İstanbul tiryakiliği... buna insaflı olup İstanbul hastalığı desek de olur. İptilanın bir derecesi vardır ki artık bize zevk yerine ıstırap verir. Fakat bu öyle bir ıstıraptır ki, bedelini hiç bir zevkin dudağında bulamayız. Belki de bu yüzden bir İstanbul tiryakisi, içinde doğup büyüdüğü bu şehrin heyecanı afetine yakalanmış samimi, bir İstanbul divanesidir.
Onun için acaba, bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde... diye tıpkı bir masala başlar gibi, böyle bir İstanbul tiryakisi ağzı ile geçmiş zamandan konuşmaya âğâz etsek nasıl olur? Gerçi bu geçmişin, efsane ve esatirle alakası yoksa da, görünmez bir buyruğun keyfi üzere tasarruf edilmekte olan biz insanların birer masal kahramanından ne farkımız vardır? Başlangıcı bilinmeyen uzun ve ezeli dünya hikayesinin zincirine kendi masalını ekleyerek geçip giden insanoğlu..." (S. Ayverdi. İstanbul Geceleri).
Hiç İstanbul'u Çamlıça tepesinden ya da Yuşa tepesinden seyre daldınız mı? Üsküdar sahilinde geceler boyu yürüdünüz mü? Ve tarihin derin havasını soludunuz mu? Haydarpaşa iskelesinde bir dostunuzu hasretle beklediniz mi? Ya Kız Kulesi'nde dolaşan fantezileriniz olmadı mı? Eyüp'te Piyer Loti'yi hiç gezdiniz mi? Süleymaniye'yi içinizde yeşerttiğiniz hangi duygularla yaşadınız, yoksa hala o duygulardan mahrum musunuz? Emirgan koruluğunu bir kez olsun gezemediniz, Sarıyer sahilinde yürürken sağanak bir yağmurda ıslanmadınız mı?
Surlarda kalan tarihî bir burukluk ve insanlık vicdanında kapanmaz yaralar var. Baykuşlar hep senin başında ötmekte, bir tarihî mezarlıkta kavaklar yeşermekte. İstanbul tiryakileri fatihalar gönderir ruhuna ve yeniden şahlanabilmen için hep niyazda. Bir de ıstırapla derin bir soru düşüyor akıllarına, ölenin dirilişi ne zamandır diye...
Üsküdar, Çamlıca taraflarına doğru uzandığınız zaman, yediveren güllerle döşenmiş bahçeli evlere rastlarsınız. Anadolu yakasında yeşillik hakimdir. Avrupa tarafına uzandığınız zaman da taş duvarlar arasına serpilmiş bir kaç fidan. İstanbul tiryakileri için hüzünlü bir sonbahardır bu manzara. İki hayal kalır hatıralarında, geçmişten geleceğe doğru uzanan...
Üstad Necip Fazıl: "Ruhumu eritip de, kalıpta dondurmuşlar
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey, hava, renk, eda, iklim
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim" diyor mısralarında.
İstanbul'la hemhal olabilmek, onu süzgeçten geçirip kalbe, kalbin derinliklerine süzebilmek... Bahçeden göze çarpan kan kırmızı bir gül. Gül bülbül için ne ifade ediyorsa, İstanbul tiryakileri için de İstanbul onu ifade ediyor. İstanbul ki, ötelerden bu zamana getirdiği tarifsiz bir mana taşımakta, bu mana bin dörtyüz yıl öncesine kadar uzanıyor diyebiliriz.
"Tarihin gözleri var, surlarda delik deşik
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik
Bulutlar şaha kalkmış, Fatih'ten kalma kır at,
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat"...
İstanbul'un hangi köşesine bakarsanız bakın, eskiden arta kalan güzellikleri muhakkak bulursunuz. 'Tarihin gözleri var, surlarda delik deşik' ifadesi, İstanbul'u izleyen tarih, neydin ne oldun tavrı ile "surların" tarihin seyri içerisinde gizlenmiş ve İstanbul'u kolaçan eden bir gözle ruhlara işlemektedir.
"Boğazı gümüş mangal, kaynatır serinliği
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği
Oynak sular yalının alt katına misafir
Yeni dünyadan mahzun, eski resimde sefir...
İstanbul, İstanbul..."
Artık Fatih'in İstanbul'u eski resimlerde kaldı, eski resimlerde İstanbul'u anımsamaktan başka ne kaldı İstanbul aşıklarına. Sersefil İstanbul'sun, gözlerin ağlıyordur. Yüreğin perişandır, tarih de yağmalanmış. Zamana ok gibi saplanmış eski bir hatırasın. Ah İstanbul!.. Aşk denizinde rüzgar, boşlukta aksisedalanan hüzünkar bir bestesin, İstanbul tiryakileri hep bu besteyi sazın tellerinde yankılatırlar. Tarihin yosun tutmuş gözlerinde eriyip gidiyorsun ve aşıkların sana yanıyorlar kendileriyle beraber İstanbul...
Onun için acaba, bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde... diye tıpkı bir masala başlar gibi, böyle bir İstanbul tiryakisi ağzı ile geçmiş zamandan konuşmaya âğâz etsek nasıl olur? Gerçi bu geçmişin, efsane ve esatirle alakası yoksa da, görünmez bir buyruğun keyfi üzere tasarruf edilmekte olan biz insanların birer masal kahramanından ne farkımız vardır? Başlangıcı bilinmeyen uzun ve ezeli dünya hikayesinin zincirine kendi masalını ekleyerek geçip giden insanoğlu..." (S. Ayverdi. İstanbul Geceleri).
Hiç İstanbul'u Çamlıça tepesinden ya da Yuşa tepesinden seyre daldınız mı? Üsküdar sahilinde geceler boyu yürüdünüz mü? Ve tarihin derin havasını soludunuz mu? Haydarpaşa iskelesinde bir dostunuzu hasretle beklediniz mi? Ya Kız Kulesi'nde dolaşan fantezileriniz olmadı mı? Eyüp'te Piyer Loti'yi hiç gezdiniz mi? Süleymaniye'yi içinizde yeşerttiğiniz hangi duygularla yaşadınız, yoksa hala o duygulardan mahrum musunuz? Emirgan koruluğunu bir kez olsun gezemediniz, Sarıyer sahilinde yürürken sağanak bir yağmurda ıslanmadınız mı?
Surlarda kalan tarihî bir burukluk ve insanlık vicdanında kapanmaz yaralar var. Baykuşlar hep senin başında ötmekte, bir tarihî mezarlıkta kavaklar yeşermekte. İstanbul tiryakileri fatihalar gönderir ruhuna ve yeniden şahlanabilmen için hep niyazda. Bir de ıstırapla derin bir soru düşüyor akıllarına, ölenin dirilişi ne zamandır diye...
Üsküdar, Çamlıca taraflarına doğru uzandığınız zaman, yediveren güllerle döşenmiş bahçeli evlere rastlarsınız. Anadolu yakasında yeşillik hakimdir. Avrupa tarafına uzandığınız zaman da taş duvarlar arasına serpilmiş bir kaç fidan. İstanbul tiryakileri için hüzünlü bir sonbahardır bu manzara. İki hayal kalır hatıralarında, geçmişten geleceğe doğru uzanan...
Üstad Necip Fazıl: "Ruhumu eritip de, kalıpta dondurmuşlar
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey, hava, renk, eda, iklim
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim" diyor mısralarında.
İstanbul'la hemhal olabilmek, onu süzgeçten geçirip kalbe, kalbin derinliklerine süzebilmek... Bahçeden göze çarpan kan kırmızı bir gül. Gül bülbül için ne ifade ediyorsa, İstanbul tiryakileri için de İstanbul onu ifade ediyor. İstanbul ki, ötelerden bu zamana getirdiği tarifsiz bir mana taşımakta, bu mana bin dörtyüz yıl öncesine kadar uzanıyor diyebiliriz.
"Tarihin gözleri var, surlarda delik deşik
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik
Bulutlar şaha kalkmış, Fatih'ten kalma kır at,
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat"...
İstanbul'un hangi köşesine bakarsanız bakın, eskiden arta kalan güzellikleri muhakkak bulursunuz. 'Tarihin gözleri var, surlarda delik deşik' ifadesi, İstanbul'u izleyen tarih, neydin ne oldun tavrı ile "surların" tarihin seyri içerisinde gizlenmiş ve İstanbul'u kolaçan eden bir gözle ruhlara işlemektedir.
"Boğazı gümüş mangal, kaynatır serinliği
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği
Oynak sular yalının alt katına misafir
Yeni dünyadan mahzun, eski resimde sefir...
İstanbul, İstanbul..."
Artık Fatih'in İstanbul'u eski resimlerde kaldı, eski resimlerde İstanbul'u anımsamaktan başka ne kaldı İstanbul aşıklarına. Sersefil İstanbul'sun, gözlerin ağlıyordur. Yüreğin perişandır, tarih de yağmalanmış. Zamana ok gibi saplanmış eski bir hatırasın. Ah İstanbul!.. Aşk denizinde rüzgar, boşlukta aksisedalanan hüzünkar bir bestesin, İstanbul tiryakileri hep bu besteyi sazın tellerinde yankılatırlar. Tarihin yosun tutmuş gözlerinde eriyip gidiyorsun ve aşıkların sana yanıyorlar kendileriyle beraber İstanbul...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Derya Şüheda Terzi / diğer yazıları
- Bir şairin gece serüveni / 27.06.2001
- Limanı tarumar olmuş gemiler ne yapsın / 26.06.2001
- Ömür ağacı / 20.06.2001
- Raflardaki krallar / 19.06.2001
- Evrim safsatasına bir derkenar / 16.06.2001
- Okuma sanatına dair / 11.06.2001
- Yağmura sırdaş / 09.06.2001
- Gönül sayfası / 08.06.2001
- İstanbul'da Üsküdar / 07.06.2001
- Kamuflaj tekniği / 05.06.2001
- Limanı tarumar olmuş gemiler ne yapsın / 26.06.2001
- Ömür ağacı / 20.06.2001
- Raflardaki krallar / 19.06.2001
- Evrim safsatasına bir derkenar / 16.06.2001
- Okuma sanatına dair / 11.06.2001
- Yağmura sırdaş / 09.06.2001
- Gönül sayfası / 08.06.2001
- İstanbul'da Üsküdar / 07.06.2001
- Kamuflaj tekniği / 05.06.2001