OKTAY SİNANOĞLU VE NİHAT SAMİ BANARLI'NIN PERSPEKTİFİNDEN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MANKURTLAŞAN ZİHİNLERE KARŞI TÜRKÇENİN KRONOLOJİK DİRENİŞİ
''Türk dilini seviniz! Çünkü Türklerin, en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacaktır.'' Kaşgarlı Mahmut
Dil, insanın oluş macerasının varlık alanına yansımasıdır. İnsanın oluşturduğu ve onunla varlığını sürdürdüğü dünyasıdır. Bir milletin yüzyıllar boyunca edindiği bilgi gelecek nesillere dil sayesinde aktarılır. Dil bir toplumun en hayatî unsurudur. Türkçenin dışlandığı dönemlerde Türk siyasal ve toplumsal yapısı da sarsılmış, Türk siyasal ve toplumsal dinamiklerinin şahlandığı dönemlerde Türkçe de altın devrini yaşamıştır.
Bu makalemizde, Nihat Sami Banarlı'nın Türkçenin Sırları ve Oktay Sinanoğlu'nun Bye Bye Türkçe adlı eserinden yola çıkarak Türk tarihinin ve Türkçenin darboğaza girdiği dönemlerden günümüze, dilimizin yabancı diller tarafından kuşatılmasına yönelik kronolojik bir bakış açısı geliştirmek istedik.
Makalenin detaylarla uzamaması ve konunun odağının dağılmaması için iki güzide aydınımızın görüşlerini ''doğrudan aktarılma'' yönteminden yer yer uzaklaşarak onların görüşlerini ''dolaylı bir anlatım'' la kendi cümlelerimizin içerisinde eriterek verdik. Bu nedenle dipnotlar birebir söylenen sözü değil sözün ifade ettiği anlamı bildirmektedir.
İlginçtir Türk toplumunun ve dilinin gücünü kaybederek yok olma tehdidi yaşadığı zor zamanlarda ya toplumsal alanı düzenleyen bir lider ya da dil alanını ihya eden bir aydın çıkmış, tekrar dağılmaya yüz tutan toplumu ve Türk dilini toparlamıştır. Bu tespit makalemizdeki en başat düşüncedir. Bu düşüncenin kronolojik olarak ispatlanması ise makalenin yazılış gerekçesidir. Makalede vurgulanmak istenen ikinci başat unsur ise: ''Sadece kazanılan toprak mukaddes değildir, Türkçenin bin yıllar içerisinde kazandığı ve onu cihan dili haline getiren kelimeler de mukaddestir.'' tespitidir. Bu tespit makalemizin ve dile bakışımızın mihenk noktasıdır.
Toplumun dağıldığı, Töre'nin bozulduğu silahlıların gelerek halkı dağıttığı, kanın su gibi coştuğu, kemiğin dağ gibi yığıldığı, beylik erkek evlâtların kul, hanımlık kız evlâtların cariye olduğu bir dönemde çıkan Bilge Kağan ve yoldaşları hem toplumu selamete erdirmiş hem de Türk dilinin ilk şaheserlerini bin yıllık taşlara nakşetmiştir.
Onlar büyük başarılarını, savaşçılarına duyurabildikleri hitabet dilinin büyüleyici güzelliğiyle kazanmışlardır. ''Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öylesine büyütelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun!'' diyen Oğuz Kağan, aynı çizginin destansı şahsiyetlerindendir.
Edebiyatımızda "Türk" kelimesi geçen ilk metin olan Göktürk Yazıtları Türkçenin yazılı en eski kaynağıdır. Bu yazıtlarda modern Türkçemizin tüm kuralları, günümüzün birçok sözcüğü, doğal ve olgun bir söyleyişle, sanki bugünün yapıtlarıymış gibi karşımızdadır. Yazıtlar üzerinde çalışan dilciler metinlerde kullanılan dilin işlek bir edebiyat dili olmasından yola çıkarak Türkçenin başlangıcının beş bin yıl ötesine götürebileceğini belirtmişlerdir.
Atatürk, Orhun Anıtları'na dair okuduğu bir kitapta, "Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir." satırlarının yanına, "Büyük Nutuk, işte bu cümleyi anlatmaktadır" diye bizzat kendi el yazısı ile not düşmüştür.
Türkçenin kendi toplumunda hakir görülmeye başlandığı bir dönem de Timur dönemidir. Ali Şîr Nevai, bu dönemde Türkçenin koruyucusu ve savunucusudur. Muhakemetü'l Lugateyn adlı eserinde Türkçe'nin Farsçaya üstünlüğünü haykırmış kendi çağında Türkçeyi bırakıp şiiri Farsça yazanlara karşı çıkmıştır. Şiirlerini tabii bir Türkçeyle yazan şair Türkçe için şu yorumda bulunmaktadır: "Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik, el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı, kan dökücü ve bu güllerin dikeni, sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri, bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçeyi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe'nin fezasında tabiatımın atını koşturdum, hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden, nihayetsiz kıymetli taşlar, inciler aldı; gönlüm, bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı." (1)
Karahanlılar zamanında Türkçenin örselendiği bir zamanda Kaşgarlı Mahmut, şunları söylüyordu: ''Türk dilini öğreniniz! Çünkü Türklerin uzun sürecek saltanatları olacaktır!'' Eski Türkler, yeryüzüne bir vazife ile geldiklerine düşünüyor ve bu vazifeyi, kendilerine Tanrı'nın verdiğine inanıyorlardı. Kaşgarlı Mahmut: ''Gördüm ki yüce Tanrı; devlet güneşini Türklerin burçlarından doğdurmuş, onlara Türk adını kendisi vermiş, onları yeryüzünün hakanı kılmış ve cihan halkının dizginlerini onların ellerine bırakmış.'' diyerek bu inanca vurgu yapıyor, sadece bir dil müdafaası değil bir kültür taarruzu yapıyordu. (2)
Selçuklu Devleti'nin hâkim olduğu ülkelerde Türkçe yine yabancı dillerin taarruzuna maruz kalıp kültür, edebiyat ve resmî dil olma vasıflarından uzaklaştırıldı. Halk kendi dilini kaba gördü, çirkin gördü. Diğer dillerin kelimeleri insanlara daha sevimli göründü. Anadolu Selçuklu sultanları bile isimlerini Türk kültürünün taşıyıcısı olan Türkçe kelimelerden değil Fars efsanelerinden alıyorlardı. ''Keykubat, Keykâvus vb.''
Bu dönemde ilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça, devletin resmî dili de bazen Arapça bazen Farsçaydı. Türkçe günlük hayatta halkın kullanımına indirgenmişti. Moğol istilasından kaçıp Anadolu'ya sığınan Fars kökenli alimler göklere çıkarılıyor, halkın içerisinde yaşayıp halkın irşadını öz diliyle yapan mutasavvıflar görmezden geliniyordu. Bu yaklaşımın sonu hazindir. Büyük Selçuklu dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti dönemi kültür sanat dünyasını örnekleyecek elimizde nerdeyse Türkçe hiçbir kaynak bulunmamaktadır.
Devletin dağılması ve yaşanan zorlukların aşılmasında millî birliğin mihengi, millî dil olduğu gerçeğinden hareketle, yeniden millî birlikteliği tesis etmek için bu dönemde sesini yükselten Karamanoğlu Mehmet Bey: ''Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türkçeden başka bir dil kullanmaya'' şeklindeki ferman yayımlamış ve bu kuşatma çemberini kırmıştır.
Siyasî alanda Karamanoğlu Mehmet Bey'in çıkışını edebî alanda Yunus Emre zirveleştirmiştir. Halkın teveccühünü kazanmış, Fars kökenli olduğundan belki de Yunus Emre kadar Türkçenin esrarına vakıf olmadığından eserlerini Farsça yazan Mevlana'nın karşısına halkın konuştuğu yalın Türkçeyle çıkmış ve tasavvufun en girift meselelerini, 13. Yüzyıl Türkçesiyle, üstelik şiir şeklinde ortaya koymuştur. (Türkçeyle felsefe yapılmaz diyenlere en güzel cevap Yunus Emre'dir. Bu konuyu daha sonra ele alacağız. Şimdilik Türkçe ve Türk düşmanları ''köpeksiz köy bulduk, çomaksız geziyoruz edasında dolaşsınlar.) Yunus Emre'nin şiirleriyle yaptığı bir inkılâptı ve doğrudan doğruya yabancı dillerin tasallutundan kurtulup Türkçeye geçişin manifestosuydu. Araplar ve İranlılar tarafından geliştirilen dinî terimler, Yunus'un gönül ikliminde bu yolda kelime uydurmaya bile tenezzül edilmeden Türkçeleşmişti. Bu arada Mevlâna Celalettin Rumî'yi Türk coğrafyasında ancak eserlerini Türkçe yazmadığından Türk edebiyatı dairesinde ele alamıyoruz. (3)
Osmanlı dönemi Türkçenin devletin gücüyle bağlantılı en muhteşem dönemiydi. Osmanlı Sultanları, şairlere Türkçe yazmayı tavsiye etti. Türkçe şiir yazan şairleri ödüllendirdi. Sultan İkinci Murat'ın "Gönüller ancak açık Türkçeden haz alır." Sözü Osmanlının dil anlayışının bir özetiydi.
Türkçenin en güzel şiir örneklerini veren Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar Türk dilini yücelten dil işçilerini himaye etmekle kalmamış kendileri de Türk şiirinin en güzel örneklerini vermişlerdi. (4)
Gün geldi Türkçenin müdafaası Büyük Şair Fuzuli'ye düştü. Fuzuli muhteşem yüzyılda yaşamasına rağmen payitahta uzak, Arapça ve Farsçanın etkisinin yoğun olduğu Bağdat'ta yaşıyordu. O, Türkçeyi daha açık, daha dikkate değer bir söyleyişle buluşturdu. Dedi ki: ''Farsçayla, Türkçeden daha çok şiir söylenmiştir. Bunun sebebi Türkçeyle ince şiir söylemenin güç olmasıdır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yener, kolaylaştırırım. İlkbahar geldiği zaman, nasıl, dikenden gül yaprağı belirirse ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim.'' ''Ey, Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Tanrım! Sen, Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan milleti yaptın! Acem fasihlerinin sözlerini ise İsa nefesi gibi, cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım benden iltifatını esirgeme!'' (5)
19 ve 20. Asırda Osmanlı aydınları tekrar Türkçeyi dışlayıp avam dili olarak görmeye başladı. Türkçeyle yazılan halk şiirlerini 'Eşek anırmasına' benzeten aydınlar türedi. Türkçenin kuşatılmışlığını fark edip bu meselenin halli için dil mücadelesi veren kişi ise bu dönemde Sultan II. Abdülhamit'ti. Sultan Abdülhamit, Meclisi Mebusandaki Türk mebuslarının ilmî ve fikrî kifayetsizliklerinden doğacak tehlikeyi sezdi, bu meclisi kapattı ve derhal geniş ölçüde bir Maarif faaliyetine girişerek ülkede çok sayıda ve yüksek kaliteli mektepler açtırdı. Ayrıca Türkçenin ıslahı gerektiğini düşündü ve daha da ileri giderek, Türk tarihinde ilk defa, halk dilinde yaşayan Türkçe kelimelerin resmî kanallar vasıtasıyla toplanması için emir verdi. Devrin Maarif Nazırı Zühdü Paşa ise Türkçe'nin kendiliğinden mükemmelleşmeğe başladığını öne sürerek Türkçe için yüksek cemiyetler kurmaya lüzum görmedi. Ulu Hakan'ın geniş çapta, dil ıslahı düşüncesine, devrin mektep hocalarından Maarif Nazırı'na kadar hiç kimse ciddî şekilde sarılmadı ve maalesef bu güzel teşebbüsler akim kaldı. (6)
Cumhuriyet döneminde, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra maddi sahada ülkemizi terke mecbur kalan istilacılar kültürel sahada Türkçeyi kuşatmaktan bir an bile geri durmadılar. Tehlikenin farkında olan Atatürk, Önce "Dilimizi ne ölçüde özleştirebiliriz?" diye bir tecrübede bulunmuş, sonra bunun iyi netice vermediğini görünce, özleştirmeden vazgeçmişti. (Bknz: (Falih Rıfkı Atay, Dünya, 3 Ocak 1954) Bu vazgeçişten hemen sonra, Türkçeyi alaylı, yetersiz dil âlimleriyle bozguncuların elinden kurtarmak için ''Güneş Dil Teorisi''ni öne sürdü. Güneş Dil Teorisi onun evvelce girilen çıkmaz yolu, milletin gönlünü incitmeden terk etmek amacıyla geliştirdiği çok ince bir taktikti. (7)
Ancak Öz Türkçecilik, olarak kendini tanımlayan anlayış, Atatürk'ün vefatından sonra İkinci dünya savaşı yıllarında tekrar Türkçeye taarruz etti. Çoğu yetersiz dilcinin başını çektiği bu akım dilimize yerleşmiş ve imparatorluk dilinin doğal varisi olan birçok kelimeyi hesapsızca yok etti. Türkçe, uydurmacılar elinde çocuk oyuncağından beter hallere düşürüldü. Hiçbir ciddî sebep yokken, nice güzel kelime baltalanarak dilimize zevksiz, kifayetsiz, çirkin kelimeler sokuldu. Kültürümüzü taşıyan nice kelime, düşünce ve gönül dünyamızdan kovuldu.
Öz Türkçeciler makası yanlış ucundan tutuyorlardı. Bir kere Orta Asya'da konuşulan Türkçe bile Öz Türkçe değildi. Esasında Türkçe hiçbir zaman öz dil olmamıştı. Her dönemde imparatorluk kuran Türkler ilişki kurduğu birçok dilden kelime alışverişinde bulunmuştu. Türk dili herhangi küçük ve başkalarına mahkûm bir millet dili değil, tarihin daha ilk anlarından başlayarak bir imparatorluk diliydi. Bu nedenle Öz Türkçeye dönüş ilmin hakikatleriyle çelişiyordu.
Yetersiz dilcilerin Öz Türkçe zannederek önerdiği çoğu kelime Moğolcaydı. ''Öz dil'' aynı zamanda acayip bir ''Öz vatan'' anlayışıydı. Edirne öz vatandı da Selanik ve Üsküp değil miydi? Üsküp şehrini hiç yoktan var edenler bizim atalarımız değil miydi? Kars, Ardahan öz vatandı da Kerkük neden değildi? Bugün hâlâ büyük çoğunluğu Türk olan bu şehirler, Lozan onları hudutlarımızın dışında bıraktı diye artık vatan sayılmayacak mıydı?
Yıllarca evvel elimizden aldıkları Türk toprakları yetmiyormuş gibi, bizden Kars'ı ve Ardahan'ı isteyen yabancı emele karşı, bir Türk şairinin söylediği: ''Verilmeyecek şeyler vardır, Şeref gibi, şan gibi... Kars gibi, Ardahan gibi...'' mısralarından yükselen sesler, nasıl, ''Toprak verilemez!'' diyorsa, tıpkı bunun gibi: 'Asırlarca Türkün malı olmuş, Türk sesiyle ve Türk sanatıyla işlenmiş; ev, aile, köy Türkçesine, aşk ve iman Türkçesine girmiş; Türk'ün heyecanına işlenip vicdanına yerleşmiş ve Türk olmuş kelimeler de, verilemezdi. (8)
Gelelim günümüze: Günümüzde Türkçenin konumunu ve kuşatılmışlığını en çarpıcı şekilde vurgulayan aydınlarımızdan birisi de Oktay Sinanoğlu'dur. Televizyon programlarında, mülakatlarında ve müstakil kitaplarında hep bu kuşatılmışlığı vurgulamış ve meseleye çözüm önerileri getirmiştir. Son nefesine kadar Türkçe davasını sırtlamaya gayret eden Sinanoğlu'na göre: Emperyalist devletler bir toplumu yok etmek için üç aşamalı bir zihinsel çıkarımda bulunmuşlardır.
1) Bunların hepsini katliamdan geçirsek, buna kolumuzun kuvveti yetmez.
2) Tüm ülkelerini istilâ etsek, devamlı askerî baskı altında tutsak, buna da ne askerimiz ne paramız yetişir. O halde?
3) Bunlara kültürlerini, törelerini, bunun için de dillerini unutturalım. (9)
Lozan'da kapatamadığımız Robert Kolej gibi azınlık okullarına alternatif olarak Atatürk'ün himayelerinde Türk liseleri kurulmuştu. Oktay Sinanoğlu'nun da mezunu olmakla onur duyduğu Ankara'daki Yenişehir Lisesi bunlardan birisiydi. Bu okullarda çok kaliteli bir eğitim veriliyordu ve eğitim dili Türkçeydi.
Lise eğitimini ülkesinde tamamlayıp üniversite eğitimine Amerika'da devam eden Oktay Sinanoğlu'nun Amerika'da üniversiteye direk üçüncü sınıftan başlaması bu okulların eğitim kalitesinin bir göstergesiydi.
Ne var ki II. Dünya Savaşı yıllarının buhranlı dönemlerinde ekonomik yardımda bulunma görüntüsüyle bu okulu TED Koleji'ne çeviren Oxford'lu Mr. Browning'e 20 yıl sonra İngiltere Kraliçesi madalya verdi. Atatürk'ün ölüm döşeğinde bile sayıkladığı ''Maarif davası'' maalesef sahipsizdi. Arkasından çorap söküğü gibi yabancı dille eğitim veren özel Türk kolejleri açılmaya başlandı. Emperyalistler koca toplumu ''Dünya küreselleşiyor, İngilizce dünya dilidir.'' gibi efsanelerle kandırıyordu. (10)
İlerleyen yıllarda aynı hataya Türk eğitim politikasına yön verenler de düştü. Devlet eliyle İngilizce eğitim verilen Anadolu Liseleri kuruluyordu. Anadolu liselerini yabancı dille eğitim veren üniversiteler izledi. ''Orta Doğu Teknik Üniversitesi'' tipik bir örnekti. Bahane olarak dediler ki: ''Efendim buraya Orta Doğu'dan yabancı öğrenciler gelecek.'' Yani biz birkaç öğrenci için kendi dilimizi feda edeceğiz.
Hâlbuki her bağımsız ülkede yabancı öğrencilere eğitim verme fedakârlığı sağlanıyorsa onların o ülkenin dilini öğrenmeleri şart koşulur, bu sayede o ülkenin kültürünü seven taraftarlar yetiştirilir. Ama kimse bu soruları sormadı. Türkçemiz can çekişirken biz küreselleştik! Dünya vatandaşı olduk!
Bununla da yetinilmedi, diğer alanlarda da Türkçeyi boğma hamleleri geldi. Diziler, filmler, iş yeri adları hatta özel isimler her şey hızla yabancılaşmaya başladı. Türkçeyi bile Amerikan aksanıyla konuşan tipler türedi. Özellikle sosyal medya fenomeni denilen arızalı tiplerin başını çektiği acayip bir dil kanserli hücreler gibi gençlerin aksanına ve dimağına yayılmaya başladı. Ayık olun. Türkçe giderse Türk gider. Bu geçmişte de böyle olmuştu gelecekte de böyle olacak. (11)
Bu kronolojik akışla Türkçenin her dönem kimilerince ötelendiğini, hor görülmeye çalışıldığını, Türk'e düşman olanların emellerini gizlice gerçekleştirmek için Türkçeye saldırdığını kısaca örneklemeye çalıştık. Şüphesiz bu konular kitaplar boyutunda ele alınmalı ve tartışılmalıdır. Bu nedenle bu konuyu merak eden gençlerimize Oktay Sinanoğlu ve Nihat Sami Banarlı'nın eserleriyle tanışmalarını öneriyoruz.
Makalemizin sonunda şunları da belirtmemiz gerekmektedir. Öyleyse ne yapmak lazım?
1. Eğer bağımsız ve egemen bir ülkeysek yani yerli ve millî bir ülkeysek şunu kabul edelim: İngilizce dersinin devlet eliyle neredeyse anasınıflarına kadar indirilmesi ve furya şeklinde okutulması yanlıştır.
2. İngilizce veya bir başka yabancı dil Türk gencine kendi dilini tam anlamıyla öğrendikten sonra ve seçmeli ders olarak veya ara dönem kursları şeklinde verilmelidir.
3. Mevcut uygulamanın başarısızlığı ortadadır. İngilizce öğretmek uğruna, milli eğitim bünyesinde yapılan kaynak israfına (öğretmen, kitap, zaman, öğrenci) son verilmelidir.
Bu arada ülkeye ve gençliğe kaybettirilen zamana üzülmekle birlikte okullarda bu dili öğretmekte başarılı olamadığımıza, devşirilmiş nesillerin Türkçe karşısındaki tutumunu gördükten sonra içten içe milletimizin geleceği adına seviniyorum. Burada amacım güzide okullarımızı, üniversitelerimizi eleştirmek değil. Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesinden sonra ortaya çıkan faciaya dikkat çekmektir. Üniversiteli gençlerimiz halk müziği dinlemiyor, sanat müziği dinlemiyor. Türk kültürünü basit, avam görüyor. Başka kültürlere ait şarkıları başka milletlerin dilinden dinlemeyi tercih ediyor. Kendi kültür taşıyıcılarını küçük görüyor. Tıpkı Tanzimat aydınları gibi. Bu konudaki çözüm önerilerine ne yazık ki makalemizin mahdut hacmi yeterli gelmemektedir. (12)
4. Dünyayı ticaret savaşları denilen yeni olguların kuşattığı vasatta, yabancı ürünlerle rekabet edebilmek için yerli ürünlere bile yabancı marka verilmesi önlenmeli Bunun için iş yeri tabelalarında yerli isimlerin tercih edilmesi için özendirmeler yapılması örneğin tabela vergisi alınmaması, diğer vergilerde indirim yapılması, yabancı markayı tercih edenlerden ise yüksek vergi alınması gibi caydırıcı önlemler alınmalıdır. Yerli üretimi korumak amacıyla konulan ithalat vergilerinin benzerleri yabancı isimler için de uygulanmalıdır. Bu amaçla devlet kurumlarında özel bürolar oluşturulmalıdır.
Ezcümle: Başlangıçtan günümüze Türk dilinin kuşatılmışlığını kırıp bu dili bir dünya dili haline getiren edipleri ve devlet adamlarını bağrından çıkaran milletimizin verimli bağrı günümüzdeki kuşatılmışlığı çözecek edebî ve siyasî liderleri de bağrından çıkaracaktır.
Dönemindeki Farsça kuşatmasını yayınladığı fermanla ortadan kaldıran bir Karamanoğlu Mehmet Bey'e günümüzde de ihtiyaç duyulmaktadır. İngilizcenin dilimiz üzerindeki kuşatmasını yaracak devlet adamının dirayetini ortaya koyacağı günlerin izleri ufukta görülmektedir. Tüm olumsuzluklar, beklenen devlet adamının yakında bu kuşatmayı kıracağını işaret etmektedir. Bulutlar yağmur toplamaktadır. Türkçenin üzerine rahmet yağmurlarının yağması yakındır. TDK'nin düzenlediği 'Dilimiz Kimliğimizdir' yarışmasını himayelerine almaları bu kanaatimizin bir işaret fişeğidir. Ümidimiz, hayalimizin yakın zamanda gerçekleşmesidir.
1. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Bir Dil Konferansı s.1
2. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Bir Dil Konferansı s.1
3. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Yunus'un Türkçesi s.85
4. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Sultan Abdulhamit'in Türkçeciliği s. 220
5. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Fuzuli'nin Duası s. 105
6. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Sultan Abdulhamit'in Türkçeciliği s. 220
7. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, İmparatorluk Dilleri s. 20
8. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Türkçe'nin Gül Bahçeleri s. 139
9. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Bye Bye Türkçe s.19
10. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Ülkemizde Masrafı Bizden Çıkan Misyoner Okulları s.212
11. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Düşünce Özgürlüğü ve ODTÜ Sorunu s.89
12. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, 50. Yılında Türk Devrimi s.75
''Türk dilini seviniz! Çünkü Türklerin, en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacaktır.'' Kaşgarlı Mahmut
Dil, insanın oluş macerasının varlık alanına yansımasıdır. İnsanın oluşturduğu ve onunla varlığını sürdürdüğü dünyasıdır. Bir milletin yüzyıllar boyunca edindiği bilgi gelecek nesillere dil sayesinde aktarılır. Dil bir toplumun en hayatî unsurudur. Türkçenin dışlandığı dönemlerde Türk siyasal ve toplumsal yapısı da sarsılmış, Türk siyasal ve toplumsal dinamiklerinin şahlandığı dönemlerde Türkçe de altın devrini yaşamıştır.
Bu makalemizde, Nihat Sami Banarlı'nın Türkçenin Sırları ve Oktay Sinanoğlu'nun Bye Bye Türkçe adlı eserinden yola çıkarak Türk tarihinin ve Türkçenin darboğaza girdiği dönemlerden günümüze, dilimizin yabancı diller tarafından kuşatılmasına yönelik kronolojik bir bakış açısı geliştirmek istedik.
Makalenin detaylarla uzamaması ve konunun odağının dağılmaması için iki güzide aydınımızın görüşlerini ''doğrudan aktarılma'' yönteminden yer yer uzaklaşarak onların görüşlerini ''dolaylı bir anlatım'' la kendi cümlelerimizin içerisinde eriterek verdik. Bu nedenle dipnotlar birebir söylenen sözü değil sözün ifade ettiği anlamı bildirmektedir.
İlginçtir Türk toplumunun ve dilinin gücünü kaybederek yok olma tehdidi yaşadığı zor zamanlarda ya toplumsal alanı düzenleyen bir lider ya da dil alanını ihya eden bir aydın çıkmış, tekrar dağılmaya yüz tutan toplumu ve Türk dilini toparlamıştır. Bu tespit makalemizdeki en başat düşüncedir. Bu düşüncenin kronolojik olarak ispatlanması ise makalenin yazılış gerekçesidir. Makalede vurgulanmak istenen ikinci başat unsur ise: ''Sadece kazanılan toprak mukaddes değildir, Türkçenin bin yıllar içerisinde kazandığı ve onu cihan dili haline getiren kelimeler de mukaddestir.'' tespitidir. Bu tespit makalemizin ve dile bakışımızın mihenk noktasıdır.
Toplumun dağıldığı, Töre'nin bozulduğu silahlıların gelerek halkı dağıttığı, kanın su gibi coştuğu, kemiğin dağ gibi yığıldığı, beylik erkek evlâtların kul, hanımlık kız evlâtların cariye olduğu bir dönemde çıkan Bilge Kağan ve yoldaşları hem toplumu selamete erdirmiş hem de Türk dilinin ilk şaheserlerini bin yıllık taşlara nakşetmiştir.
Onlar büyük başarılarını, savaşçılarına duyurabildikleri hitabet dilinin büyüleyici güzelliğiyle kazanmışlardır. ''Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öylesine büyütelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun!'' diyen Oğuz Kağan, aynı çizginin destansı şahsiyetlerindendir.
Edebiyatımızda "Türk" kelimesi geçen ilk metin olan Göktürk Yazıtları Türkçenin yazılı en eski kaynağıdır. Bu yazıtlarda modern Türkçemizin tüm kuralları, günümüzün birçok sözcüğü, doğal ve olgun bir söyleyişle, sanki bugünün yapıtlarıymış gibi karşımızdadır. Yazıtlar üzerinde çalışan dilciler metinlerde kullanılan dilin işlek bir edebiyat dili olmasından yola çıkarak Türkçenin başlangıcının beş bin yıl ötesine götürebileceğini belirtmişlerdir.
Atatürk, Orhun Anıtları'na dair okuduğu bir kitapta, "Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir." satırlarının yanına, "Büyük Nutuk, işte bu cümleyi anlatmaktadır" diye bizzat kendi el yazısı ile not düşmüştür.
Türkçenin kendi toplumunda hakir görülmeye başlandığı bir dönem de Timur dönemidir. Ali Şîr Nevai, bu dönemde Türkçenin koruyucusu ve savunucusudur. Muhakemetü'l Lugateyn adlı eserinde Türkçe'nin Farsçaya üstünlüğünü haykırmış kendi çağında Türkçeyi bırakıp şiiri Farsça yazanlara karşı çıkmıştır. Şiirlerini tabii bir Türkçeyle yazan şair Türkçe için şu yorumda bulunmaktadır: "Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik, el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı, kan dökücü ve bu güllerin dikeni, sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri, bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçeyi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe'nin fezasında tabiatımın atını koşturdum, hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden, nihayetsiz kıymetli taşlar, inciler aldı; gönlüm, bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı." (1)
Karahanlılar zamanında Türkçenin örselendiği bir zamanda Kaşgarlı Mahmut, şunları söylüyordu: ''Türk dilini öğreniniz! Çünkü Türklerin uzun sürecek saltanatları olacaktır!'' Eski Türkler, yeryüzüne bir vazife ile geldiklerine düşünüyor ve bu vazifeyi, kendilerine Tanrı'nın verdiğine inanıyorlardı. Kaşgarlı Mahmut: ''Gördüm ki yüce Tanrı; devlet güneşini Türklerin burçlarından doğdurmuş, onlara Türk adını kendisi vermiş, onları yeryüzünün hakanı kılmış ve cihan halkının dizginlerini onların ellerine bırakmış.'' diyerek bu inanca vurgu yapıyor, sadece bir dil müdafaası değil bir kültür taarruzu yapıyordu. (2)
Selçuklu Devleti'nin hâkim olduğu ülkelerde Türkçe yine yabancı dillerin taarruzuna maruz kalıp kültür, edebiyat ve resmî dil olma vasıflarından uzaklaştırıldı. Halk kendi dilini kaba gördü, çirkin gördü. Diğer dillerin kelimeleri insanlara daha sevimli göründü. Anadolu Selçuklu sultanları bile isimlerini Türk kültürünün taşıyıcısı olan Türkçe kelimelerden değil Fars efsanelerinden alıyorlardı. ''Keykubat, Keykâvus vb.''
Bu dönemde ilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça, devletin resmî dili de bazen Arapça bazen Farsçaydı. Türkçe günlük hayatta halkın kullanımına indirgenmişti. Moğol istilasından kaçıp Anadolu'ya sığınan Fars kökenli alimler göklere çıkarılıyor, halkın içerisinde yaşayıp halkın irşadını öz diliyle yapan mutasavvıflar görmezden geliniyordu. Bu yaklaşımın sonu hazindir. Büyük Selçuklu dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti dönemi kültür sanat dünyasını örnekleyecek elimizde nerdeyse Türkçe hiçbir kaynak bulunmamaktadır.
Devletin dağılması ve yaşanan zorlukların aşılmasında millî birliğin mihengi, millî dil olduğu gerçeğinden hareketle, yeniden millî birlikteliği tesis etmek için bu dönemde sesini yükselten Karamanoğlu Mehmet Bey: ''Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türkçeden başka bir dil kullanmaya'' şeklindeki ferman yayımlamış ve bu kuşatma çemberini kırmıştır.
Siyasî alanda Karamanoğlu Mehmet Bey'in çıkışını edebî alanda Yunus Emre zirveleştirmiştir. Halkın teveccühünü kazanmış, Fars kökenli olduğundan belki de Yunus Emre kadar Türkçenin esrarına vakıf olmadığından eserlerini Farsça yazan Mevlana'nın karşısına halkın konuştuğu yalın Türkçeyle çıkmış ve tasavvufun en girift meselelerini, 13. Yüzyıl Türkçesiyle, üstelik şiir şeklinde ortaya koymuştur. (Türkçeyle felsefe yapılmaz diyenlere en güzel cevap Yunus Emre'dir. Bu konuyu daha sonra ele alacağız. Şimdilik Türkçe ve Türk düşmanları ''köpeksiz köy bulduk, çomaksız geziyoruz edasında dolaşsınlar.) Yunus Emre'nin şiirleriyle yaptığı bir inkılâptı ve doğrudan doğruya yabancı dillerin tasallutundan kurtulup Türkçeye geçişin manifestosuydu. Araplar ve İranlılar tarafından geliştirilen dinî terimler, Yunus'un gönül ikliminde bu yolda kelime uydurmaya bile tenezzül edilmeden Türkçeleşmişti. Bu arada Mevlâna Celalettin Rumî'yi Türk coğrafyasında ancak eserlerini Türkçe yazmadığından Türk edebiyatı dairesinde ele alamıyoruz. (3)
Osmanlı dönemi Türkçenin devletin gücüyle bağlantılı en muhteşem dönemiydi. Osmanlı Sultanları, şairlere Türkçe yazmayı tavsiye etti. Türkçe şiir yazan şairleri ödüllendirdi. Sultan İkinci Murat'ın "Gönüller ancak açık Türkçeden haz alır." Sözü Osmanlının dil anlayışının bir özetiydi.
Türkçenin en güzel şiir örneklerini veren Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar Türk dilini yücelten dil işçilerini himaye etmekle kalmamış kendileri de Türk şiirinin en güzel örneklerini vermişlerdi. (4)
Gün geldi Türkçenin müdafaası Büyük Şair Fuzuli'ye düştü. Fuzuli muhteşem yüzyılda yaşamasına rağmen payitahta uzak, Arapça ve Farsçanın etkisinin yoğun olduğu Bağdat'ta yaşıyordu. O, Türkçeyi daha açık, daha dikkate değer bir söyleyişle buluşturdu. Dedi ki: ''Farsçayla, Türkçeden daha çok şiir söylenmiştir. Bunun sebebi Türkçeyle ince şiir söylemenin güç olmasıdır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yener, kolaylaştırırım. İlkbahar geldiği zaman, nasıl, dikenden gül yaprağı belirirse ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim.'' ''Ey, Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Tanrım! Sen, Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan milleti yaptın! Acem fasihlerinin sözlerini ise İsa nefesi gibi, cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım benden iltifatını esirgeme!'' (5)
19 ve 20. Asırda Osmanlı aydınları tekrar Türkçeyi dışlayıp avam dili olarak görmeye başladı. Türkçeyle yazılan halk şiirlerini 'Eşek anırmasına' benzeten aydınlar türedi. Türkçenin kuşatılmışlığını fark edip bu meselenin halli için dil mücadelesi veren kişi ise bu dönemde Sultan II. Abdülhamit'ti. Sultan Abdülhamit, Meclisi Mebusandaki Türk mebuslarının ilmî ve fikrî kifayetsizliklerinden doğacak tehlikeyi sezdi, bu meclisi kapattı ve derhal geniş ölçüde bir Maarif faaliyetine girişerek ülkede çok sayıda ve yüksek kaliteli mektepler açtırdı. Ayrıca Türkçenin ıslahı gerektiğini düşündü ve daha da ileri giderek, Türk tarihinde ilk defa, halk dilinde yaşayan Türkçe kelimelerin resmî kanallar vasıtasıyla toplanması için emir verdi. Devrin Maarif Nazırı Zühdü Paşa ise Türkçe'nin kendiliğinden mükemmelleşmeğe başladığını öne sürerek Türkçe için yüksek cemiyetler kurmaya lüzum görmedi. Ulu Hakan'ın geniş çapta, dil ıslahı düşüncesine, devrin mektep hocalarından Maarif Nazırı'na kadar hiç kimse ciddî şekilde sarılmadı ve maalesef bu güzel teşebbüsler akim kaldı. (6)
Cumhuriyet döneminde, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra maddi sahada ülkemizi terke mecbur kalan istilacılar kültürel sahada Türkçeyi kuşatmaktan bir an bile geri durmadılar. Tehlikenin farkında olan Atatürk, Önce "Dilimizi ne ölçüde özleştirebiliriz?" diye bir tecrübede bulunmuş, sonra bunun iyi netice vermediğini görünce, özleştirmeden vazgeçmişti. (Bknz: (Falih Rıfkı Atay, Dünya, 3 Ocak 1954) Bu vazgeçişten hemen sonra, Türkçeyi alaylı, yetersiz dil âlimleriyle bozguncuların elinden kurtarmak için ''Güneş Dil Teorisi''ni öne sürdü. Güneş Dil Teorisi onun evvelce girilen çıkmaz yolu, milletin gönlünü incitmeden terk etmek amacıyla geliştirdiği çok ince bir taktikti. (7)
Ancak Öz Türkçecilik, olarak kendini tanımlayan anlayış, Atatürk'ün vefatından sonra İkinci dünya savaşı yıllarında tekrar Türkçeye taarruz etti. Çoğu yetersiz dilcinin başını çektiği bu akım dilimize yerleşmiş ve imparatorluk dilinin doğal varisi olan birçok kelimeyi hesapsızca yok etti. Türkçe, uydurmacılar elinde çocuk oyuncağından beter hallere düşürüldü. Hiçbir ciddî sebep yokken, nice güzel kelime baltalanarak dilimize zevksiz, kifayetsiz, çirkin kelimeler sokuldu. Kültürümüzü taşıyan nice kelime, düşünce ve gönül dünyamızdan kovuldu.
Öz Türkçeciler makası yanlış ucundan tutuyorlardı. Bir kere Orta Asya'da konuşulan Türkçe bile Öz Türkçe değildi. Esasında Türkçe hiçbir zaman öz dil olmamıştı. Her dönemde imparatorluk kuran Türkler ilişki kurduğu birçok dilden kelime alışverişinde bulunmuştu. Türk dili herhangi küçük ve başkalarına mahkûm bir millet dili değil, tarihin daha ilk anlarından başlayarak bir imparatorluk diliydi. Bu nedenle Öz Türkçeye dönüş ilmin hakikatleriyle çelişiyordu.
Yetersiz dilcilerin Öz Türkçe zannederek önerdiği çoğu kelime Moğolcaydı. ''Öz dil'' aynı zamanda acayip bir ''Öz vatan'' anlayışıydı. Edirne öz vatandı da Selanik ve Üsküp değil miydi? Üsküp şehrini hiç yoktan var edenler bizim atalarımız değil miydi? Kars, Ardahan öz vatandı da Kerkük neden değildi? Bugün hâlâ büyük çoğunluğu Türk olan bu şehirler, Lozan onları hudutlarımızın dışında bıraktı diye artık vatan sayılmayacak mıydı?
Yıllarca evvel elimizden aldıkları Türk toprakları yetmiyormuş gibi, bizden Kars'ı ve Ardahan'ı isteyen yabancı emele karşı, bir Türk şairinin söylediği: ''Verilmeyecek şeyler vardır, Şeref gibi, şan gibi... Kars gibi, Ardahan gibi...'' mısralarından yükselen sesler, nasıl, ''Toprak verilemez!'' diyorsa, tıpkı bunun gibi: 'Asırlarca Türkün malı olmuş, Türk sesiyle ve Türk sanatıyla işlenmiş; ev, aile, köy Türkçesine, aşk ve iman Türkçesine girmiş; Türk'ün heyecanına işlenip vicdanına yerleşmiş ve Türk olmuş kelimeler de, verilemezdi. (8)
Gelelim günümüze: Günümüzde Türkçenin konumunu ve kuşatılmışlığını en çarpıcı şekilde vurgulayan aydınlarımızdan birisi de Oktay Sinanoğlu'dur. Televizyon programlarında, mülakatlarında ve müstakil kitaplarında hep bu kuşatılmışlığı vurgulamış ve meseleye çözüm önerileri getirmiştir. Son nefesine kadar Türkçe davasını sırtlamaya gayret eden Sinanoğlu'na göre: Emperyalist devletler bir toplumu yok etmek için üç aşamalı bir zihinsel çıkarımda bulunmuşlardır.
1) Bunların hepsini katliamdan geçirsek, buna kolumuzun kuvveti yetmez.
2) Tüm ülkelerini istilâ etsek, devamlı askerî baskı altında tutsak, buna da ne askerimiz ne paramız yetişir. O halde?
3) Bunlara kültürlerini, törelerini, bunun için de dillerini unutturalım. (9)
Lozan'da kapatamadığımız Robert Kolej gibi azınlık okullarına alternatif olarak Atatürk'ün himayelerinde Türk liseleri kurulmuştu. Oktay Sinanoğlu'nun da mezunu olmakla onur duyduğu Ankara'daki Yenişehir Lisesi bunlardan birisiydi. Bu okullarda çok kaliteli bir eğitim veriliyordu ve eğitim dili Türkçeydi.
Lise eğitimini ülkesinde tamamlayıp üniversite eğitimine Amerika'da devam eden Oktay Sinanoğlu'nun Amerika'da üniversiteye direk üçüncü sınıftan başlaması bu okulların eğitim kalitesinin bir göstergesiydi.
Ne var ki II. Dünya Savaşı yıllarının buhranlı dönemlerinde ekonomik yardımda bulunma görüntüsüyle bu okulu TED Koleji'ne çeviren Oxford'lu Mr. Browning'e 20 yıl sonra İngiltere Kraliçesi madalya verdi. Atatürk'ün ölüm döşeğinde bile sayıkladığı ''Maarif davası'' maalesef sahipsizdi. Arkasından çorap söküğü gibi yabancı dille eğitim veren özel Türk kolejleri açılmaya başlandı. Emperyalistler koca toplumu ''Dünya küreselleşiyor, İngilizce dünya dilidir.'' gibi efsanelerle kandırıyordu. (10)
İlerleyen yıllarda aynı hataya Türk eğitim politikasına yön verenler de düştü. Devlet eliyle İngilizce eğitim verilen Anadolu Liseleri kuruluyordu. Anadolu liselerini yabancı dille eğitim veren üniversiteler izledi. ''Orta Doğu Teknik Üniversitesi'' tipik bir örnekti. Bahane olarak dediler ki: ''Efendim buraya Orta Doğu'dan yabancı öğrenciler gelecek.'' Yani biz birkaç öğrenci için kendi dilimizi feda edeceğiz.
Hâlbuki her bağımsız ülkede yabancı öğrencilere eğitim verme fedakârlığı sağlanıyorsa onların o ülkenin dilini öğrenmeleri şart koşulur, bu sayede o ülkenin kültürünü seven taraftarlar yetiştirilir. Ama kimse bu soruları sormadı. Türkçemiz can çekişirken biz küreselleştik! Dünya vatandaşı olduk!
Bununla da yetinilmedi, diğer alanlarda da Türkçeyi boğma hamleleri geldi. Diziler, filmler, iş yeri adları hatta özel isimler her şey hızla yabancılaşmaya başladı. Türkçeyi bile Amerikan aksanıyla konuşan tipler türedi. Özellikle sosyal medya fenomeni denilen arızalı tiplerin başını çektiği acayip bir dil kanserli hücreler gibi gençlerin aksanına ve dimağına yayılmaya başladı. Ayık olun. Türkçe giderse Türk gider. Bu geçmişte de böyle olmuştu gelecekte de böyle olacak. (11)
Bu kronolojik akışla Türkçenin her dönem kimilerince ötelendiğini, hor görülmeye çalışıldığını, Türk'e düşman olanların emellerini gizlice gerçekleştirmek için Türkçeye saldırdığını kısaca örneklemeye çalıştık. Şüphesiz bu konular kitaplar boyutunda ele alınmalı ve tartışılmalıdır. Bu nedenle bu konuyu merak eden gençlerimize Oktay Sinanoğlu ve Nihat Sami Banarlı'nın eserleriyle tanışmalarını öneriyoruz.
Makalemizin sonunda şunları da belirtmemiz gerekmektedir. Öyleyse ne yapmak lazım?
1. Eğer bağımsız ve egemen bir ülkeysek yani yerli ve millî bir ülkeysek şunu kabul edelim: İngilizce dersinin devlet eliyle neredeyse anasınıflarına kadar indirilmesi ve furya şeklinde okutulması yanlıştır.
2. İngilizce veya bir başka yabancı dil Türk gencine kendi dilini tam anlamıyla öğrendikten sonra ve seçmeli ders olarak veya ara dönem kursları şeklinde verilmelidir.
3. Mevcut uygulamanın başarısızlığı ortadadır. İngilizce öğretmek uğruna, milli eğitim bünyesinde yapılan kaynak israfına (öğretmen, kitap, zaman, öğrenci) son verilmelidir.
Bu arada ülkeye ve gençliğe kaybettirilen zamana üzülmekle birlikte okullarda bu dili öğretmekte başarılı olamadığımıza, devşirilmiş nesillerin Türkçe karşısındaki tutumunu gördükten sonra içten içe milletimizin geleceği adına seviniyorum. Burada amacım güzide okullarımızı, üniversitelerimizi eleştirmek değil. Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesinden sonra ortaya çıkan faciaya dikkat çekmektir. Üniversiteli gençlerimiz halk müziği dinlemiyor, sanat müziği dinlemiyor. Türk kültürünü basit, avam görüyor. Başka kültürlere ait şarkıları başka milletlerin dilinden dinlemeyi tercih ediyor. Kendi kültür taşıyıcılarını küçük görüyor. Tıpkı Tanzimat aydınları gibi. Bu konudaki çözüm önerilerine ne yazık ki makalemizin mahdut hacmi yeterli gelmemektedir. (12)
4. Dünyayı ticaret savaşları denilen yeni olguların kuşattığı vasatta, yabancı ürünlerle rekabet edebilmek için yerli ürünlere bile yabancı marka verilmesi önlenmeli Bunun için iş yeri tabelalarında yerli isimlerin tercih edilmesi için özendirmeler yapılması örneğin tabela vergisi alınmaması, diğer vergilerde indirim yapılması, yabancı markayı tercih edenlerden ise yüksek vergi alınması gibi caydırıcı önlemler alınmalıdır. Yerli üretimi korumak amacıyla konulan ithalat vergilerinin benzerleri yabancı isimler için de uygulanmalıdır. Bu amaçla devlet kurumlarında özel bürolar oluşturulmalıdır.
Ezcümle: Başlangıçtan günümüze Türk dilinin kuşatılmışlığını kırıp bu dili bir dünya dili haline getiren edipleri ve devlet adamlarını bağrından çıkaran milletimizin verimli bağrı günümüzdeki kuşatılmışlığı çözecek edebî ve siyasî liderleri de bağrından çıkaracaktır.
Dönemindeki Farsça kuşatmasını yayınladığı fermanla ortadan kaldıran bir Karamanoğlu Mehmet Bey'e günümüzde de ihtiyaç duyulmaktadır. İngilizcenin dilimiz üzerindeki kuşatmasını yaracak devlet adamının dirayetini ortaya koyacağı günlerin izleri ufukta görülmektedir. Tüm olumsuzluklar, beklenen devlet adamının yakında bu kuşatmayı kıracağını işaret etmektedir. Bulutlar yağmur toplamaktadır. Türkçenin üzerine rahmet yağmurlarının yağması yakındır. TDK'nin düzenlediği 'Dilimiz Kimliğimizdir' yarışmasını himayelerine almaları bu kanaatimizin bir işaret fişeğidir. Ümidimiz, hayalimizin yakın zamanda gerçekleşmesidir.
1. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Bir Dil Konferansı s.1
2. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Bir Dil Konferansı s.1
3. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Yunus'un Türkçesi s.85
4. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Sultan Abdulhamit'in Türkçeciliği s. 220
5. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Fuzuli'nin Duası s. 105
6. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Sultan Abdulhamit'in Türkçeciliği s. 220
7. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, İmparatorluk Dilleri s. 20
8. Nihat Sami BANARLI, Türkçe'nin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2007, Türkçe'nin Gül Bahçeleri s. 139
9. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Bye Bye Türkçe s.19
10. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Ülkemizde Masrafı Bizden Çıkan Misyoner Okulları s.212
11. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, Düşünce Özgürlüğü ve ODTÜ Sorunu s.89
12. Oktay SİNANOĞLU, Bye Bye Türkçe-Bir New-york Rüyası, Otopsi Yayınevi, 2010, 50. Yılında Türk Devrimi s.75
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Taha Furkan Dağıstanlı / diğer yazıları
- Alevi-Bektaşi geleneğinde düvâzlar / 04.07.2021
- Sorular ve Cevaplar / 27.06.2021
- Toplumsal müsilaj yahut perşembenin gelişi bellidir çarşambadan / 20.06.2021
- Bir çınarın öyküsü / 06.06.2021
- Sen söyle destanı / 23.05.2021
- Süveyda Yahut Lude şiirleri / 16.05.2021
- Türkümüz / 09.05.2021
- Kimi yazmalısın ? / 02.05.2021
- Geleceğin dünyasını kuracak olan dil Türkçedir / 25.04.2021
- Profesör Doktor Üstat Haydar Baş Beyefendi'yi Anmak / 18.04.2021
- Sorular ve Cevaplar / 27.06.2021
- Toplumsal müsilaj yahut perşembenin gelişi bellidir çarşambadan / 20.06.2021
- Bir çınarın öyküsü / 06.06.2021
- Sen söyle destanı / 23.05.2021
- Süveyda Yahut Lude şiirleri / 16.05.2021
- Türkümüz / 09.05.2021
- Kimi yazmalısın ? / 02.05.2021
- Geleceğin dünyasını kuracak olan dil Türkçedir / 25.04.2021
- Profesör Doktor Üstat Haydar Baş Beyefendi'yi Anmak / 18.04.2021