İmam Bakır’a sorulan sorular ve cevapları
Bir adam İmam’a (a.s.) şöyle bir soru sordu: “Bana Rabbinden haber ver; ne zaman var oldu?”
19.11.2023 08:13:00
Hasan Parlak
Hasan Parlak





Bir adam İmam'a (a.s.) şöyle bir soru sordu: "Bana Rabbinden haber ver; ne zaman var oldu?"
İmam (a.s.) ona şu cevabı verdi:
"Yazıklar olsun sana! Ancak bir zaman var olmayan şey hakkında 'ne zaman var oldu' denir.
Benim Yüce Rabbim, ezelden beri vardır, diridir ve O'nun için nasıllık söz konusu değildir. Varlığının başlangıcı ve keyfiyeti yoktur.
Onun için 'nerede' denemez. Bir şeyin içinde değildir. Kendi mekânı olarak bir mekân da meydana getirmemiştir.
Varlıkları yarattıktan sonra güçlenmiş değildir. Hiçbir şey yaratmadan önce güçsüz değildi. Bir şey meydana getirmemişken yalnızlık korkusu hissetmiyordu. Zihinde tasavvur edilen hiçbir şeye benzemez.
Varlıkları yaratmadan önce egemenlikten uzakta değildi. Varlıkların ortadan kalkmasından sonra da egemenlikten uzaklaşmaz. Hayat olmaksızın hep diridir. Bir şey meydana getirmeden önce güçlü hükümdardı. Evreni var edildikten sonra da karşı konulmaz güç sahibi hükümdardır.
Varoluşu için 'nasıllık' söz konusu değildir. O'nun için 'nerede' ve sınır söz konusu değildir. Kendisine benzeyen bir şeyle tanınmaz. Uzun süre kalmaktan dolayı yaşlanmaz. Hiçbir şeyden korkmaz. Aksine, bütün varlıklar, O'nun korkusundan titrerler.
Sonradan olma bir hayatı, vasfedilir bir oluşu, sıralandırılabilir bir nasıllığı, üzerinde durulabilir bir yeri, bir şeye komşu olabilir bir mekânı olmaksızın diridir; güç ve egemenliğinin zevâli olmayan hükümdardır.
Dilediğini, dilediği zaman dileyişi ile yaratmıştır. Sınırlandırılmaz, parçalara bölünmez, yok olmaz. Keyfiyetsiz ilkti, mekânsız son olacaktır.
'O'nun yüzü hâriç her şey helak olacaktır.'
'Yaratma ve emir yetkisi O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, münezzehtir.'
Yazıklar olsun sana, ey soru soran adam! Benim Rabbimi zihinler kapsayamaz. Şüphesiz, O'nu rububiyet makamından indiremezler, O şaşırmaz. Hiçbir şey O'nu aşmaz. Olayla O'nu bulunduğu makamdan indiremez. O hiçbir şeyden sorumlu tutulamaz. Hiçbir şey için pişmanlık duymaz. 'O'nu ne uyuklama, ne de uyku tutar.'
'Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve yerin altında bulunan her şey O'nundur.' "
Halife Hişam b. Abdülmelik, İmam Bâkır'ı (a.s.) Medine'den Şam'a götürdükten sonra, İmam (a.s.), zaman zaman Şam halkının meclislerinde, toplantılarında oturdu.
Bir gün yine halkın sorularına cevap veriyordu. Birden Hıristiyanların, bölgede bulunan dağdan içeri girmekte olduklarını gördü. Neler olup bittiğini sordu. İmam'a (a.s.), "Hıristiyanlar her sene bugün bir âlimlerinin yanına gelirler, istedikleri her şeyden sorar, bu sene içinde olacakları öğrenirler. Bu âlim İsa'nın (a.s.) havarilerini görmüş biridir" dediler.
İmam, "Kalkın, biz de ona gidelim" der. Ve Hıristiyanların bulunduğu yere varırlar.
Hıristiyan âlim ona, "Ben mi sana sorayım, yoksa sen mi bana soracaksın?" dediğinde İmam, "Sen bana sor" buyurdu.
Hıristiyan âlim, zamanla, cennet ehliyle, Azre ve Üzeyr ile ilgili sorular sordu. İmam (a.s.) onun bütün sorularına cevap verdi. Bunun üzerine Hıristiyan âlim şöyle dedi: "Ey Hıristiyan topluluğu! Ben bugüne kadar bu adamdan daha âlim birini görmedim. Bu adam Şam'da bulunduğu sürece bana bir harf daha sormayın. Beni geri götürün."
Onu, yaşadığı mağarasına götürdüler. Hıristiyanlar da İmam ile birlikte şehre döndüler. Bu âlim, Müslüman oldu. Onunla birlikte arkadaşları da İmam Bâkır'ın (a.s.) eliyle Müslüman oldular.
Hasan Basri İmam Bâkır'a (a.s.) dedi ki: "Allah'ın Kitabından bazı şeyleri sormak üzere sana geldim."
Aralarında geçen kısa konuşmadan sonra İmam (a.s.) ona dedi ki: "Senin tarafından söylendiği iddia edilen bir söz duydum. Onu sen söyledin mi, yoksa sana iftira mı atıyorlar?"
Hasan: "Ne duydun?"
İmam (a.s.): "İddiaya göre sen söylemişsin ki: Allah, kulları yarattı ve işlerini onların bağımsız iradelerine bıraktı."
Hasan sustu. Sonra İmam (a.s.), bu tefviz anlayışının bâtıl olduğunu açıklayarak onı şöyle uyardı:
"Sakın tefviz (kulun amellerinin tamamen Allah'tan bağımsız olarak işlediği) inancını benimseme. Çünkü Allah zayıflık ve gevşeklik göstererek kullarının işlerini kendilerine bırakmamıştır. Zulmederek de onları günah işlemeye zorlamamıştır."
Ebu Bâsir anlatıyor: "Ebu Câfer (Muhammed Bâkır) şöyle buyurdu: "Şam'da Emevi halifelerinden birinin yanına giderken yolda, geçmekte olan bir kalabalığa rastladım. 'Nereye gidiyorsunuz' dedim. Dediler ki:
'Bugüne kadar bir benzerini görmediğimiz bir âlime gidiyoruz. O, bize işlerimizin, durumumuzun düzelmesini sağlayacak şeyler söyleyecek.'
İmam (a.s.) buyurdu ki: 'Onların peşinden gittim geniş bir eyvana girdiler. Meydan hınca hınç insan dolu idi. Çok geçmeden iki adama yaslanarak yürüyebilen yaşlı bir adam çıkageldi.
Kaşları gözlerinin üzerine düşmüştü. Kaşlarını bağlamıştı. Kalabalık oturunca bana baktı ve şöyle dedi: 'Bizden misin, yoksa ümmet-i merhumeden (İslam ümmetinden) misin?'
'Ümmet-i merhumeden' dedim.
Dedi ki: 'O ümmetin âlimlerinden misin, cahillerinden mi?'
'Cahillerinden değilim' dedim.
Dedi ki: 'Siz cennete gideceğinizi, orada yiyip içeceğinizi ve sonra da def-i hâcet yapmayacağınızı mı iddia ediyorsunuz?'
'Evet' dedim. Dedi ki: 'Buna dâir kanıtını göster.'
Dedim ki: 'Cenin annesinin karnında annesinin yediklerinden ve içtiklerinden beslendiği halde def-i hâcet etmez.'
Dedi ki: 'Sen, o ümmetin âlimlerinden olmadığını söylememiş miydin?'
'Cahillerinden değilim' demiştim.
Dedi ki: 'Bir saat var ki, ne gündüze, ne de geceye dâhildir. Bu hangi saattir?'
Dedim ki: 'Bu, güneşin doğuşu sırasındaki bir saattir. Biz bu saati ne gecemizden, ne de gündüzümüzden sayarız. Bu saatte hastalar ayılır.'
Papaz şaşırdı kaldı. 'Sen ümmetin âlimlerinden değilim demedin mi?' diye söylenmeye başladı.
Dedim ki: 'Ben ümmetin cahillerinden değilim' dedim.
Bunun üzerine papaz dedi ki: 'Allah'a and olsun ki, sana cevap veremeyeceğin bir soru soracağım.'
Dedim ki: 'İstediğini sor.'
Dedi ki: 'Aynı saate doğan ve aynı saatte ölen ama biri yüz elli yıl, biri de elli yıl yaşayan iki kişinin kimler olduğunu bana söyleyebilir misin?'
Dedim ki: 'Bunlar Üzeyr ve Azre'dir. Aynı gün doğmuşlardı. Yetişkinlik çağına vardıklarında Üzeyr bir eşeğin sırtında terk edilmiş, altı üstüne gelmiş bir köyden geçti. Allah, 'bunları ölümlerinden sonra nasıl diriltecek' dedi.
Bunu söyleyince Allah ona gazap etti, canını aldı, yüz yıl sonra diriltti, ona, 'ne kadar böyle kaldın?' denildi. 'Bir gün veya bir kısmı' dedi. Diğeri ise yüz elli yıl yaşadı. Allah onun ve kardeşinin canını aynı gün aldı.'
Papaz, arkadaşlarına, 'Allah'a yemin ederim ki, sizinle konuşmayacağım, on iki ay boyunca yüzümü görmeyeceksiniz' diye seslendi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Bakır eserinden)
İmam (a.s.) ona şu cevabı verdi:
"Yazıklar olsun sana! Ancak bir zaman var olmayan şey hakkında 'ne zaman var oldu' denir.
Benim Yüce Rabbim, ezelden beri vardır, diridir ve O'nun için nasıllık söz konusu değildir. Varlığının başlangıcı ve keyfiyeti yoktur.
Onun için 'nerede' denemez. Bir şeyin içinde değildir. Kendi mekânı olarak bir mekân da meydana getirmemiştir.
Varlıkları yarattıktan sonra güçlenmiş değildir. Hiçbir şey yaratmadan önce güçsüz değildi. Bir şey meydana getirmemişken yalnızlık korkusu hissetmiyordu. Zihinde tasavvur edilen hiçbir şeye benzemez.
Varlıkları yaratmadan önce egemenlikten uzakta değildi. Varlıkların ortadan kalkmasından sonra da egemenlikten uzaklaşmaz. Hayat olmaksızın hep diridir. Bir şey meydana getirmeden önce güçlü hükümdardı. Evreni var edildikten sonra da karşı konulmaz güç sahibi hükümdardır.
Varoluşu için 'nasıllık' söz konusu değildir. O'nun için 'nerede' ve sınır söz konusu değildir. Kendisine benzeyen bir şeyle tanınmaz. Uzun süre kalmaktan dolayı yaşlanmaz. Hiçbir şeyden korkmaz. Aksine, bütün varlıklar, O'nun korkusundan titrerler.
Sonradan olma bir hayatı, vasfedilir bir oluşu, sıralandırılabilir bir nasıllığı, üzerinde durulabilir bir yeri, bir şeye komşu olabilir bir mekânı olmaksızın diridir; güç ve egemenliğinin zevâli olmayan hükümdardır.
Dilediğini, dilediği zaman dileyişi ile yaratmıştır. Sınırlandırılmaz, parçalara bölünmez, yok olmaz. Keyfiyetsiz ilkti, mekânsız son olacaktır.
'O'nun yüzü hâriç her şey helak olacaktır.'
'Yaratma ve emir yetkisi O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, münezzehtir.'
Yazıklar olsun sana, ey soru soran adam! Benim Rabbimi zihinler kapsayamaz. Şüphesiz, O'nu rububiyet makamından indiremezler, O şaşırmaz. Hiçbir şey O'nu aşmaz. Olayla O'nu bulunduğu makamdan indiremez. O hiçbir şeyden sorumlu tutulamaz. Hiçbir şey için pişmanlık duymaz. 'O'nu ne uyuklama, ne de uyku tutar.'
'Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve yerin altında bulunan her şey O'nundur.' "
Halife Hişam b. Abdülmelik, İmam Bâkır'ı (a.s.) Medine'den Şam'a götürdükten sonra, İmam (a.s.), zaman zaman Şam halkının meclislerinde, toplantılarında oturdu.
Bir gün yine halkın sorularına cevap veriyordu. Birden Hıristiyanların, bölgede bulunan dağdan içeri girmekte olduklarını gördü. Neler olup bittiğini sordu. İmam'a (a.s.), "Hıristiyanlar her sene bugün bir âlimlerinin yanına gelirler, istedikleri her şeyden sorar, bu sene içinde olacakları öğrenirler. Bu âlim İsa'nın (a.s.) havarilerini görmüş biridir" dediler.
İmam, "Kalkın, biz de ona gidelim" der. Ve Hıristiyanların bulunduğu yere varırlar.
Hıristiyan âlim ona, "Ben mi sana sorayım, yoksa sen mi bana soracaksın?" dediğinde İmam, "Sen bana sor" buyurdu.
Hıristiyan âlim, zamanla, cennet ehliyle, Azre ve Üzeyr ile ilgili sorular sordu. İmam (a.s.) onun bütün sorularına cevap verdi. Bunun üzerine Hıristiyan âlim şöyle dedi: "Ey Hıristiyan topluluğu! Ben bugüne kadar bu adamdan daha âlim birini görmedim. Bu adam Şam'da bulunduğu sürece bana bir harf daha sormayın. Beni geri götürün."
Onu, yaşadığı mağarasına götürdüler. Hıristiyanlar da İmam ile birlikte şehre döndüler. Bu âlim, Müslüman oldu. Onunla birlikte arkadaşları da İmam Bâkır'ın (a.s.) eliyle Müslüman oldular.
Hasan Basri İmam Bâkır'a (a.s.) dedi ki: "Allah'ın Kitabından bazı şeyleri sormak üzere sana geldim."
Aralarında geçen kısa konuşmadan sonra İmam (a.s.) ona dedi ki: "Senin tarafından söylendiği iddia edilen bir söz duydum. Onu sen söyledin mi, yoksa sana iftira mı atıyorlar?"
Hasan: "Ne duydun?"
İmam (a.s.): "İddiaya göre sen söylemişsin ki: Allah, kulları yarattı ve işlerini onların bağımsız iradelerine bıraktı."
Hasan sustu. Sonra İmam (a.s.), bu tefviz anlayışının bâtıl olduğunu açıklayarak onı şöyle uyardı:
"Sakın tefviz (kulun amellerinin tamamen Allah'tan bağımsız olarak işlediği) inancını benimseme. Çünkü Allah zayıflık ve gevşeklik göstererek kullarının işlerini kendilerine bırakmamıştır. Zulmederek de onları günah işlemeye zorlamamıştır."
Ebu Bâsir anlatıyor: "Ebu Câfer (Muhammed Bâkır) şöyle buyurdu: "Şam'da Emevi halifelerinden birinin yanına giderken yolda, geçmekte olan bir kalabalığa rastladım. 'Nereye gidiyorsunuz' dedim. Dediler ki:
'Bugüne kadar bir benzerini görmediğimiz bir âlime gidiyoruz. O, bize işlerimizin, durumumuzun düzelmesini sağlayacak şeyler söyleyecek.'
İmam (a.s.) buyurdu ki: 'Onların peşinden gittim geniş bir eyvana girdiler. Meydan hınca hınç insan dolu idi. Çok geçmeden iki adama yaslanarak yürüyebilen yaşlı bir adam çıkageldi.
Kaşları gözlerinin üzerine düşmüştü. Kaşlarını bağlamıştı. Kalabalık oturunca bana baktı ve şöyle dedi: 'Bizden misin, yoksa ümmet-i merhumeden (İslam ümmetinden) misin?'
'Ümmet-i merhumeden' dedim.
Dedi ki: 'O ümmetin âlimlerinden misin, cahillerinden mi?'
'Cahillerinden değilim' dedim.
Dedi ki: 'Siz cennete gideceğinizi, orada yiyip içeceğinizi ve sonra da def-i hâcet yapmayacağınızı mı iddia ediyorsunuz?'
'Evet' dedim. Dedi ki: 'Buna dâir kanıtını göster.'
Dedim ki: 'Cenin annesinin karnında annesinin yediklerinden ve içtiklerinden beslendiği halde def-i hâcet etmez.'
Dedi ki: 'Sen, o ümmetin âlimlerinden olmadığını söylememiş miydin?'
'Cahillerinden değilim' demiştim.
Dedi ki: 'Bir saat var ki, ne gündüze, ne de geceye dâhildir. Bu hangi saattir?'
Dedim ki: 'Bu, güneşin doğuşu sırasındaki bir saattir. Biz bu saati ne gecemizden, ne de gündüzümüzden sayarız. Bu saatte hastalar ayılır.'
Papaz şaşırdı kaldı. 'Sen ümmetin âlimlerinden değilim demedin mi?' diye söylenmeye başladı.
Dedim ki: 'Ben ümmetin cahillerinden değilim' dedim.
Bunun üzerine papaz dedi ki: 'Allah'a and olsun ki, sana cevap veremeyeceğin bir soru soracağım.'
Dedim ki: 'İstediğini sor.'
Dedi ki: 'Aynı saate doğan ve aynı saatte ölen ama biri yüz elli yıl, biri de elli yıl yaşayan iki kişinin kimler olduğunu bana söyleyebilir misin?'
Dedim ki: 'Bunlar Üzeyr ve Azre'dir. Aynı gün doğmuşlardı. Yetişkinlik çağına vardıklarında Üzeyr bir eşeğin sırtında terk edilmiş, altı üstüne gelmiş bir köyden geçti. Allah, 'bunları ölümlerinden sonra nasıl diriltecek' dedi.
Bunu söyleyince Allah ona gazap etti, canını aldı, yüz yıl sonra diriltti, ona, 'ne kadar böyle kaldın?' denildi. 'Bir gün veya bir kısmı' dedi. Diğeri ise yüz elli yıl yaşadı. Allah onun ve kardeşinin canını aynı gün aldı.'
Papaz, arkadaşlarına, 'Allah'a yemin ederim ki, sizinle konuşmayacağım, on iki ay boyunca yüzümü görmeyeceksiniz' diye seslendi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Bakır eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.