF'ye verenler, halka dönüp "tüketiniz, tüketiniz ki, üretim ve yatırım olsun" diyorlar. Bu sözler, sadece hoş bir seda olarak kulaklarda çınlıyor. Hepsi o kadar. Halka tüketecek, üreticiye de üretecek imkan bırakmadınız ki, bu söylediklerinizi yapsın.
Anlaşılan o ki, AKP iktidarı da diğer klasik IMF'ci hükümetlerin yaptığını deneyecek? Nedir o? Halka başka, IMF'ye başka taahhütte bulunmak. Halkın ümitlerini ve beklentilerini istismar etmek. Geçmişte bunlar yapılıyordu. Ama bugün durum çok farklı. Çünkü Türkiye yol ayırımına gelmiştir. Dünya Gazetesi yazarlarından Taylan Ertan 19 Mart 2003 tarihli yazısında bu yol ayırımını şöyle ifade ediyordu: "Tarihin tekerliği, bir kere daha acımasızca dönmeye başlarken, Türkiye'yi de, edğil İkinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet tarihi boyunca olmadık ölçüde bir yol ayırımına getirmiştir. Bu yol ayırımı, bağmısız ve egemen bir Türkiye ile 21. yüzyılı ABD yüzyılına önüştürme çılgınlığındaki ABD'nin tam kontrolüne girmiş bir Türkiye arasındaki yol ayırımıdır. Bağımsız bir devlet mi olacağız, yoksa ABD'nin bir figüranı mı?". Bu konuda milletin kararı belli. Anlaşılmaz olan hükümetin kararıdır. Onun için hükümete soruyoruz: "Hangi taahhütleniz geçerli olacaktır?". Dahası, kendinizi neden IMF'ye taahhüt vermek zorunda hissediyorsunuz? Bir hükümet, ekonomiyi bir başka kuruluşa ihale ederse, varlık sebebi ortadan kalkmaz mı? Görünen o ki, yalnız halka taahhüt ve hesap veren hükümete kavuşuncaya kadar bu ikilemin sonu gelmeyecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018