Araba kazası değil söylemek istediğimiz. “Kaza” nın bir anlamı da, “hakimlik, hakimin hükmü” dür.
Yüzyıllar önce şair: “Kadı olmak için etme hareket, kalmadı çünkü kazada bereket” derken kadılığa (yargıçlığa) hiç heveslenme, yargıda adalet, güven kayboldu, düşüncesine kapılmış; adeta günümüzü okumuştur. Devletin üç gücü vardır: yasama, yürütme ve yargı. Yargı gücüne, eski dilde, kaza kuvveti denirdi; diğerlerine teşri (yasama), icra (yürütme/hükûmet) denildiği gibi.
Geçen yazımızda hukuk ve adalet için “aranıyor” derken, o da başkasının peşindeymiş, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun ensesine yapışıverdi. Eski Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’da yakayı kaptırmıştı ya. Biz yine de, yılmadan “kazada bereket” i aramaya devam edelim:
Hukuk ne için vardır? Haklıyı, haksızı ayırmak, adaleti sağlamak için. Hukuk alanındaki en önemli kurum “yargı” dır; yargı eliyle hukuk, hayata geçirilir. Hukuk, adalet ve eşitlik ayakları üzerinde yükselir. Bunlardan biriyle oynarsanız, hukuk ayakta duramaz. Hukuk, herkes için hepimiz için gerekli, başta devlet olmak üzere. Devlet, insanı için, vatandaşı için vardır. Devlet hukuka dayalı ise, adaletli yönetim vardır. Ancak, siyasal iktidar, hukuku, yargıyı hukuk dışı işler için kullanıyorsa, orada zulüm vardır, zulmet vardır.
Siyasal iktidarın keyfiliği, çoğunluk diktasına dönüşmesi, hukukla önlenebilir.
Hukuk devletinde anayasa, iktidarın hukuki çerçevesidir.
Bugün bu çerçevenin dışına çıkıldığı gibi, çerçeve de çerçeve olmaktan çıkarılmıştır, tanınmaz haldedir.
Demokrasi hukuk devletinde yeşerir, gelişir.
Muhalefet etme özgürlüğü, demokrasinin vazgeçilmezlerindendir.
Siyasal iktidar tüm çabasını muhalefeti susturmak, susturmaktan da öte yok etmek için sarfediyorsa, demokrasi ile çoğunluk diktası yer değiştiriyor demektir.
Ve de bunun için yargıyı kullanıyorsa tuz da kokmaya başlamıştır.
AKP iktidarı Yüksek Yargı Organlarının ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirecek yargıyı kuşatmaya kalkışmıştır.
Ucu iktidar ve yandaşlarına dokunacak davalarda seyir başka, söylem başka; muhalefet kesiminin sorgulandığı, kovuşturulduğu yargılamalarda rota bambaşka.
Yalnız hatırlatalım, bu arkadaşlar kendilerine göre seyir ve rotayı kerteriz ederken, halkı da keriz sanmasın.
Düşünün ki, bir AKP’li vekil çıkıyor, İlker Başbuğ için, Yüce Divan’da yargılansa ne olur, Silivri’de yargılansa ne olur, durum değişmez, diyebiliyor.
Bu lafları, hukukla tanıştığım 1962 yılından bu yana, döktüğümüz ter, emek, mücadele ve binlerce tecrübeden süzüyorum, koyacak bir yer bulamıyorum. Nafile, ne kadar ölçsek, biçsek, endazeler eskir, bu laf bir yere sığmaz, sığmaz da sahibinin ağzına oturur ancak.
Bu arkadaş diyor ki, bu işten kurtuluş yok, nerede yargılanırsa yargılansın!
Arkadaş sen milletvekili olmuşsun ama, insanların şüpheli de olsa, sanık da olsa yargılama sonuna kadar suçsuz sayıldığını
mahkemeler arasında iş bölümü ve ihtisas farklılığı olduğunu, Anayasa’nın Yüce Divan olarak tanımladığı bir mankemenin olduğunu bilmiyorsun, ya da bilmezlikten geliyorsun. Hemen şu açıklamayı da yapmak zorundayım;
Anayasa Mahkemesi’nin inceleme görevi yanında yargılama görevi de vardır ve bu görevi yaparken “Yüce Divan” adını alır.
Milletveki arkadaşım, bunu da bilmiş olun. Şu atasözü de mensubu olduğunuz partinin ve de iktidarın tüm yöneticilerine:
“Mahkeme kadıya mülk değil”.