(dünden devam?)
Selman ve Ebu Zer'in takvasını, zahitliğini ve üstünlüğünü biliyorsunuz. Onların da yaşamı anlattığım gibiydi. Selman, beytulmaldan hakkına düşen yıllık ihtiyacını aldığında, bir yıllık ihtiyacını ayırırdı. O'na:
-Sen bu takva ve zahitliğinle bir yılın düşüncesine mi kapılıyorsun? Belki bu gün veya yarın öleceksin ve yılsonuna çıkmayacaksın? Diye sorduklarında, Selman:
-Ya ölmezsem? Diye cevap verdi ve şöyle devam etti:
-Siz niye sadece ölüm ihtimali üzerinde duruyorsunuz? Bir ihtimal daha var ve o da yaşamaktır. Eğer yaşarsam ihtiyaçlarım olacaktır.
Ey cahiller! Siz bu husustan da gafilsiniz ki, insan nefsi, yaşam için gerekli ihtiyaçlara sahip olmazsa, Allah'a itaatte de eksik kalacaktır. Hak yolunda sahip olması gereken güç ve enerjiyi yitirir. Ne zaman ihtiyaçları giderilirse nefis de kendisini toparlar.
Ebu Zer'in birkaç koyunu ve devesi vardı. Onların sütünden ve etinden faydalanıyordu. Misafiri geldiğinde veya ihtiyaç sahiplerine et vermek istediğinde kendisine de bir pay çıkardı.
Bunlardan daha zahit kim olabilirdi? Peygamberin bu ikisi hakkında söylediği sözleri biliyorsunuz. Bu kimseler, zahitlik ve takva adına asla bütün varlıklarını infak etmediler. Onlar, sizin bugün insanlara her şeylerini infak ederek, kendilerini ve ailelerini sıkıntıya sokmalarını emrettiğiniz şekilde yaşamadılar.
Size bir hadis söyleyeceğim ki babam babasından, o da dedelerinden, Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "En ilginç durum, müminin durumudur. Müminin bedenini makasla parçalasalar, onun için hayır ve saadet olacaktır ve eğer doğu ve batının bütün mülkünü ona verseler, yine onun için hayır ve saadet olacaktır."
Müminin hayrı, hiçbir zaman fakir olma koşuluna bağlı değildir. Müminin hayrı, inanç ve iman ruhundan kaynaklanır. Çünkü fakirlikte de zenginlikte de bir görevi olduğunu bilir ve onu en güzel biçimde yerine getirir. İşte bundan dolayıdır ki en ilginç şey müminin karşılaştığı her durum, onun için hayır ve saadettir.
Bugün size söylediklerim yeterli midir? Yoksa daha size anlatayım mı?
Biliyor musunuz, İslam'ın ilk dönemlerinde, Müslümanların sayısı az olduğu için her Müslüman'ın on kâfire bedel gelmesi emredilmişti. Yani, bir Müslüman on kişiye karşı koyamazsa suç işlemiş sayılıyordu. Ama daha sonra, Müslümanların sayıları arttığı için Allah-u Teâla kendi lütuf ve rahmetiyle artık her Müslüman'ın sadece iki kâfire bedel gelmesini emretti.
Size İslami hükümlerden bir soru sorayım. Farz edin sizden biriniz mahkemedesiniz. Konu da eşinizin nafakasıdır. Hâkim: "Eşinin nafakasını vermelisin" dediğinde, ne yapacaksınız? Acaba "Ben zahidim ve dolayısıyla dünya nimetlerine yüz çevirdim gibi bir mazeret mi sunacaksınız? Bu mazeret geçerli midir? Hâkimin: "Eşinin nafakasını vermelisin" sözü hak ve adalet midir yoksa zulüm müdür? Eğer zulümdür deseniz, açıkça bir yalan konuşmuş olursunuz. Bu iftira ile bütün İslam ehline zulmetmiş olursunuz. Yok, eğer: "Hâkim doğru söyledi" derseniz, o zaman kendi gidişatınızın ve yaşam tarzınızın yanlış olduğunu kabul etmiş olursunuz.
Diğer bir konu, bazı durumlar vardır ki Müslüman, bu durumlarda vacip ya da vacip olmayan infaklar yapar. Mesela; zekât veya keffare vermesi gibi? Şimdi, eğer zahitliğin manasını yaşamdan ve yaşamın ihtiyaçlarından yüz çevirmek olarak kabul etsek ve yine bütün insanların tıpkı sizin istediğiniz gibi zahit olduklarını ve dünyadan yüz çevirdiğini farz etsek, o zaman bütün bun keffarelerin ve vacip infakların durumu ne olacak? Bu infaklarla yoksulların daha iyi bir yaşama kavuşmaları amaçlanmamış mıdır? Bu infaklardan da anlaşıldığı gibi dinin hedefi, insanların rahat bir yaşama kavuşmalarını sağlamaktır. Eğer dinin hedefi, insanların fakir olması, dünyevi nimetlerden sakınmaları, miskinlik ve çaresizlik olsaydı o zaman fakirler zaten bu amaca ulaşmış olurlardı ve dolayısıyla onlara bir şey vermemek gerekirdi. Onların da bu saadetli durumlarından çıkmamak için kimseden bir şey kabul etmemeleri gerekirdi.
Eğer söyledikleriniz hakikat olsaydı, o zaman kimsenin elinde bir şey bulundurmaması ve eline geçeni bağışlaması gerekirdi. Sonuçta da zekâta gerek kalmayacaktı.
Demek ki siz çok çirkin ve tehlikeli bir gidişata kapılmışsınız ve insanları bu kötü yaşam tarzına teşvik ediyorsunuz. Gittiğiniz yol ve halkı bu yola davet etmeniz Kuran ve peygamberin hadislerinden haberdar olmayışınızdan kaynaklanmaktadır.
Bu hadisler şüphe edilecek Hadisler değildir. Çünkü kuran onları onaylamaktadır. Ama siz, peygamberin güvenilir hadislerini sırf sizin yaşam tarzınıza uymuyor diye reddediyorsunuz ki bu da diğer bir cahilliğinizdir. Siz, Kuran ayetlerinin manası, dakik ve ince noktaları hakkında düşünmüyor, nasıh ve mensuh, muhkem ve müteşabihi bilmiyorsunuz. Emirleri ve yasakları ayırt edemiyorsunuz.
Süleyman b. Davut'un (as) Allah'tan kendisinden sonra kimseye vermeyeceği derecede bir mülk istemesi (Sad Suresi,35) konusunda ne cevap vereceksiniz?
Allah da ona öyle bir mülk verdi. Tabi Süleyman Peygamber haktan başka bir şey istemiyordu. Ne Allah ne de her hangi bir mümin, Süleyman Peygamber'in dünyada böyle bir mülk istemesini bir kusur saymamıştır. Süleyman Peygamber'den önce Davut da yine aynı şekilde ve yine Yusuf'un padişaha resmen :" Hazinedarlık görevini bana ver. Çünkü ben güvenilir ve ilim sahibiyim."(Yusuf Suresi,55) demiştir. Sonunda Yusuf Peygamber, Mısır'dan Yemen sınırlarına kadar yönetimi eline aldı. Kıtlık sonucunda her yerden oraya geliyor azık satın alıp dönüyorlardı. Tabi ki Yusuf Peygamber, kötü bir işe kalkışmamıştı ve Allah da Kuran'da bunu Yusuf için bir kusur saymamıştır. Yine, Allah'ı seven ve Allah'ın da kendisini sevdiği bir kul olan ve dünyanın doğusundan batısına kadar hâkim olan Zülkarneyn'in hikâyesi de aynıdır.
Ey topluluk! Bu yanlış yoldan vazgeçin ve kendinizi gerçek İslam adabıyla edeplendirin. Allah'ın emir ve yasak sınırlarını aşmayın. Kendi yanınızdan yollar uydurmayın. Bilmediğiniz meselelere karışmayın ve bir bilene sorun. Nasıh'ı Mensuh'tan, Muhkem'i Muteşabih'ten ve helalı haramdan ayırt etmek için uğraşın. Bu sizin için daha iyi, daha kolay ve cahillikten en uzak olan yoldur. Cehaleti bırakın ki cehaletin taraftarı çoktur. Oysa ilmin taraftarı azdır. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:" Her âlimden daha üstün bir âlim vardır." (Tuhef-ul Ukul S.348-354, Kafi C.5 Babul Meişe S.65-71)
(Prof. Dr. Haydar Baş'ın İmam Cafer es-Sâdık adlı eserini mutlaka okumalısınız).
Bugün içi neredeyse boşaltılan, kavramları üzerinde sayısız oyunlar oynanan, yozlaştırılan, kaynağından fersah fersah uzaklaşılan ve başkalaştırılmış din algısı yerine Hz. Resûlullah ve Ehl-i Beyt'i ile yaşanan İslam insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturabilir. Ehl-i Beyt Külliyatı ile hepimize Ehl-i Beyt çeşmesinden doyasıya içiren Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu örnek hayatları, ömrünü adayarak kaleme aldığı eserleri, öncülüğünde gerçekleştirilen sempozyumlar, yetiştirdiği evlatlarıyla tanıtarak yaşattı/ yaşatıyor. Milletçe ve ümmetçe birliğin, dirliğin, bereketin ve huzurun kaynağı Ehl-i Beyt'tir.
Selman ve Ebu Zer'in takvasını, zahitliğini ve üstünlüğünü biliyorsunuz. Onların da yaşamı anlattığım gibiydi. Selman, beytulmaldan hakkına düşen yıllık ihtiyacını aldığında, bir yıllık ihtiyacını ayırırdı. O'na:
-Sen bu takva ve zahitliğinle bir yılın düşüncesine mi kapılıyorsun? Belki bu gün veya yarın öleceksin ve yılsonuna çıkmayacaksın? Diye sorduklarında, Selman:
-Ya ölmezsem? Diye cevap verdi ve şöyle devam etti:
-Siz niye sadece ölüm ihtimali üzerinde duruyorsunuz? Bir ihtimal daha var ve o da yaşamaktır. Eğer yaşarsam ihtiyaçlarım olacaktır.
Ey cahiller! Siz bu husustan da gafilsiniz ki, insan nefsi, yaşam için gerekli ihtiyaçlara sahip olmazsa, Allah'a itaatte de eksik kalacaktır. Hak yolunda sahip olması gereken güç ve enerjiyi yitirir. Ne zaman ihtiyaçları giderilirse nefis de kendisini toparlar.
Ebu Zer'in birkaç koyunu ve devesi vardı. Onların sütünden ve etinden faydalanıyordu. Misafiri geldiğinde veya ihtiyaç sahiplerine et vermek istediğinde kendisine de bir pay çıkardı.
Bunlardan daha zahit kim olabilirdi? Peygamberin bu ikisi hakkında söylediği sözleri biliyorsunuz. Bu kimseler, zahitlik ve takva adına asla bütün varlıklarını infak etmediler. Onlar, sizin bugün insanlara her şeylerini infak ederek, kendilerini ve ailelerini sıkıntıya sokmalarını emrettiğiniz şekilde yaşamadılar.
Size bir hadis söyleyeceğim ki babam babasından, o da dedelerinden, Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "En ilginç durum, müminin durumudur. Müminin bedenini makasla parçalasalar, onun için hayır ve saadet olacaktır ve eğer doğu ve batının bütün mülkünü ona verseler, yine onun için hayır ve saadet olacaktır."
Müminin hayrı, hiçbir zaman fakir olma koşuluna bağlı değildir. Müminin hayrı, inanç ve iman ruhundan kaynaklanır. Çünkü fakirlikte de zenginlikte de bir görevi olduğunu bilir ve onu en güzel biçimde yerine getirir. İşte bundan dolayıdır ki en ilginç şey müminin karşılaştığı her durum, onun için hayır ve saadettir.
Bugün size söylediklerim yeterli midir? Yoksa daha size anlatayım mı?
Biliyor musunuz, İslam'ın ilk dönemlerinde, Müslümanların sayısı az olduğu için her Müslüman'ın on kâfire bedel gelmesi emredilmişti. Yani, bir Müslüman on kişiye karşı koyamazsa suç işlemiş sayılıyordu. Ama daha sonra, Müslümanların sayıları arttığı için Allah-u Teâla kendi lütuf ve rahmetiyle artık her Müslüman'ın sadece iki kâfire bedel gelmesini emretti.
Size İslami hükümlerden bir soru sorayım. Farz edin sizden biriniz mahkemedesiniz. Konu da eşinizin nafakasıdır. Hâkim: "Eşinin nafakasını vermelisin" dediğinde, ne yapacaksınız? Acaba "Ben zahidim ve dolayısıyla dünya nimetlerine yüz çevirdim gibi bir mazeret mi sunacaksınız? Bu mazeret geçerli midir? Hâkimin: "Eşinin nafakasını vermelisin" sözü hak ve adalet midir yoksa zulüm müdür? Eğer zulümdür deseniz, açıkça bir yalan konuşmuş olursunuz. Bu iftira ile bütün İslam ehline zulmetmiş olursunuz. Yok, eğer: "Hâkim doğru söyledi" derseniz, o zaman kendi gidişatınızın ve yaşam tarzınızın yanlış olduğunu kabul etmiş olursunuz.
Diğer bir konu, bazı durumlar vardır ki Müslüman, bu durumlarda vacip ya da vacip olmayan infaklar yapar. Mesela; zekât veya keffare vermesi gibi? Şimdi, eğer zahitliğin manasını yaşamdan ve yaşamın ihtiyaçlarından yüz çevirmek olarak kabul etsek ve yine bütün insanların tıpkı sizin istediğiniz gibi zahit olduklarını ve dünyadan yüz çevirdiğini farz etsek, o zaman bütün bun keffarelerin ve vacip infakların durumu ne olacak? Bu infaklarla yoksulların daha iyi bir yaşama kavuşmaları amaçlanmamış mıdır? Bu infaklardan da anlaşıldığı gibi dinin hedefi, insanların rahat bir yaşama kavuşmalarını sağlamaktır. Eğer dinin hedefi, insanların fakir olması, dünyevi nimetlerden sakınmaları, miskinlik ve çaresizlik olsaydı o zaman fakirler zaten bu amaca ulaşmış olurlardı ve dolayısıyla onlara bir şey vermemek gerekirdi. Onların da bu saadetli durumlarından çıkmamak için kimseden bir şey kabul etmemeleri gerekirdi.
Eğer söyledikleriniz hakikat olsaydı, o zaman kimsenin elinde bir şey bulundurmaması ve eline geçeni bağışlaması gerekirdi. Sonuçta da zekâta gerek kalmayacaktı.
Demek ki siz çok çirkin ve tehlikeli bir gidişata kapılmışsınız ve insanları bu kötü yaşam tarzına teşvik ediyorsunuz. Gittiğiniz yol ve halkı bu yola davet etmeniz Kuran ve peygamberin hadislerinden haberdar olmayışınızdan kaynaklanmaktadır.
Bu hadisler şüphe edilecek Hadisler değildir. Çünkü kuran onları onaylamaktadır. Ama siz, peygamberin güvenilir hadislerini sırf sizin yaşam tarzınıza uymuyor diye reddediyorsunuz ki bu da diğer bir cahilliğinizdir. Siz, Kuran ayetlerinin manası, dakik ve ince noktaları hakkında düşünmüyor, nasıh ve mensuh, muhkem ve müteşabihi bilmiyorsunuz. Emirleri ve yasakları ayırt edemiyorsunuz.
Süleyman b. Davut'un (as) Allah'tan kendisinden sonra kimseye vermeyeceği derecede bir mülk istemesi (Sad Suresi,35) konusunda ne cevap vereceksiniz?
Allah da ona öyle bir mülk verdi. Tabi Süleyman Peygamber haktan başka bir şey istemiyordu. Ne Allah ne de her hangi bir mümin, Süleyman Peygamber'in dünyada böyle bir mülk istemesini bir kusur saymamıştır. Süleyman Peygamber'den önce Davut da yine aynı şekilde ve yine Yusuf'un padişaha resmen :" Hazinedarlık görevini bana ver. Çünkü ben güvenilir ve ilim sahibiyim."(Yusuf Suresi,55) demiştir. Sonunda Yusuf Peygamber, Mısır'dan Yemen sınırlarına kadar yönetimi eline aldı. Kıtlık sonucunda her yerden oraya geliyor azık satın alıp dönüyorlardı. Tabi ki Yusuf Peygamber, kötü bir işe kalkışmamıştı ve Allah da Kuran'da bunu Yusuf için bir kusur saymamıştır. Yine, Allah'ı seven ve Allah'ın da kendisini sevdiği bir kul olan ve dünyanın doğusundan batısına kadar hâkim olan Zülkarneyn'in hikâyesi de aynıdır.
Ey topluluk! Bu yanlış yoldan vazgeçin ve kendinizi gerçek İslam adabıyla edeplendirin. Allah'ın emir ve yasak sınırlarını aşmayın. Kendi yanınızdan yollar uydurmayın. Bilmediğiniz meselelere karışmayın ve bir bilene sorun. Nasıh'ı Mensuh'tan, Muhkem'i Muteşabih'ten ve helalı haramdan ayırt etmek için uğraşın. Bu sizin için daha iyi, daha kolay ve cahillikten en uzak olan yoldur. Cehaleti bırakın ki cehaletin taraftarı çoktur. Oysa ilmin taraftarı azdır. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:" Her âlimden daha üstün bir âlim vardır." (Tuhef-ul Ukul S.348-354, Kafi C.5 Babul Meişe S.65-71)
(Prof. Dr. Haydar Baş'ın İmam Cafer es-Sâdık adlı eserini mutlaka okumalısınız).
Bugün içi neredeyse boşaltılan, kavramları üzerinde sayısız oyunlar oynanan, yozlaştırılan, kaynağından fersah fersah uzaklaşılan ve başkalaştırılmış din algısı yerine Hz. Resûlullah ve Ehl-i Beyt'i ile yaşanan İslam insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturabilir. Ehl-i Beyt Külliyatı ile hepimize Ehl-i Beyt çeşmesinden doyasıya içiren Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu örnek hayatları, ömrünü adayarak kaleme aldığı eserleri, öncülüğünde gerçekleştirilen sempozyumlar, yetiştirdiği evlatlarıyla tanıtarak yaşattı/ yaşatıyor. Milletçe ve ümmetçe birliğin, dirliğin, bereketin ve huzurun kaynağı Ehl-i Beyt'tir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yavuz Ekim / diğer yazıları
- Sizin bir Haydar Hocanız oldu mu? / 13.04.2025
- Hayra anahtar, şerre kilit / 11.02.2021
- Bu aşka canımı adayacağım / 06.05.2020
- Hüseynî siyaset / 25.04.2020
- ‘Endişe etmeyin!’ / 20.04.2020
- Yaptırmazlar! / 28.03.2020
- Arkası gelmez dertlerimin / 25.02.2020
- Deryalar içinde susuz gezmek / 22.02.2020
- Yarım sözcük / 09.01.2020
- Bu ülke nasıl düze çıkar? / 01.05.2018
- Hayra anahtar, şerre kilit / 11.02.2021
- Bu aşka canımı adayacağım / 06.05.2020
- Hüseynî siyaset / 25.04.2020
- ‘Endişe etmeyin!’ / 20.04.2020
- Yaptırmazlar! / 28.03.2020
- Arkası gelmez dertlerimin / 25.02.2020
- Deryalar içinde susuz gezmek / 22.02.2020
- Yarım sözcük / 09.01.2020
- Bu ülke nasıl düze çıkar? / 01.05.2018