Radikal'den Gündüz Aktan, Kıbrıs sorununda başından beri yaptığımız yanlış işlerin bilançosunu çıkarmış ve bugün artık ne yapmamız gerektiğine dair tavsiyelerini sıralamış... Kıbrıs, AB üyeliğimiz önünde en acil engel niteliği kazandı. Denebilir ki AB üyeliğimizin gerçekleşmemesi için o kadar neden var ki, Kıbrıs'ta çözümün önceliği hatta gereği zaten kalmadı. Haklısınız. Ama yine de sorunu analiz etmenin yararları olabilir. En azından nerede hata yaptığımızı anlayabiliriz. Hatalar çoğu kez en iyi niyetlerle yapılır. Biz de Kıbrıs sorununu çözmek istedik. Böylece birleşik Kıbrıs, AB üyesi olacak ve bizim AB üyelik sürecimizi, değil engellemek, kolaylaştıracaktı. Bu bağlamda eski politikamızı ve bu politikanın başlıca uygulayıcısı Sn. Denktaş'ı çözümsüzlükten sorumlu tuttuk. Onun yaptığının tersini yaparsak, çözüm kendiliğinden gelir sandık. Karşı tarafın 19. yüzyıl Helen şovenizmini göz ardı ettik. Dünyanın gözünde çözümsüzlükten biz sorumluyduk. Rumlar 1974 yenilgisinin mazlum tarafıydı. Makul önerileri mutlaka kabul ederlerdi. 2002 Aralık Kopenhag zirvesinde, bir aylık müzakereden sonra Annan Planı'nın ilk versiyonu küçük değişikliklerle önümüze kondu ve 24 saat içinde kabul etmemiz ültimatomu verildi. Rumlarsa şehirde dolaşıyordu. İstanbul liberalleri bu durumda bile anlaşma olmamasının sorumluluğunu bizde buldular. KKTC'de 'Bu memleket bizim' platformları kuruldu. 20-30 bin Kıbrıs Türk'ü meydanları doldurdu. İçlerinde, Türklükten çok Kıbrıslı olduklarını; TSK'nın onları korumak yerine ezdiğini; dünyalı ve Avrupalı olmayı istediklerini haykıranlar oldu. Bu tür çözümü savunan Sn. Talat önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı oldu. Referandumda Türklerin evet oyu vermesi sağlandı. Türkiye, Kofi Annan'a emsali görülmemiş biçimde nihai sözü söyleme hakkını veren hakemlik ötesi bir yetkiyi kabul edince, Rum/Yunan tarafında, AB üyesi olmak için ödemeyeceğimiz bedel olmadığı izlenimi uyandırdık. Oysa Sn. Denktaş'ın mücadeleci politikasını sürdürseydik, çözüm imkânı çok daha fazla olabilirdi. Rumlar, AB üyelik müzakerelerinde, Türklerden, Annan Planı'nın kendilerine verdiğinin çok üstünde tavizler koparacakları varsayımıyla referandumda hayır oyu kullanamazlardı. Yeni politikayı savunan İstanbul liberalleri, KKTC'nin yerinde durduğunu, Rumların ise çok zor durumda kaldıklarını söylüyorlar. Amacımız dünyaya Rumların çözümsüzlükten yana olduğunu kanıtlamak idiyse izlediğimiz politikanın doğru olduğu söylenebilir. Ama amacımız çözüm idiyse, çözümsüzlüğü pekiştirdiğimiz açıkça görülüyor. Papadopulos, 'zor' durumdaysa, nasıl oluyor da çözümün tekil yapılı bir Kıbrıs'ta olduğunu, Türklerin de 'Kıbrıs Cumhuriyeti' ile 'osmosis', yani azınlık olarak bütünleşmeleri gerektiğini böyle fütursuzca söyleyebiliyor? Buna rağmen AB kurumları ek protokol çerçevesinde havaalanları ve limanlarımızı Rumlara tek yanlı olarak açmamızı isteyebiliyor? AB içinde olan Rum/Yunan ikilisi Türkiye'nin üyelik şansının çok azaldığını bizden iyi biliyorlar. Basınlarından, Annan Planı'nı reddetmekle neler kaybettiklerini anlamaya başladıkları da görülüyor. Ama eski tutumlarından vazgeçmeleri de imkânsız. Bu şartlarda bizim politikamızı gözden geçirmemizin zamanı geliyor. 24 Nisan'da referandumu kutlamak için sokağa çıkanların 2 binin altında olması Kıbrıs Türklerinin gerçeği anladıklarını gösteriyor. Şimdi ilk şart; hatalarımızı görüp, eski politikamızın doğru olduğunu kabul etmek. Sonra da BM çözüm parametrelerini terk eden Papadopulos'un, KKTC'ye bağımsızlığı istemekten başka çare bırakmadığını anlatmaya başlamak. Bu arada vakıf malı üzerinden tazminat almaya kalkışan Aresti'nin davasını AİHM'de yeniden açmak ve Rum tarafındaki Türklere ait özel mülklerle vakıf mallarına ilişkin hukuk mücadelesine girişmek. Ege sorunlarını Lahey UAD'na götürmekten kaçıp, AB üyelik müzakerelerinde veto şantajıyla hakkının ötesinde kazanç sağlama peşinde olan Yunanistan'a da geçmiş olsun demek. Liberaller titremeyin! Bırakın da doğru dürüst dış politika yapılsın! Kendinize dış politika (ve 'Kürt' sorunu) dışında bir meşgale buluverin!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.