Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'la ilgili 10 Şubat 2000 tarihli kararı hatırlanacaktır.
"Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37'sini yasadışı bir biçimde işgal etmektedir. Avrupa Parlamentosu Türk hükümetine Kuzey Kıbrıs'daki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur."
Avrupa Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bir bütün olarak kabul etmekte ve Rumları adanın tek ve gerçek temsilcisi olarak görmektedir. KKTC gibi bir devleti hiç tanımadıkları gibi, adadaki Türk varlığı onlara göre işgalciliktir.
Diğer bir husus, AB'nin Kıbrıs Rum kesimini adanın tek temsilcisi olarak AB'ne alma eğilimidir. Bu üyelikten AB'nin kazancı ne olabilir? Kanaatimce üzerinde hassasiyetle durulması gereken asıl budur.
1) Kıbrıs Rum kesiminin birliğe tam üye olması halinde Türkiye, AB'ye ait topraklar üzerinde işgalci konumuna düşecektir. Bu durum ise Türkiye'yi topyekün Avrupa ile karşı karşıya getirecektir. Avrupa Parlamentosu 2000 yılında aldığı kararla zaten Türkiye'yi Kıbrıs'ın kuzeyindeki işgal gücü olarak ilan etmiştir. Burada maksat Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaktır. Sadece bu karar ve Türkiye'ye uygulanan bu politikaya bakmak bile AB'nin samimiyetsizliğini görmek için kafidir. AB komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi G.Verhaugen'in ifadeleri dikkate şayandır.
"Eğer Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunmazsa ve eğer AB ülkeleri buna rağmen Kıbrıs'ın tam üyeliğini kararlaştırırsa AB ile Türkiye arasında büyük bir kriz yaşanır."
2) Avrupa Parlamentosu 5 Ekim 2000 günü Kıbrıs konusunda bir karar daha almıştır.
"Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Rumlar) adayı bir bütün olarak temsil etme hakkına sahip tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs'ın en önemli toprakları 26 yıldır Türkiye tarafından işgal altındadır. Kıbrıs (Rum kesimi) Kopenhag Kriterlerini tam olarak yerine getirdiği için AB üyeliğine alınacaktır. Bu konuda Türkiye'nin yapacağı her türlü itiraz politik ve manevi açıdan geçersizdir. Kıbrıs'ın (Rum kesimi) AB'ne kabul edilmesi görüşmelerinin mümkün olduğunca çabuk sonuçlandırılması için ısrar edilecektir. Kıbrıs'ın (Rum kesimi) üyeliği AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini güçlendirecektir. Kıbrıs Türk kesimi ve Türkiye'nin bu konudaki iyi niyet eksikliği üzüntü vericidir.
Bu karar bizim zaman zaman ısrarla vurguladığımız bir gerçeği gözler önüne seriyor. Meselenin özü Avrupa ile aramızdaki medeniyet, inanç, tarih, kültür farklılığıdır. Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak Rumların kabul edilmesi bu sebeptendir. Batı medeniyetinin bir parçası olan Rum kesiminin Kıbrıs'ı temsilen AB'ye dahil olması "AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini güçlendirecektir." Çünkü Akdeniz'de söz sahibi olmanın yolu Kıbrıs'a hakim olmaktan geçer. İngiltere'nin uzun yıllar Kıbrıs'daki etkinliğini devam ettirmek için uğraş vermesi boşuna değildir. Bu noktada M.Kemal Atatürk'ün Kıbrıs'la ilgili tespitlerini hatırlatmakta fayda vardır.
"Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs'a dikkat edin. Bu ada bizim için çok önemlidir." (Atatürk'ün kıbrıs vasiyeti, Y. Bayer)
Stratejik önemi tartışılmaz olan Kıbrıs'ın Avrupa ile aynı medeniyet dairesinde yer alan Rumlar'ın temsil hakkıyla AB'ye alınması, AB'nin Akdeniz'deki etkinliğini pekiştirecektir. Gücünü arttıracaktır. Türkiye'nin ise; ada üzerindeki uluslararası antlaşmalardan gelen tarihi ve kültürel hakları yok farzedilmekte ve "işgalci" suçlaması yapılmaktadır. Avrupa'nın Kıbrıs sorunu dediği budur.
Ancak Türkiye 1959 yılında yapılan Londra ve Zürih antlaşmaları ile kendisine tanıdığı garantörlük hakkını 1974'te Kıbrıslı soydaşlarımızı korumak için kullanmış ve Kıbrıs sorununu çözmüştür. Batılılar için asıl sorun da bu tarihten sonra başlamıştır. Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'la ilgili aldığı bütün kararlar Türkiye'nin aleyhinedir. AB'ye alınmayı "Ümit edebilmemiz" için Kıbrıs'dan vazgeçme şartı önümüze konmaktadır.
Avrupa Parlamentosu kararında "Kıbrıs (Rum kesimi)ın AB'ne üyeliği konusunda Türkiye'nin yapacağı her türlü itiraz politik ve manevi açıdan geçersizdir" deniyor.
Neden?
Çünkü Avrupa ile politik çıkarlarımız farklı manevi değerlerimiz çok ayrıdır. Bu ayrılık sebebiyle yapacağımız haklı itirazların dahi bir kıymeti olmayacaktır.
Bu kadar taraflı yaklaşımlar karşısında artık uyanalım ve gözümüzü açılım.
"Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37'sini yasadışı bir biçimde işgal etmektedir. Avrupa Parlamentosu Türk hükümetine Kuzey Kıbrıs'daki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur."
Avrupa Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bir bütün olarak kabul etmekte ve Rumları adanın tek ve gerçek temsilcisi olarak görmektedir. KKTC gibi bir devleti hiç tanımadıkları gibi, adadaki Türk varlığı onlara göre işgalciliktir.
Diğer bir husus, AB'nin Kıbrıs Rum kesimini adanın tek temsilcisi olarak AB'ne alma eğilimidir. Bu üyelikten AB'nin kazancı ne olabilir? Kanaatimce üzerinde hassasiyetle durulması gereken asıl budur.
1) Kıbrıs Rum kesiminin birliğe tam üye olması halinde Türkiye, AB'ye ait topraklar üzerinde işgalci konumuna düşecektir. Bu durum ise Türkiye'yi topyekün Avrupa ile karşı karşıya getirecektir. Avrupa Parlamentosu 2000 yılında aldığı kararla zaten Türkiye'yi Kıbrıs'ın kuzeyindeki işgal gücü olarak ilan etmiştir. Burada maksat Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaktır. Sadece bu karar ve Türkiye'ye uygulanan bu politikaya bakmak bile AB'nin samimiyetsizliğini görmek için kafidir. AB komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi G.Verhaugen'in ifadeleri dikkate şayandır.
"Eğer Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunmazsa ve eğer AB ülkeleri buna rağmen Kıbrıs'ın tam üyeliğini kararlaştırırsa AB ile Türkiye arasında büyük bir kriz yaşanır."
2) Avrupa Parlamentosu 5 Ekim 2000 günü Kıbrıs konusunda bir karar daha almıştır.
"Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Rumlar) adayı bir bütün olarak temsil etme hakkına sahip tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs'ın en önemli toprakları 26 yıldır Türkiye tarafından işgal altındadır. Kıbrıs (Rum kesimi) Kopenhag Kriterlerini tam olarak yerine getirdiği için AB üyeliğine alınacaktır. Bu konuda Türkiye'nin yapacağı her türlü itiraz politik ve manevi açıdan geçersizdir. Kıbrıs'ın (Rum kesimi) AB'ne kabul edilmesi görüşmelerinin mümkün olduğunca çabuk sonuçlandırılması için ısrar edilecektir. Kıbrıs'ın (Rum kesimi) üyeliği AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini güçlendirecektir. Kıbrıs Türk kesimi ve Türkiye'nin bu konudaki iyi niyet eksikliği üzüntü vericidir.
Bu karar bizim zaman zaman ısrarla vurguladığımız bir gerçeği gözler önüne seriyor. Meselenin özü Avrupa ile aramızdaki medeniyet, inanç, tarih, kültür farklılığıdır. Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak Rumların kabul edilmesi bu sebeptendir. Batı medeniyetinin bir parçası olan Rum kesiminin Kıbrıs'ı temsilen AB'ye dahil olması "AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini güçlendirecektir." Çünkü Akdeniz'de söz sahibi olmanın yolu Kıbrıs'a hakim olmaktan geçer. İngiltere'nin uzun yıllar Kıbrıs'daki etkinliğini devam ettirmek için uğraş vermesi boşuna değildir. Bu noktada M.Kemal Atatürk'ün Kıbrıs'la ilgili tespitlerini hatırlatmakta fayda vardır.
"Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs'a dikkat edin. Bu ada bizim için çok önemlidir." (Atatürk'ün kıbrıs vasiyeti, Y. Bayer)
Stratejik önemi tartışılmaz olan Kıbrıs'ın Avrupa ile aynı medeniyet dairesinde yer alan Rumlar'ın temsil hakkıyla AB'ye alınması, AB'nin Akdeniz'deki etkinliğini pekiştirecektir. Gücünü arttıracaktır. Türkiye'nin ise; ada üzerindeki uluslararası antlaşmalardan gelen tarihi ve kültürel hakları yok farzedilmekte ve "işgalci" suçlaması yapılmaktadır. Avrupa'nın Kıbrıs sorunu dediği budur.
Ancak Türkiye 1959 yılında yapılan Londra ve Zürih antlaşmaları ile kendisine tanıdığı garantörlük hakkını 1974'te Kıbrıslı soydaşlarımızı korumak için kullanmış ve Kıbrıs sorununu çözmüştür. Batılılar için asıl sorun da bu tarihten sonra başlamıştır. Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'la ilgili aldığı bütün kararlar Türkiye'nin aleyhinedir. AB'ye alınmayı "Ümit edebilmemiz" için Kıbrıs'dan vazgeçme şartı önümüze konmaktadır.
Avrupa Parlamentosu kararında "Kıbrıs (Rum kesimi)ın AB'ne üyeliği konusunda Türkiye'nin yapacağı her türlü itiraz politik ve manevi açıdan geçersizdir" deniyor.
Neden?
Çünkü Avrupa ile politik çıkarlarımız farklı manevi değerlerimiz çok ayrıdır. Bu ayrılık sebebiyle yapacağımız haklı itirazların dahi bir kıymeti olmayacaktır.
Bu kadar taraflı yaklaşımlar karşısında artık uyanalım ve gözümüzü açılım.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011