Atalarımız ne güzel söylemişler. Okula, camiye ve kışlaya siyaset girmez. Girmemelidir. Ancak AKP döneminde gördüğümüz kadarıyla gittikçe artan biçimde ilk önce ilköğretim okullarına, sonra orta öğretim okullarına ve son olarak yükseköğrenim okullarına siyaset gittikçe artan biçimde sokulmuştur.
Okul müdürleri, yöneticiler, öğretmenler ve idareciler belli bir siyasi görüşün sanki uygulayıcısı gibi görev yapmaya başlamışlardır. Burada esas amaç kendilerine göre kafası kıyak gençlik değil, milli manevi değerlere saygılı dindar gençlik yetiştirmek istekleridir. Ancak son yapılan araştırmalarda imam hatip okulları dahil dindar gençlik yerine deist ve ateist bir gençlik yetişmekte olduğu net biçimde karşımıza çıkmaktadır. Nitekim öğrenciler arasında yapılan araştırmalarda deizm ve ateizmin gittikçe artan oranda olduğu görülmektedir.
Daha önce hastalarım ve yakınlarım "nasılsınız hocam" dedikleri zaman, memleketin halinden daha iyiyim diyerek kendimi avutuyordum.
Ancak İstanbul Üniversitesi'nin bölünmesi sırasında ve atanmış rektörün bu bölünmeye karşı çıkmaması sırasında bir konuşma yapmıştım. Fakültemiz bahçesinde dekanlığın bir pankartı mevcuttu. Bu pankartta işimiz ilim üretmek, siyaset değil diye yazıyordu. Ben de evet işimiz ilim üretmek ama siyaset bizim işimize karışıyor, nasıl siyasilere karşı çıkmayalım diye tepki göstermiştim.
Orada siyasetin bir mikrop olarak üniversiteye girdiğini ve bu mikrobun enfeksiyon yapıp yayılarak bütün üniversiteyi hasta edeceğini ifade etmiştim. Ve siyasetin girdiği yerde değil ilim üretmek ot bile üretilemez diye söylemiştim. Nitekim de İstanbul Üniversitesi ikiye bölündüğünden beri dünyadaki ilk 500 üniversitedeki yerini kaybetti ve bilimsel yayınları ve araştırmaları düşme gösterdi.
Üniversite rektörlük seçiminde adayların ilk 5'i içinde en yüksek oyu alan değil, Cumhurbaşkanı'nın seçtiği aday rektör olarak atanmaktadır. Bu da bize mahalleli vatandaşın kendi muhtarını seçmesine rağmen, üniversite hocalarının idare edecek, yönetecek rektörün seçimini kendi iradeleriyle değil Cumhurbaşkanı'nın iradesine göre seçilecek olduğunu bize göstermektedir.
Bu durum da öğretim üyelerinin kendi rektörünü seçememesine yol açmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı'nın seçtiği rektör öğretim üyelerinin oylarıyla değil Cumhurbaşkanı'nın himayesiyle seçilmesi Cumhurbaşkanı'na bir aidiyet hissetmektedir. Bu nedenle üniversitenin gelişmesinden ziyade Cumhurbaşkanı'nın direktifleri, önerileri ve talimatlarıyla görev yapmak durumunda olduğunu hissetmektedir. Yani artık bir yükseköğrenim kurumunun rektörü değil, bir okulun atanmış müdürü statüsündedir. Dolayısıyla üniversitesinin ilerlemesinden ziyade Cumhurbaşkanı'nın emirlerini yerine getiren bir memur zihniyetiyle görevini yapmaktadır.
Nitekim Üniversite'ye alınacak öğretim üyeleri, eğitim faaliyetleri, araştırma geliştirme faaliyetleri artık ilim ve bilimden ziyade siyasetin emrinde bir eğitim kurumu olarak görev yapmaktadır.
Siyasetin girdiği yerde menfaat, siyasi ideoloji ve belli grupların çıkarları söz konusu olduğu için özgürce bir bilim üretmek artık mümkün değildir. Orada seçilmiş olan öğretim üyeleri kendi üniversitesinden ziyade o siyasi ideolojinin bir aracısı ve uygulayıcısı durumunda kullanılır hale gelir.
Hâlbuki üniversiteler bilimsel, sosyal, siyasal, ekonomik konularda gerek topluma gerek ülkeye gerekse hükümete ve devlete yol gösterici araştırmalar ve geliştirmeler, fikirler ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyeti'ni muasır devletler seviyesine çıkartmak için uğraşan kurumlardır.
Eğer bilim adamını siz siyasilerin emrine verirseniz onlar da aynı diğer memurlar gibi bilim, fikir üretmek yerine kendisine verilen talimatları yerine getirmeyi görev bilirler. Eğer bu talimatlar yerine getirilmediği takdirde bu bilim insanları gerek makamlarından, gerekse görev yerinden alınacaklarını bilirler ve ona göre çalışırlar. Dolayısıyla topluma yol gösteremezler ve Türkiye'yi aydınlık bilimsel bir seviyeye yükseltemezler.
(Devam edecek…)
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021