“Uzayın derinliklerini Tillo’nun sokaklarından daha iyi biliyorum.”
-İbrahim Hakkı Hz-
Her uygarlığın tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu belli başlı unsurları, bu unsurların da maziden gelen bir hikâyesi vardır. Söz konusu olan Batı medeniyeti ise bu hikaye oldukça ilgi çekici olmalıdır. Çünkü kendisinden önceki bütün uygarlıklardan farklı bir biçimde gelişen, İslam’dan başka bütün kültür ve inançları bir kara delik gibi emerek acuzeye çeviren, dünyanın her yerindeki milli, dini, kültürel farklılıkları yok etmeye çalışarak bireysellik, kapitalizm, sekülerizm ve sözde özgürlük vaat eden Batı zihniyeti insan fıtratına aykırı bir kimyaya sahiptir.
Modernizm öncesi tarih diliminde dünyaya hiçbir dönemde tek bir kültür hâkim olmamıştır. Ve aynı arzın üzerinde aynı tip giyinen, aynı beslenme alışkanlıklarına sahip, aynı müziği dinleyen, hatta mimarisi, sanatı, edebiyatı bu derece aynılaşan insanlar yaşamadı. Halen yürürlükte olan mevcut Batı medeniyetinin coğrafi bölgeyi ifade etmekten daha çok zihinsel bir alanda egemenlik kurduğu aşikârdır. İşte bu zihniyeti anlamada Batı bilimini tanımak büyük önem taşımaktadır. Çünkü modern dünyayı kuran modern bilimdir.
Modern bilimin kavramsal çatısının oluşmasında iki temel etkiden söz edilebilir. Birincisi Bacon’ın etkisidir. F. Bacon bilgi kaynağı olarak deney ve gözlemi öngörmektedir. İlaveten bilginin önce kendi içinde ilerlemesini önemser. Bunu yapmanın tek yolu; önyargıları, zihinsel kurguları ve inançları işin içine katmadan sadece deney ve gözleme dayanarak ilerlemektir. İkinci etki R. Descartes etkisidir. Kartezyen düalizm, iki dünyayı birbirinden kesinlikle ayırmıştır: bir tarafta nesnel olgu, madde, yani fiziksel gerçeklik dünyası; diğer tarafta da öznel zihin ve değerler dünyası. Bu ayrımda modern bilim nesnel dünyada at koşturacaktır. (Demir Ömer; Bilim Felsefesi, Vadi yay. 2000, s.141).
Süregelen zamanla beraber anlaşılmaktadır ki dinsel bilgi bilimsel bilginin kapsamına girmemekte aksine hurafe, mit ya da batıl itikat eksenine itilmektedir. Avrupalının kiliseyle giriştiği mücadelelerden böyle bir sonuç çıkarması anlaşılabilir. Fakat inancıyla, tarihiyle, kültürüyle lif lif örülen İslam medeniyeti mensuplarının aynı düzeyde düşünmeleri ilginçtir. Bilimsel perspektifi,insana bakışı, eşyaya ait yorumu hiçbir şekilde Batılılarla örtüşmeyen, tevhid akaidine sahip Müslümanların teslise inanan Avrupalılar gibi düşünmesi ancak kompleksle açıklanabilir. Ki zaten amaçlanan da tamı tamına budur.
Belirtmek gerekir ki; modern bilim, Avrupa medeniyetinden bağımsız nesnel bir fenomen değildir. Tarihsel süreç içerisinde Batıya özgü şartlarda teşekkül eden, bağlı bulunduğu coğrafyanın özelliklerini taşıyan “subjektif” bir disiplindir ve kendi dünya görüşünün parçasıdır. Modern bilime hikmet gözüyle bakmak ise mümkün değildir. Çünkü burada salt bilgi değil ona giydirilen yorum, eleştiri konusudur. (Maruf, Mehmet; Ayna Bizim Olmalı, s.124).
Sadece ana hatlarıyla baktığımızda -Avrupa merkezli- modern bilim tarihi, farklı uygarlıklar ya da kültürlere ait bilimleri tanımamış; Batı bilimini bilimin zirvesi olarak göstermiş ve temelde dört yolla kendi biliminin tekelini kurmuştur. Öncelikle, Batılı olmayan kültür ve uygarlıkların başarıları gerçek bilim olarak kabul edilmeyip, batıl itikat, mit ve folklor denilerek dışlanmıştır. İkincisi, Batılı olmayan kültürlerin bilim tarihleri genel bilim tarihinden dışlanmıştır. Üçüncüsü Avrupa uygarlığının kökenleri bu uygarlığın kökenleri bu uygarlığın kendiliğinden doğduğunu gösterecek biçimde yeniden yazılmıştır. Son olarak da işgal ve sömürgecilik yoluyla Avrupa, diğer uygarlıkların bilimlerini almış, bunların kökenine dair bilgileri gizlemiş ve Avrupalı kılığına büründürülerek yeniden dolaşıma sokmuştur. (Serdar, Ziyauddin; Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları, Everest yay. 2000, s.71).
Tasvir edilen bu durum “kültürel emperyalizm” olarak tanımlanabilirken maruz kalanlar kendi medeniyetlerine yabancılaşmaktadırlar.
Burada batının bilimsel şartlandırmalarının dışına çıkarak bilgi adına sadece bilimsel bilgiyi güvenilir bulmanın yanlışlığına değinmek gerekecektir. Çünkü dünyanın yuvarlaklığını ortaya atan İmam-ı Azam Ebû Hanife (Bayraktar, Mehmet ; İslam’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, T.d.v.y. 2000, s.84 A.g.e. s.6), “Eğer bir zerreyi (atom) ortadan kesersen içinde bir güneş ve onun etrafında durmadan dönen gezegenler görürsün” diyen Mevlana, atomun ve tabiatın aslının enerji olduğunu iddia eden Davud el- Kayseri ya da mikropları mikroskopsuz haber veren Akşemseddin bu bilgilere deney ve gözlem metoduyla ulaşmamışlardır.
“Çünki bildün pusulanun halini
Dinle hartının (harita) dahi ahvalini
Hartıyı hem pusulayı bil sahih
Ta Süleymanu’n-nebi itdi tashih…”
-Piri Reis-
Hatta Kitab-ı Bahriye’de geçen yukarıdaki dörtlüğün sahibi Piri Reis; Amerikayı Kolomb’tan önce haber verirken ünlü haritasının çizimini Süleyman a.s.’ın tashihiyle gerçekleştirmiştir. Yine bu ilimledir ki; “Uzayın derinliklerini Tillo’nun sokaklarından daha iyi biliyorum” diyen İbrahim Hakkı Hz.’lerinin sözü Nasa’nın duvarlarında yerini almıştır. Onların kaynağı tasavvufî anlamda keşif ve ilhamdır. Bu kaynağa Allah dostlarının rehberliğinde, ibadete eşlik eden ilimle ulaşılır. Ancak o zaman bilgi ilime, ilim irfana, irfan hikmete, hikmet marifete dönüşür. İlimden maksat Allah’ı bilmektir. Allah’ı bilmek ise marifettir. -Alîm olan- Allah’la aralarında ilham bağı olan bu kişiler bilgiyi de bizzat O’ndan almışlardır.
Sanılmasın ki bu tür bilgiler dünde kaldı ya da düne aittir. Öyle düşünenler Milli Ekonomi Modelinin yazılışını, Rus bilim adamına aktarırken Prof. Dr. Haydar Baş’tan bir daha dinlesinler. Unutmayalım ki; “Allah hikmeti dilediğine verir, kendisine hikmet verilmiş olana büyük hayır verilmiş olur.” (Bakara, 269).
-İbrahim Hakkı Hz-
Her uygarlığın tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu belli başlı unsurları, bu unsurların da maziden gelen bir hikâyesi vardır. Söz konusu olan Batı medeniyeti ise bu hikaye oldukça ilgi çekici olmalıdır. Çünkü kendisinden önceki bütün uygarlıklardan farklı bir biçimde gelişen, İslam’dan başka bütün kültür ve inançları bir kara delik gibi emerek acuzeye çeviren, dünyanın her yerindeki milli, dini, kültürel farklılıkları yok etmeye çalışarak bireysellik, kapitalizm, sekülerizm ve sözde özgürlük vaat eden Batı zihniyeti insan fıtratına aykırı bir kimyaya sahiptir.
Modernizm öncesi tarih diliminde dünyaya hiçbir dönemde tek bir kültür hâkim olmamıştır. Ve aynı arzın üzerinde aynı tip giyinen, aynı beslenme alışkanlıklarına sahip, aynı müziği dinleyen, hatta mimarisi, sanatı, edebiyatı bu derece aynılaşan insanlar yaşamadı. Halen yürürlükte olan mevcut Batı medeniyetinin coğrafi bölgeyi ifade etmekten daha çok zihinsel bir alanda egemenlik kurduğu aşikârdır. İşte bu zihniyeti anlamada Batı bilimini tanımak büyük önem taşımaktadır. Çünkü modern dünyayı kuran modern bilimdir.
Modern bilimin kavramsal çatısının oluşmasında iki temel etkiden söz edilebilir. Birincisi Bacon’ın etkisidir. F. Bacon bilgi kaynağı olarak deney ve gözlemi öngörmektedir. İlaveten bilginin önce kendi içinde ilerlemesini önemser. Bunu yapmanın tek yolu; önyargıları, zihinsel kurguları ve inançları işin içine katmadan sadece deney ve gözleme dayanarak ilerlemektir. İkinci etki R. Descartes etkisidir. Kartezyen düalizm, iki dünyayı birbirinden kesinlikle ayırmıştır: bir tarafta nesnel olgu, madde, yani fiziksel gerçeklik dünyası; diğer tarafta da öznel zihin ve değerler dünyası. Bu ayrımda modern bilim nesnel dünyada at koşturacaktır. (Demir Ömer; Bilim Felsefesi, Vadi yay. 2000, s.141).
Süregelen zamanla beraber anlaşılmaktadır ki dinsel bilgi bilimsel bilginin kapsamına girmemekte aksine hurafe, mit ya da batıl itikat eksenine itilmektedir. Avrupalının kiliseyle giriştiği mücadelelerden böyle bir sonuç çıkarması anlaşılabilir. Fakat inancıyla, tarihiyle, kültürüyle lif lif örülen İslam medeniyeti mensuplarının aynı düzeyde düşünmeleri ilginçtir. Bilimsel perspektifi,insana bakışı, eşyaya ait yorumu hiçbir şekilde Batılılarla örtüşmeyen, tevhid akaidine sahip Müslümanların teslise inanan Avrupalılar gibi düşünmesi ancak kompleksle açıklanabilir. Ki zaten amaçlanan da tamı tamına budur.
Belirtmek gerekir ki; modern bilim, Avrupa medeniyetinden bağımsız nesnel bir fenomen değildir. Tarihsel süreç içerisinde Batıya özgü şartlarda teşekkül eden, bağlı bulunduğu coğrafyanın özelliklerini taşıyan “subjektif” bir disiplindir ve kendi dünya görüşünün parçasıdır. Modern bilime hikmet gözüyle bakmak ise mümkün değildir. Çünkü burada salt bilgi değil ona giydirilen yorum, eleştiri konusudur. (Maruf, Mehmet; Ayna Bizim Olmalı, s.124).
Sadece ana hatlarıyla baktığımızda -Avrupa merkezli- modern bilim tarihi, farklı uygarlıklar ya da kültürlere ait bilimleri tanımamış; Batı bilimini bilimin zirvesi olarak göstermiş ve temelde dört yolla kendi biliminin tekelini kurmuştur. Öncelikle, Batılı olmayan kültür ve uygarlıkların başarıları gerçek bilim olarak kabul edilmeyip, batıl itikat, mit ve folklor denilerek dışlanmıştır. İkincisi, Batılı olmayan kültürlerin bilim tarihleri genel bilim tarihinden dışlanmıştır. Üçüncüsü Avrupa uygarlığının kökenleri bu uygarlığın kökenleri bu uygarlığın kendiliğinden doğduğunu gösterecek biçimde yeniden yazılmıştır. Son olarak da işgal ve sömürgecilik yoluyla Avrupa, diğer uygarlıkların bilimlerini almış, bunların kökenine dair bilgileri gizlemiş ve Avrupalı kılığına büründürülerek yeniden dolaşıma sokmuştur. (Serdar, Ziyauddin; Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları, Everest yay. 2000, s.71).
Tasvir edilen bu durum “kültürel emperyalizm” olarak tanımlanabilirken maruz kalanlar kendi medeniyetlerine yabancılaşmaktadırlar.
Burada batının bilimsel şartlandırmalarının dışına çıkarak bilgi adına sadece bilimsel bilgiyi güvenilir bulmanın yanlışlığına değinmek gerekecektir. Çünkü dünyanın yuvarlaklığını ortaya atan İmam-ı Azam Ebû Hanife (Bayraktar, Mehmet ; İslam’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, T.d.v.y. 2000, s.84 A.g.e. s.6), “Eğer bir zerreyi (atom) ortadan kesersen içinde bir güneş ve onun etrafında durmadan dönen gezegenler görürsün” diyen Mevlana, atomun ve tabiatın aslının enerji olduğunu iddia eden Davud el- Kayseri ya da mikropları mikroskopsuz haber veren Akşemseddin bu bilgilere deney ve gözlem metoduyla ulaşmamışlardır.
“Çünki bildün pusulanun halini
Dinle hartının (harita) dahi ahvalini
Hartıyı hem pusulayı bil sahih
Ta Süleymanu’n-nebi itdi tashih…”
-Piri Reis-
Hatta Kitab-ı Bahriye’de geçen yukarıdaki dörtlüğün sahibi Piri Reis; Amerikayı Kolomb’tan önce haber verirken ünlü haritasının çizimini Süleyman a.s.’ın tashihiyle gerçekleştirmiştir. Yine bu ilimledir ki; “Uzayın derinliklerini Tillo’nun sokaklarından daha iyi biliyorum” diyen İbrahim Hakkı Hz.’lerinin sözü Nasa’nın duvarlarında yerini almıştır. Onların kaynağı tasavvufî anlamda keşif ve ilhamdır. Bu kaynağa Allah dostlarının rehberliğinde, ibadete eşlik eden ilimle ulaşılır. Ancak o zaman bilgi ilime, ilim irfana, irfan hikmete, hikmet marifete dönüşür. İlimden maksat Allah’ı bilmektir. Allah’ı bilmek ise marifettir. -Alîm olan- Allah’la aralarında ilham bağı olan bu kişiler bilgiyi de bizzat O’ndan almışlardır.
Sanılmasın ki bu tür bilgiler dünde kaldı ya da düne aittir. Öyle düşünenler Milli Ekonomi Modelinin yazılışını, Rus bilim adamına aktarırken Prof. Dr. Haydar Baş’tan bir daha dinlesinler. Unutmayalım ki; “Allah hikmeti dilediğine verir, kendisine hikmet verilmiş olana büyük hayır verilmiş olur.” (Bakara, 269).
Mehmet Maruf / diğer yazıları
- Akrep kıskacı / 05.12.2019
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013