Mustafa Kemal’in hilafetle ilgili görüşleri -2-
Gerek saltanat ve gerekse halifeliğin kaldırılması, tek kişide toplanan egemenliğin sona erdirilmesi maksadıyladır. Halifeliğin bir şahsın temsilinde bulunması, kaldırılmasıyla sona ermiştir
25.09.2025 00:10:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Gerek saltanat ve gerekse halifeliğin kaldırılması, tek kişide toplanan egemenliğin sona erdirilmesi maksadıyladır. Halifeliğin bir şahsın temsilinde bulunması, kaldırılmasıyla sona ermiştir.
İlan edilen Cumhuriyet ile egemenlik millete geçmiş; hilafet de tek kişiye ait olmaktan çıkarılarak, Cumhuriyetin ve hükûmetin şahsında koruma altına alınmıştır.
Dediklerimizin ispatı Atatürk döneminde, 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'dur.
Bu kanunun 1. maddesi şöyledir: "Halife halledilmiştir. Hilafet hükûmet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir.
Yani hilafet tamamen kaldırılmamış; Meclis'e ve Cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
İzmit sinema binasında 19 Ocak 1923 tarihinde yaptığı mülakatta bağımsız İslam devletlerinin seçeceği halife-i müslimin hakkında şunları söyler:
"Bağımsız İslam hükûmetlerinin selahiyet sahibi delegeleri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve derlerse ki, Türkiye ile İran arasında, İran ile Afgan arasında, Mısır, Hint arasında veya bütün bunlar arasında şu veya bu münasebetler teessüs etmiştir.
Bu ortak münasebetleri muhafaza etmek için bu ortak münasebetlerin ihtiva ettiği şartlar dahilinde hareketi temin etmek için bütün İslam devletlerinin delegelerinden meydana gelen bir şûra teşekkül edecektir. Ve o şûranın bir riyaset makamı olacaktır. İşte o makama seçilecek olan zat halife-i müslimin olacak zattır."
Hilafet konusu Nutuk'ta bizzat Atatürk tarafından şöyle ele alınır:
"Ortaya atılan görüş şuydu: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diğer kıt'alarda yaşayan Müslüman toplumları, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularını kullanacak bir güç ve özgürlüğe kavuşurlar ve o zaman lüzumlu ve yararlı görürlerse, çağın gereklerine uygun birtakım uyuşma ve birleşme noktaları bulabilirler.
Şüphesiz, her devletin, her toplumun birbirinden karşılayabileceği ihtiyaçları vardır. Karşılıklı çıkarları olacaktır.
Tasarlanan bu bağımsız İslâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve 'falan ve filân İslâm devletleri' arasında şu veya bu ilişkiler kurulmuştur. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği şartlar içinde birlikte hareket sağlamak için, bütün İslâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis oluşturulacaktır.
'Birleşmiş olan İslâm devletleri bu meclisin başkanı tarafından temsil edilecektir' derlerse ve isterlerse, işte o zaman, o 'Birleşik İslâm devletine hilâfet ve ortak Meclis'in başkanlığına seçilecek zata da halife unvanını verirler."
Rahmetli Adnan Menderes, Ata'nın Nutuk'ta altını çizdiği görüşlerini devam ettirmek maksadıyla, 1958 senesinde, "Eğer isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz" demiş ve bir rivayet, 27 Mayıs'a giden süreç bu açıklamadan sonra başlamıştır.
Hilafet bahsinin Atatürk'ün bıraktığı ve gizliliği halen muhafaza edilen vasiyetnamesinde de yer aldığını söyleyen pek çok araştırmacı vardır.
1988'de açıklanması gereken vasiyetnamenin, Kenan Evren'in talimatıyla 25 sene daha gizlenmesine karar verildiğini belirten Aytunç Altındal, Mustafa Kemal'in vasiyetteki hilafet projesini şöyle aktarır:
"Atatürk'ün hilafet sisteminde, İslam ülkeleri aralarında Şûra oluştururlar. Beş ülkeyi daimi yönetici seçerler, meclisleri sırayla hilafet makamını temsil eder şeklinde…"
Sonuç olarak hilafet, Atatürk'ün ömrü vefa etseydi hayata geçireceği ve İslam devletlerini birleştirmek için kullanacağı bir sistem ve yol olacaktı.
Tekrar edelim ki; 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memalik-i Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'un 1. maddesi ne göre; "Halife halledilmiştir. Hilafet hükûmet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir.
Yani hilafet tamamen kaldırılmamış, hükûmete ve cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
Bunu, 10 Ocak 1921'de, 1. İnönü Savaşı'nın başladığı gün kaleme aldıkları muhtıra da da beyan ederler:
"… Hilafet ve saltanat makamı ve bu yüce makamda oturan zat-ı hümayun, Büyük Millet Meclisi'nin kanunları dairesinde saklı ve korunmuştur.
İmza: Büyük Milllet Meclisi Reisi Mustafa Kemal."
Hilafetin arkasına sığınarak bundan dolayı Atatürk'ü dinsizlikle itham edenler son derece büyük bir İngiliz oyununun ve de ahiret vebalinin içindedirler.
Kaldı ki, bir Bektaşî olan Atatürk'ün, hilafetin Hz. Ali'nin hakkı olduğuna dair beyanları da vardır:
"… Vaktaki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler, Sıffin vakasında… Muaviye'nin askerleri Kur'an-ı Kerim'i mızraklarına diktiler ve Hz. Ali'nin ordusunda bu sûretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler.
İşte o zaman dine fesat, İslamlar arasında münaferet (ayrılık) girdi ve o zaman Hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı."
Siz Mustafa Kemal'in, Hz. Ali'nin olan halifeliği hakkı gasp edilerek Muaviye'nin aldığı inancından yola çıkarsanız, hilafetin mecliste mündemiç olması zaten hakkı olana verilmeyen hilafetin emanet edilmesi mânâsına da gelir.
Bu görüş O'nun inanç dünyasına da uygundur. Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
İlan edilen Cumhuriyet ile egemenlik millete geçmiş; hilafet de tek kişiye ait olmaktan çıkarılarak, Cumhuriyetin ve hükûmetin şahsında koruma altına alınmıştır.
Dediklerimizin ispatı Atatürk döneminde, 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'dur.
Bu kanunun 1. maddesi şöyledir: "Halife halledilmiştir. Hilafet hükûmet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir.
Yani hilafet tamamen kaldırılmamış; Meclis'e ve Cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
İzmit sinema binasında 19 Ocak 1923 tarihinde yaptığı mülakatta bağımsız İslam devletlerinin seçeceği halife-i müslimin hakkında şunları söyler:
"Bağımsız İslam hükûmetlerinin selahiyet sahibi delegeleri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve derlerse ki, Türkiye ile İran arasında, İran ile Afgan arasında, Mısır, Hint arasında veya bütün bunlar arasında şu veya bu münasebetler teessüs etmiştir.
Bu ortak münasebetleri muhafaza etmek için bu ortak münasebetlerin ihtiva ettiği şartlar dahilinde hareketi temin etmek için bütün İslam devletlerinin delegelerinden meydana gelen bir şûra teşekkül edecektir. Ve o şûranın bir riyaset makamı olacaktır. İşte o makama seçilecek olan zat halife-i müslimin olacak zattır."
Hilafet konusu Nutuk'ta bizzat Atatürk tarafından şöyle ele alınır:
"Ortaya atılan görüş şuydu: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diğer kıt'alarda yaşayan Müslüman toplumları, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularını kullanacak bir güç ve özgürlüğe kavuşurlar ve o zaman lüzumlu ve yararlı görürlerse, çağın gereklerine uygun birtakım uyuşma ve birleşme noktaları bulabilirler.
Şüphesiz, her devletin, her toplumun birbirinden karşılayabileceği ihtiyaçları vardır. Karşılıklı çıkarları olacaktır.
Tasarlanan bu bağımsız İslâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve 'falan ve filân İslâm devletleri' arasında şu veya bu ilişkiler kurulmuştur. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği şartlar içinde birlikte hareket sağlamak için, bütün İslâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis oluşturulacaktır.
'Birleşmiş olan İslâm devletleri bu meclisin başkanı tarafından temsil edilecektir' derlerse ve isterlerse, işte o zaman, o 'Birleşik İslâm devletine hilâfet ve ortak Meclis'in başkanlığına seçilecek zata da halife unvanını verirler."
Rahmetli Adnan Menderes, Ata'nın Nutuk'ta altını çizdiği görüşlerini devam ettirmek maksadıyla, 1958 senesinde, "Eğer isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz" demiş ve bir rivayet, 27 Mayıs'a giden süreç bu açıklamadan sonra başlamıştır.
Hilafet bahsinin Atatürk'ün bıraktığı ve gizliliği halen muhafaza edilen vasiyetnamesinde de yer aldığını söyleyen pek çok araştırmacı vardır.
1988'de açıklanması gereken vasiyetnamenin, Kenan Evren'in talimatıyla 25 sene daha gizlenmesine karar verildiğini belirten Aytunç Altındal, Mustafa Kemal'in vasiyetteki hilafet projesini şöyle aktarır:
"Atatürk'ün hilafet sisteminde, İslam ülkeleri aralarında Şûra oluştururlar. Beş ülkeyi daimi yönetici seçerler, meclisleri sırayla hilafet makamını temsil eder şeklinde…"
Sonuç olarak hilafet, Atatürk'ün ömrü vefa etseydi hayata geçireceği ve İslam devletlerini birleştirmek için kullanacağı bir sistem ve yol olacaktı.
Tekrar edelim ki; 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memalik-i Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'un 1. maddesi ne göre; "Halife halledilmiştir. Hilafet hükûmet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir.
Yani hilafet tamamen kaldırılmamış, hükûmete ve cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
Bunu, 10 Ocak 1921'de, 1. İnönü Savaşı'nın başladığı gün kaleme aldıkları muhtıra da da beyan ederler:
"… Hilafet ve saltanat makamı ve bu yüce makamda oturan zat-ı hümayun, Büyük Millet Meclisi'nin kanunları dairesinde saklı ve korunmuştur.
İmza: Büyük Milllet Meclisi Reisi Mustafa Kemal."
Hilafetin arkasına sığınarak bundan dolayı Atatürk'ü dinsizlikle itham edenler son derece büyük bir İngiliz oyununun ve de ahiret vebalinin içindedirler.
Kaldı ki, bir Bektaşî olan Atatürk'ün, hilafetin Hz. Ali'nin hakkı olduğuna dair beyanları da vardır:
"… Vaktaki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler, Sıffin vakasında… Muaviye'nin askerleri Kur'an-ı Kerim'i mızraklarına diktiler ve Hz. Ali'nin ordusunda bu sûretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler.
İşte o zaman dine fesat, İslamlar arasında münaferet (ayrılık) girdi ve o zaman Hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı."
Siz Mustafa Kemal'in, Hz. Ali'nin olan halifeliği hakkı gasp edilerek Muaviye'nin aldığı inancından yola çıkarsanız, hilafetin mecliste mündemiç olması zaten hakkı olana verilmeyen hilafetin emanet edilmesi mânâsına da gelir.
Bu görüş O'nun inanç dünyasına da uygundur. Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.