20 Mayıs'ta Çağlayan Meydanı'ndaki mahşeri kalabalığı ya bilfiil katılarak, ya da televizyonlarınızın başında izleyerek gördünüz.
"Ermeni Soykırım İddialarını Ret ve Ulusal Bağımsızlık" için oraya gelen o yüz binler yanlarına sadece şehitlerimizin kanıyla renklenen al bayrağı kapıp gelmişti.
Tertip komitesi bunu istemişti onlardan.
Türk Bayrağı'nın dışında başka bir pankart ve flama getirmeyin denmişti.
O yüz binler de bu çağrıya uydu, bir farkla, bir de yüreklerini, coşkularını getirmişlerdi bayraklarıyla.
İkisi bir bütünlük oluşturmuştu.
Al bayrak ve ak yürek.
Şanlı bayrak ve soylu millet.
Sloganlar da muhteşemdi.
"Bu vatan bizimdir, bizim kalacak."
"Ya istiklal, ya ölüm."
"Bu millet kardeştir, ayıranlar kalleştir."
"Gaflet, dalalet, yapılanlar ihanet."
"Ermeni şaşırma, sabrımızı taşırma."
Ve aynı manaya gelen diğer sloganlar.
Tek yürek ve tek bilek olan o yüz binler, gelirken sahip oldukları duygu ve heyecanı kat be kat arttırarak geri döndüler.
Edeple,
İnançla,
Heyecanla.
Aradan birkaç saat geçti.
En büyük(!) ajanslardan birinin hesap özürlü elemanı o mahşeri kalabalığı bin kişi diye bildirdi merkezine.
Hay sana matematik öğretenin.
İnsanları haberdar edenlerin, matematik bilgisine, ilmine,
irfanına bir bakın.
Aslında ülkeyi idare edenlerin matematik seviyesi de üç aşağı beş yukarı böyle.
Ve medyamız;
Güzide medyamız,
Halkı doğru haber ve sağlam bilgiyle donatmayı hedefleyen medyamız, habere değer bulamadı o mahşeri kalabalığı.
Aradım ve taradım sayfalarını tek tek.
Nazar boncuklusunu,
At nallısını,
Eşek semerlisini.
Ama ses seda yoktu.
Peki güzide kartel medyamızın sayfalarında nasıl yer bulunabilirdi bu heyecan?
O gök yüzüne doğru yükselen binlerce bayrak yerine yere atılan bir bayrak görüntüsü kameralara takılsaydı işte o haber olurdu.
Bayrağı sevdiklerinden mi? Asla.
Bayrağa aşık olan biri, o yüzlerce bayrağın dalgalanışını dakikalarca ekrana getirmez mi hiç?
Başka nasıl haber olurdu o mahşeri kalabalık?
Kahrolsun falan, yaşasın filan diye slogan atılsaydı o zaman da haber olurdu.
Şunu isteriz, bunu istemeyiz diye bağırsaydı o kalabalık, işte size mükemmel haber.
Hem de günlerce haftalarca.
Kavga çıksaydı, ölen ya da yaralanan olsaydı o zaman haber değeri taşırdı.
Atılan her slogan birilerinin kafalarına tokmak gibi indi.
Büyük dilleri tutuldu,
Küçüğü yutuldu.
Yapılan bunca ihaneti şirin göstermek için yoğun gayret gösteren medya, Çağlayan Meydanı'nı pek göremedi.
Ülkenin bölünüp parçalanma aşamasına geldiği bir dönemde medyamız, bu tehlikeyi haykıranları haber yapamadı.
"Üzerinde yorum bile yapılması yasak olmasına rağmen hakimiyetin sahibinin yeniden belirlenmesi, sizin anlayacağınız AB'ye verilmesi için kamuoyu oluşturma aşamasındaki medya Çağlayan'a takılamadı."
Elemanı mı yoktu orada?
Ne gezer.
Her yayın kuruluşundan, seçme, iri kıyım kameramanlar vardı orada.
Ama dikkat ettim, hele bazıları, uyuşturucu arayan narkotik köpekleri gibi o güzelim kalabalığın arasına dalmış, haber malzemesi(!) olacak özel görüntüler arıyordu.
Karalamak için,
Gammazlamak için,
İhbar etmek için.
Medyamızın, yakaladığı en büyük ayıp, haremlik-selamlık. Hem de en büyük haber(!) merkezinde hazırlandı bu önemli olay.
Alan görevlileri ellerinde sopalarla kalabalığı yönlendiriyor;
Kadınlar sağa, erkekler sola. Ve tabi aralarında en az 50 santim mesafe olmak şartıyla.
Bu şarta uymayana yirmi kırbaç ceza.
Bu çağda bu kafa,
Ya dolaba koy ya rafa,
Madem gelmeyecek insafa,
Hep beraber tükürün o tarafa
Mutlaka değer bir damlası o safa.
O muhteşem kalabalıktan kayda değer buldukları tek şey haremlik-selamlık.
Harem-Topkapı,
Harem-Üsküdar tamam da,
Bu harem-selam ne? bunu pek anlamadım.
Ve en büyük özlemleri şuydu:
Yıllardır vatan millet sevgisini insanlara aşılamayı en büyük gaye edinen muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hoca acaba farklı bir şey söyler miydi?
Asker-millet kaynaşmasını her konuşmasında işleyen, bu ülkenin gerçek sahibinin asker olduğunun altını her an çizen bu insan, bu sözünden döner mi?
Kin ve düşmanlığı, bölünmeyi tahrik eder mi acep?
Etmedi etmeyecek.
Birliği, kardeşliği, ülke sevgisini, ülke için çalışmanın ibadet olduğunu anlatmaya devam edecek.
Mevsimler, aylar, yıllar değişir ama ilim ve fikir adamları değişmez.
Medyamız da haklı, bir gün önceki fikirlerinden bir gün sonra vazgeçen kişileri/siyasileri çok görmüşlerdi çünkü.
"Ermeni Soykırım İddialarını Ret ve Ulusal Bağımsızlık" için oraya gelen o yüz binler yanlarına sadece şehitlerimizin kanıyla renklenen al bayrağı kapıp gelmişti.
Tertip komitesi bunu istemişti onlardan.
Türk Bayrağı'nın dışında başka bir pankart ve flama getirmeyin denmişti.
O yüz binler de bu çağrıya uydu, bir farkla, bir de yüreklerini, coşkularını getirmişlerdi bayraklarıyla.
İkisi bir bütünlük oluşturmuştu.
Al bayrak ve ak yürek.
Şanlı bayrak ve soylu millet.
Sloganlar da muhteşemdi.
"Bu vatan bizimdir, bizim kalacak."
"Ya istiklal, ya ölüm."
"Bu millet kardeştir, ayıranlar kalleştir."
"Gaflet, dalalet, yapılanlar ihanet."
"Ermeni şaşırma, sabrımızı taşırma."
Ve aynı manaya gelen diğer sloganlar.
Tek yürek ve tek bilek olan o yüz binler, gelirken sahip oldukları duygu ve heyecanı kat be kat arttırarak geri döndüler.
Edeple,
İnançla,
Heyecanla.
Aradan birkaç saat geçti.
En büyük(!) ajanslardan birinin hesap özürlü elemanı o mahşeri kalabalığı bin kişi diye bildirdi merkezine.
Hay sana matematik öğretenin.
İnsanları haberdar edenlerin, matematik bilgisine, ilmine,
irfanına bir bakın.
Aslında ülkeyi idare edenlerin matematik seviyesi de üç aşağı beş yukarı böyle.
Ve medyamız;
Güzide medyamız,
Halkı doğru haber ve sağlam bilgiyle donatmayı hedefleyen medyamız, habere değer bulamadı o mahşeri kalabalığı.
Aradım ve taradım sayfalarını tek tek.
Nazar boncuklusunu,
At nallısını,
Eşek semerlisini.
Ama ses seda yoktu.
Peki güzide kartel medyamızın sayfalarında nasıl yer bulunabilirdi bu heyecan?
O gök yüzüne doğru yükselen binlerce bayrak yerine yere atılan bir bayrak görüntüsü kameralara takılsaydı işte o haber olurdu.
Bayrağı sevdiklerinden mi? Asla.
Bayrağa aşık olan biri, o yüzlerce bayrağın dalgalanışını dakikalarca ekrana getirmez mi hiç?
Başka nasıl haber olurdu o mahşeri kalabalık?
Kahrolsun falan, yaşasın filan diye slogan atılsaydı o zaman da haber olurdu.
Şunu isteriz, bunu istemeyiz diye bağırsaydı o kalabalık, işte size mükemmel haber.
Hem de günlerce haftalarca.
Kavga çıksaydı, ölen ya da yaralanan olsaydı o zaman haber değeri taşırdı.
Atılan her slogan birilerinin kafalarına tokmak gibi indi.
Büyük dilleri tutuldu,
Küçüğü yutuldu.
Yapılan bunca ihaneti şirin göstermek için yoğun gayret gösteren medya, Çağlayan Meydanı'nı pek göremedi.
Ülkenin bölünüp parçalanma aşamasına geldiği bir dönemde medyamız, bu tehlikeyi haykıranları haber yapamadı.
"Üzerinde yorum bile yapılması yasak olmasına rağmen hakimiyetin sahibinin yeniden belirlenmesi, sizin anlayacağınız AB'ye verilmesi için kamuoyu oluşturma aşamasındaki medya Çağlayan'a takılamadı."
Elemanı mı yoktu orada?
Ne gezer.
Her yayın kuruluşundan, seçme, iri kıyım kameramanlar vardı orada.
Ama dikkat ettim, hele bazıları, uyuşturucu arayan narkotik köpekleri gibi o güzelim kalabalığın arasına dalmış, haber malzemesi(!) olacak özel görüntüler arıyordu.
Karalamak için,
Gammazlamak için,
İhbar etmek için.
Medyamızın, yakaladığı en büyük ayıp, haremlik-selamlık. Hem de en büyük haber(!) merkezinde hazırlandı bu önemli olay.
Alan görevlileri ellerinde sopalarla kalabalığı yönlendiriyor;
Kadınlar sağa, erkekler sola. Ve tabi aralarında en az 50 santim mesafe olmak şartıyla.
Bu şarta uymayana yirmi kırbaç ceza.
Bu çağda bu kafa,
Ya dolaba koy ya rafa,
Madem gelmeyecek insafa,
Hep beraber tükürün o tarafa
Mutlaka değer bir damlası o safa.
O muhteşem kalabalıktan kayda değer buldukları tek şey haremlik-selamlık.
Harem-Topkapı,
Harem-Üsküdar tamam da,
Bu harem-selam ne? bunu pek anlamadım.
Ve en büyük özlemleri şuydu:
Yıllardır vatan millet sevgisini insanlara aşılamayı en büyük gaye edinen muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hoca acaba farklı bir şey söyler miydi?
Asker-millet kaynaşmasını her konuşmasında işleyen, bu ülkenin gerçek sahibinin asker olduğunun altını her an çizen bu insan, bu sözünden döner mi?
Kin ve düşmanlığı, bölünmeyi tahrik eder mi acep?
Etmedi etmeyecek.
Birliği, kardeşliği, ülke sevgisini, ülke için çalışmanın ibadet olduğunu anlatmaya devam edecek.
Mevsimler, aylar, yıllar değişir ama ilim ve fikir adamları değişmez.
Medyamız da haklı, bir gün önceki fikirlerinden bir gün sonra vazgeçen kişileri/siyasileri çok görmüşlerdi çünkü.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ana-baba hakları-2 / 30.04.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024