Yahudiler muharref Tevrat'a göre öncelikle Kudüs'ü ele geçirerek Mescid-i Aksa yerine Süleyman Mabedi inşa etmeyi, ardından da Fırat ve Dicle nehri arasındaki havza ve sonuç olarak bütün dünyanın hükümdarlığını ele geçirmeyi hedeflemektedir. Yahudiler, bu maksatla Arz-ı Mev'ud'u bir inanç olarak kabul ederler. Trump'ın ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıklaması yeni bir sürecin habercisi. Bunun anlamı, Arz-ı Mev'ud'a giden yol haritasında yeni bir adım daha atılmış demek. Bu gelişmenin pek çok sonucu olacağı kesin. Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce yaptığı bir tespit vardır: Savaşların temelinde yatan inançlardır. Yaşananlar bu temel tespit çerçevesinde ele alınmadıkça hezimet kaçınılmazdır. Ortadoğu'da gerçekleşen savaşların temelinde yatan asıl sebep Arz-ı Mev'ud'u gerçekleştirme çabalarıdır.
İsrail Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada Kudüs'ün 3 bin yıldan beri Yahudilerin, 70 yıldan beri ise İsrail'in başkenti olduğunu ifade ediyor. Bu açıklama ile İsrail devletinin bir din devleti olduğunun da altını çizmiş oluyor. İslam âleminin ilk günden beri dinine imanına sahip çıkması ve Arz-ı Mev'ud'a karşı duruş ortaya koyması gerekmiyor muydu? Maalesef Arz-ı Mev'ud sanki yokmuş gibi davranılmıştır. Bu gaflet, delalet yeri geldiğinde ihanet İslam dünyasının her adımda kaybetmesine yol açmıştır. Bakın İsrail basını ne diyor, Kudüs konusunda İslam devletleri ile gizlice işbirliği yapıldığını yazıyor. O halde İslam ülkelerinin sadece söz ile değil, aynı zamanda samimiyet testleri ile kendilerini temize çıkarmaları gerekiyor.
1916 yılında Şerif Hüseyin İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlı Devletine isyan edişi ile başlayan süreçte Şerif Hüseyin'in çocuklarından Emir Faysal Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşimine fırsat verir, 1917'de ise İngilizlerin desteği ile Balfour Deklarasyonu sonucu Filistin'de bir Yahudi devleti kurulur. Bundan sonra artık zülüm ve baskı politikaları ile Filistin toprakları İsrail'in eline geçmeye başlar. Gelinen noktada ise, iyi polis kötü polis oyunları ile Yahudilerin gemisi yürütülür. Bu zaman zarfında İslam ülkeleri İsrail ile ticaretlerini arttırır, gizli anlaşmalar yaparlar. Ama bu siyasiler halklarını sürekli İsrail ve Yahudi aleyhtarlığı propagandası ile oyalarlar.
İslam âlemine dinler arası diyalog çalışmaları ile biz haklıyız ama siz de haklısınız dolayısıyla birlikte kardeş kardeş geçinelim dedirtirler. Aslında bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Müslümanlara kardeşçe davranın diyenler, ellerine geçen her fırsatta Müslümanları öldürmenin, ellerinde ne varsa almanın ve onları ortadan kaldırmanın hesabını yapmışlardır. Ortadoğu'da yaşananlar bunun ispatıdır. Avrupa ve Amerika da Müslümanlara davranışları bunun ispatıdır.
Bu kadar zaman zarfında İslam ülkeleri İsrail ve gayrimüslim dünya ve içimizdeki ajanlar tarafından uyutuldu. İşte asıl sorun bu. Bir tarafta Arz-ı Mev'ud'a kilitlenmiş Yahudi dünyası ve onun açık destekçileri diğer tarafta ise İslam ümmetini uyutan idareciler.
Artık yaşanan bu derin ve geniş çaplı saldırı Müslümanların uyanması için bir fırsat olmalıdır. "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz", artık söze değil icraata önem verilmelidir. Çözüm için yapılacaklar bellidir. İsrail ile yapılan gizli ve açık anlaşmalar feshedilmelidir. Resmi ve özel ilişkiler bitirilmelidir. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın kaleme aldığı her cümlesi sadra şifa olan "İslam dünyasının imanının ispatı" başlıklı makalesi temelinde siyaset geliştirilmelidir. Hocamız bu konuda "İşlenen cinayete ümmetin tamamı tek vücut olarak karşı durmalı ve Mescid-i Aksa'yı Müslümanların başkenti ilan etmelidir" demektedir. İslam ülkeleri bunu gerçekleştirdiği takdirde yıllardan beri kaybettikleri kimliğine, imanına, güç ve birlik beraberliğine kavuşmuş olacaktır.
İsrail Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada Kudüs'ün 3 bin yıldan beri Yahudilerin, 70 yıldan beri ise İsrail'in başkenti olduğunu ifade ediyor. Bu açıklama ile İsrail devletinin bir din devleti olduğunun da altını çizmiş oluyor. İslam âleminin ilk günden beri dinine imanına sahip çıkması ve Arz-ı Mev'ud'a karşı duruş ortaya koyması gerekmiyor muydu? Maalesef Arz-ı Mev'ud sanki yokmuş gibi davranılmıştır. Bu gaflet, delalet yeri geldiğinde ihanet İslam dünyasının her adımda kaybetmesine yol açmıştır. Bakın İsrail basını ne diyor, Kudüs konusunda İslam devletleri ile gizlice işbirliği yapıldığını yazıyor. O halde İslam ülkelerinin sadece söz ile değil, aynı zamanda samimiyet testleri ile kendilerini temize çıkarmaları gerekiyor.
1916 yılında Şerif Hüseyin İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlı Devletine isyan edişi ile başlayan süreçte Şerif Hüseyin'in çocuklarından Emir Faysal Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşimine fırsat verir, 1917'de ise İngilizlerin desteği ile Balfour Deklarasyonu sonucu Filistin'de bir Yahudi devleti kurulur. Bundan sonra artık zülüm ve baskı politikaları ile Filistin toprakları İsrail'in eline geçmeye başlar. Gelinen noktada ise, iyi polis kötü polis oyunları ile Yahudilerin gemisi yürütülür. Bu zaman zarfında İslam ülkeleri İsrail ile ticaretlerini arttırır, gizli anlaşmalar yaparlar. Ama bu siyasiler halklarını sürekli İsrail ve Yahudi aleyhtarlığı propagandası ile oyalarlar.
İslam âlemine dinler arası diyalog çalışmaları ile biz haklıyız ama siz de haklısınız dolayısıyla birlikte kardeş kardeş geçinelim dedirtirler. Aslında bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Müslümanlara kardeşçe davranın diyenler, ellerine geçen her fırsatta Müslümanları öldürmenin, ellerinde ne varsa almanın ve onları ortadan kaldırmanın hesabını yapmışlardır. Ortadoğu'da yaşananlar bunun ispatıdır. Avrupa ve Amerika da Müslümanlara davranışları bunun ispatıdır.
Bu kadar zaman zarfında İslam ülkeleri İsrail ve gayrimüslim dünya ve içimizdeki ajanlar tarafından uyutuldu. İşte asıl sorun bu. Bir tarafta Arz-ı Mev'ud'a kilitlenmiş Yahudi dünyası ve onun açık destekçileri diğer tarafta ise İslam ümmetini uyutan idareciler.
Artık yaşanan bu derin ve geniş çaplı saldırı Müslümanların uyanması için bir fırsat olmalıdır. "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz", artık söze değil icraata önem verilmelidir. Çözüm için yapılacaklar bellidir. İsrail ile yapılan gizli ve açık anlaşmalar feshedilmelidir. Resmi ve özel ilişkiler bitirilmelidir. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın kaleme aldığı her cümlesi sadra şifa olan "İslam dünyasının imanının ispatı" başlıklı makalesi temelinde siyaset geliştirilmelidir. Hocamız bu konuda "İşlenen cinayete ümmetin tamamı tek vücut olarak karşı durmalı ve Mescid-i Aksa'yı Müslümanların başkenti ilan etmelidir" demektedir. İslam ülkeleri bunu gerçekleştirdiği takdirde yıllardan beri kaybettikleri kimliğine, imanına, güç ve birlik beraberliğine kavuşmuş olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Lozan Antlaşması’nı korumak, vatanı korumaktır / 28.05.2025
- Abraham Antlaşmaları'na direnenler tasfiye mi ediliyor? / 27.05.2025
- Arz-ı Mev’ud’un yeni cephesi / 26.05.2025
- Trump’ın Orta Doğu çıkarması: Haraç, tasfiye ve dizayn / 21.05.2025
- Hukuk devleti ilkesine zarar bumerang etkisi yapar / 20.05.2025
- Lozan’la sorunu olanın Türkiye’yle derdi vardır / 19.05.2025
- PKK ve yeni süreçte jeopolitik dengeler: Sevr mi Lozan mı? / 14.05.2025
- Türkiye için vakit kaybetmeden Afet Yönetimi Bakanlığı kurulmalı / 06.05.2025
- 40 milyar dolarla ne yapabilirdik? / 05.05.2025
- 1 Mayıs'ın ardındaki gerçek soru: Hangi sistem emekçiye umut olabilir? / 04.05.2025
- Abraham Antlaşmaları'na direnenler tasfiye mi ediliyor? / 27.05.2025
- Arz-ı Mev’ud’un yeni cephesi / 26.05.2025
- Trump’ın Orta Doğu çıkarması: Haraç, tasfiye ve dizayn / 21.05.2025
- Hukuk devleti ilkesine zarar bumerang etkisi yapar / 20.05.2025
- Lozan’la sorunu olanın Türkiye’yle derdi vardır / 19.05.2025
- PKK ve yeni süreçte jeopolitik dengeler: Sevr mi Lozan mı? / 14.05.2025
- Türkiye için vakit kaybetmeden Afet Yönetimi Bakanlığı kurulmalı / 06.05.2025
- 40 milyar dolarla ne yapabilirdik? / 05.05.2025
- 1 Mayıs'ın ardındaki gerçek soru: Hangi sistem emekçiye umut olabilir? / 04.05.2025