İnsanın en büyük zenginliklerinden biride iyi bir muhakeme gücüne sahip olmasıdır. Yaşadığımız yüzyılda insan, hayatın hemen hemen her alanına, hem de çok kısa zaman dilimlerinde müdahale edebilmektedir. Kısaca insan, hayatın her anında, her alanında vardır. Haliyle kullandığı araç sayısından, etkilendiği veya etkilediği insan sayısına kadar bayağı bir yüklü meblağda (sorunda), insanı beklemektedir.
Geçmiş zamanda insanın araçları azdı, hedefleri kısaydı, hayatı sadeydi. Şimdiki zamanda ise insanoğlu atomun merkezine kadar inmiş ama ne yalnızlığa, ne çaresizliğe ve ne de mutsuzluğuna bir çare, bir çözüm bulabilmiştir. Tam aksine giderek yalnızlaşmış, hayattan kopma noktasına kadar bile gelmiştir.
Yaratılış hedefinden sapan insan, zamanla bitmek, tükenmek bilmeyen ihtirasları uğruna insan hayatına, canlı hayata kısaca evrene kastetmiştir. Yaşadığımız yüzyıl bunun canlı şahididir.
Evet, birilerinin arzu ve hevesleri uğruna dünyayı yaşanmaz hale getirmek üzere oldukları bir gerçek. Peki, dünyaya bir geliş amacımız olduğunu iddia eden, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek gibi iddia sahipleri de var aramızda. Bizler de onlardan olma gayretindeyiz. İşte tam bu noktada, iddialarımızın içini doldurabiliyor muyuz? Sorusuna vereceğimiz cevap, davamızda aldığımız mesafenin de boyunu önümüze koyacaktır…
Konuşmayı herkes yapıyor; Uç bir örnek verelim. Çıkıyor bir film sanatçısı… İşte dünyada kadınların makyaja harcadıkları para ile dünyanın açlık sorunu halledilebilirmiş. İyi, güzel, doğru tespit ama bu gerçeği makyajlı suratla yaptığı için kendini bile inandıramıyorsun.
Bir başkaları ise çalışmanın gereksizliğine inanmış. Ayaksız hayvanları bile doyuran Yüce Yaratıcı bu ayaklı hayvanları! aç mı bırakacakmış! Mantık bu. En basitinden kendini bir hayvanla kıyasladığının belki de farkında değil. Bu konuyla alakalı birçok hikâye türemiştir halk arasında. Bir dervişin hikâyesini anlatayım;
“…Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. “Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?” diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.
Derken bir aslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.
Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine: “Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?” diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü.
Düşündüğü gibi de yaptı: “Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor.” diyerek beklemeye başladı.
Bekledi, bekledi... Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:
“Ey tembel adam!” diyordu ses, “kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır. Gücüyle aslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir.”
Ümmet olarak da bizi anlatıyor, devlet olarak da, fert olarak da. Şu coğrafyamıza bakın! İğneden ipliğe yok, yok. Ama biz üç beş gavurun izniyle iş yapıyoruz, ticaretimizi yürütüyoruz hatta evlenirken bile onlara danışıyoruz. Ayıp değil mi? Günah değil mi? Öyle topu sadece yöneticilere atarak kimse kurtulacağını sanmasın. Hepimiz mesulüz. Ve yeniden dirilişin vakti çoktan geldi de geçiyor…
Geçmiş zamanda insanın araçları azdı, hedefleri kısaydı, hayatı sadeydi. Şimdiki zamanda ise insanoğlu atomun merkezine kadar inmiş ama ne yalnızlığa, ne çaresizliğe ve ne de mutsuzluğuna bir çare, bir çözüm bulabilmiştir. Tam aksine giderek yalnızlaşmış, hayattan kopma noktasına kadar bile gelmiştir.
Yaratılış hedefinden sapan insan, zamanla bitmek, tükenmek bilmeyen ihtirasları uğruna insan hayatına, canlı hayata kısaca evrene kastetmiştir. Yaşadığımız yüzyıl bunun canlı şahididir.
Evet, birilerinin arzu ve hevesleri uğruna dünyayı yaşanmaz hale getirmek üzere oldukları bir gerçek. Peki, dünyaya bir geliş amacımız olduğunu iddia eden, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek gibi iddia sahipleri de var aramızda. Bizler de onlardan olma gayretindeyiz. İşte tam bu noktada, iddialarımızın içini doldurabiliyor muyuz? Sorusuna vereceğimiz cevap, davamızda aldığımız mesafenin de boyunu önümüze koyacaktır…
Konuşmayı herkes yapıyor; Uç bir örnek verelim. Çıkıyor bir film sanatçısı… İşte dünyada kadınların makyaja harcadıkları para ile dünyanın açlık sorunu halledilebilirmiş. İyi, güzel, doğru tespit ama bu gerçeği makyajlı suratla yaptığı için kendini bile inandıramıyorsun.
Bir başkaları ise çalışmanın gereksizliğine inanmış. Ayaksız hayvanları bile doyuran Yüce Yaratıcı bu ayaklı hayvanları! aç mı bırakacakmış! Mantık bu. En basitinden kendini bir hayvanla kıyasladığının belki de farkında değil. Bu konuyla alakalı birçok hikâye türemiştir halk arasında. Bir dervişin hikâyesini anlatayım;
“…Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. “Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?” diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.
Derken bir aslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.
Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine: “Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?” diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü.
Düşündüğü gibi de yaptı: “Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor.” diyerek beklemeye başladı.
Bekledi, bekledi... Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:
“Ey tembel adam!” diyordu ses, “kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır. Gücüyle aslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir.”
Ümmet olarak da bizi anlatıyor, devlet olarak da, fert olarak da. Şu coğrafyamıza bakın! İğneden ipliğe yok, yok. Ama biz üç beş gavurun izniyle iş yapıyoruz, ticaretimizi yürütüyoruz hatta evlenirken bile onlara danışıyoruz. Ayıp değil mi? Günah değil mi? Öyle topu sadece yöneticilere atarak kimse kurtulacağını sanmasın. Hepimiz mesulüz. Ve yeniden dirilişin vakti çoktan geldi de geçiyor…
Akın Aydın / diğer yazıları
- Fuhuş kökünden fahiş fiyatlar / 24.04.2024
- Arzusu millî egemenliğe dayanan Türk devleti kurmaktı / 23.04.2024
- Ekrem İmamoğlu’na açık mektup / 22.04.2024
- Erdoğan anlattığı kıssayı bile unuttu / 21.04.2024
- Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz / 20.04.2024
- Hayber’deki 'Demir Kubbe'yi yıkan adam / 19.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024
- Arzusu millî egemenliğe dayanan Türk devleti kurmaktı / 23.04.2024
- Ekrem İmamoğlu’na açık mektup / 22.04.2024
- Erdoğan anlattığı kıssayı bile unuttu / 21.04.2024
- Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz / 20.04.2024
- Hayber’deki 'Demir Kubbe'yi yıkan adam / 19.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024