Ülke olarak son derece kritik bir süreçten geçiyoruz. Hemen yanıbaşımızda çıkması an meselesi olan savaşın bizi nasıl etkileyeceği basında devamlı surette tartışılıyor, senaryolar ortaya konuyor, çözüm yolları aranıyor.
Türkiye, bu savaşta ABD'ye açık destek vererek, Arapİslam âlemini karşısına mı almalıdır, yoksa tarafsızlığını muhafaza mı etmelidir? Medyada üstünde ısrarla durulan husus, Türkiye'nin "stratejik ortak ", "dost ve müttefik" ABD'ye, muhtemel bir Irak operasyonunda destek vermemesi halinde, operasyon sonrası Irak'ın yeniden şekillenmesi sürecinde söz sahibi olamayacağı, en önemlisi ABD'nin bize olan tavrının sertleştirebileceği ihtimalidir.
Şüphesiz büyük olmak ve büyük kalmak isteyen devletler, politikalarını "milli çıkarlar" üzerine bina ederler. "Uzun vadeli milli çıkarları"nın gereğini yerine getirmeyen getiremeyen korkuyla, acziyetle veya günübirlik hesaplarla dış politikalarına yön veren ülkeler, asla büyük olamadıkları gibi, uydu devlet olarak kalmaya mahkûmdurlar.
Muhtemel Irak operasyonu ve bu operasyonda Türkiye'nin üstleneceği rol konusunda çok şey söylenebilir, yazılıp çizilebilir; ancak, kanaatimce bu konudaki sihirli cümle, "uzun vadeli milli çıkarların korunması"dır. Irak meselesinde bu temel esas, objektif ve gerçekçi bir şekilde ortaya konarak takip edilerek strateji belirlenmelidir. Bu strateji belirlenirken; "uzun vadeli milli çıkarlar"ın tanımı net yapılmalı, tarihi hakikatler ve savaş sonrası, Irak'ta meydana gelmesi muhtemel gelişmeler doğru okunmalıdır.
Bu hususta Prof. Dr. Haydar Baş Beyin yaptığı tespit gayet yerindedir: Birinci Körfez Savaşı'nda K.Irak'ta kurulması düşünülen malûm devlete zemin oluşturulmuş, geçen on küsur yıllık zaman zarfında bu devletin alt yapısı tamamlanmıştır. Şimdi yapılacak olan operasyonla da artık bu devletin resmen ilan edilmesi süreci başlayacaktır. (Milli çıkarların korunması prensibi ışığında, böyle bir durumun bizim açımızdan doğuracağı neticelerin altını bir kez daha çizmek lazımdır.)
Aynı prensip esas alınarak, 80 bin belki de daha fazla Amerikan askerlerinin ülkemizde konuşlandırılması talebi de değerlendirilebilir.
1919'daki işgal yıllarında dahi topraklarımıza bu sayıda yabancı asker ayak basmamıştır.
Bu askerlerin tâbi olacakları hukuki literatür ise, belirlenmiş değildir.
Özetleyecek olursak, savaş çanlarının çalmaya başladığı bu süreçte yapmamız gereken; varlığımızın devamı için zaruri olan milli çıkarlarımızın sonuna kadar korunması yönünde hareket etmektir. Bu hareket alanı oldukça geniş tutulmalı; diplomatik yollarla operasyonun önlenmesi girişimlerinden savaş vuku bulursa, belirleyeceğimiz politikanın getirisi ve götürüsüne kadar her şey hesaba katılmalıdır.
Bu, konuda esas olan, milli çıkarlarımızı uzun vadede ve sonuna kadar korumaktır.
Türkiye, bu savaşta ABD'ye açık destek vererek, Arapİslam âlemini karşısına mı almalıdır, yoksa tarafsızlığını muhafaza mı etmelidir? Medyada üstünde ısrarla durulan husus, Türkiye'nin "stratejik ortak ", "dost ve müttefik" ABD'ye, muhtemel bir Irak operasyonunda destek vermemesi halinde, operasyon sonrası Irak'ın yeniden şekillenmesi sürecinde söz sahibi olamayacağı, en önemlisi ABD'nin bize olan tavrının sertleştirebileceği ihtimalidir.
Şüphesiz büyük olmak ve büyük kalmak isteyen devletler, politikalarını "milli çıkarlar" üzerine bina ederler. "Uzun vadeli milli çıkarları"nın gereğini yerine getirmeyen getiremeyen korkuyla, acziyetle veya günübirlik hesaplarla dış politikalarına yön veren ülkeler, asla büyük olamadıkları gibi, uydu devlet olarak kalmaya mahkûmdurlar.
Muhtemel Irak operasyonu ve bu operasyonda Türkiye'nin üstleneceği rol konusunda çok şey söylenebilir, yazılıp çizilebilir; ancak, kanaatimce bu konudaki sihirli cümle, "uzun vadeli milli çıkarların korunması"dır. Irak meselesinde bu temel esas, objektif ve gerçekçi bir şekilde ortaya konarak takip edilerek strateji belirlenmelidir. Bu strateji belirlenirken; "uzun vadeli milli çıkarlar"ın tanımı net yapılmalı, tarihi hakikatler ve savaş sonrası, Irak'ta meydana gelmesi muhtemel gelişmeler doğru okunmalıdır.
Bu hususta Prof. Dr. Haydar Baş Beyin yaptığı tespit gayet yerindedir: Birinci Körfez Savaşı'nda K.Irak'ta kurulması düşünülen malûm devlete zemin oluşturulmuş, geçen on küsur yıllık zaman zarfında bu devletin alt yapısı tamamlanmıştır. Şimdi yapılacak olan operasyonla da artık bu devletin resmen ilan edilmesi süreci başlayacaktır. (Milli çıkarların korunması prensibi ışığında, böyle bir durumun bizim açımızdan doğuracağı neticelerin altını bir kez daha çizmek lazımdır.)
Aynı prensip esas alınarak, 80 bin belki de daha fazla Amerikan askerlerinin ülkemizde konuşlandırılması talebi de değerlendirilebilir.
1919'daki işgal yıllarında dahi topraklarımıza bu sayıda yabancı asker ayak basmamıştır.
Bu askerlerin tâbi olacakları hukuki literatür ise, belirlenmiş değildir.
Özetleyecek olursak, savaş çanlarının çalmaya başladığı bu süreçte yapmamız gereken; varlığımızın devamı için zaruri olan milli çıkarlarımızın sonuna kadar korunması yönünde hareket etmektir. Bu hareket alanı oldukça geniş tutulmalı; diplomatik yollarla operasyonun önlenmesi girişimlerinden savaş vuku bulursa, belirleyeceğimiz politikanın getirisi ve götürüsüne kadar her şey hesaba katılmalıdır.
Bu, konuda esas olan, milli çıkarlarımızı uzun vadede ve sonuna kadar korumaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011