Yıllardır siyasi arenada, meydanlarda, medyada malum kesim, Lozan için 'hezimettir' dedi, diyor.
Bizlerde ısrarla, kimin için 'Lozan hezimettir' sorusunu soruyorduk.
En net, en taze cevapları Murat Karayılan, Mesut Barzani, DEM'li vekiller verdi: 'Sevr'de verilen haklar Lozan'da elimizden alındı. Lozan, bizim için hezimettir'.
Aldınız mı cevabı? Rabbim nasılda, eli kanlı teröristlerle aynı safa soktu sizleri!
Ama hala akıllanmayanlar var! 'Lozan kutsal metin değilmiş, değiştirilebilirmiş' diyorlar.
Evet, Lozan, kutsal metin değildir. Lozan, milli metindir. Milli metinlerine sahip çıkamayanlar, kutsal metinlerini okuyacak vatan bulamaz.
Lozan başka kimler için hezimettir?
Winston Churchill; "Türklerin yeniden Avrupa'ya girmeleri müttefikler için en kötü aşağılanmadır. Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye'deki kadar tam olmamıştı… Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin yaşamını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir."
İngiltere Başbakanı Lloyd George; "Lozan uygarlığın başarısızlığıdır. Her şey sona erince İsmet'in gülümsemesine şaşmamalıdır. Ankara'dan alınan haberlere göre barış orada büyük bir Türk zaferi olarak karşılanmıştır ve gerçekten de öyledir."
ABD'li diplomat, James Gerard: "Lozan'da, Hıristiyan medeniyeti çarmıha gerilmiştir."
İngiliz Diplomat Sir Andrew Ryan: "Lozan'da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu anlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür."
TIME Dergisi: "Lozan Antlaşması, Türkiye'yi yaka paça Avrupa'dan atmak yerine Avrupa'yı, Türkiye'den atmıştır."
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon; "Bütün bu reddettiklerinizi bugün cebime koyuyorum. Yarın birer birer çıkarıp sizlere ödeteceğim."
İşte Lord Curzon'nun çocukları ve ondan beslenenler Lozan'a 'hezimet' diyorlar.
Peki, Atatürk Lozan için ne diyordu?
"Efendiler! İki dönemli olup 8 ay süren Lozan konferansı ve sonucu dünyaca bilinmektedir.
Bir süre Ankara'da, Lozan konferansı görüşmelerini izledim. Görüşmeler ateşli, tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu sonuçlar görünmüyordu.
Ben bunu çok doğal buluyordum. Çünkü Lozan Barış masasında söz konusu edilen sorunlar yalnız üç, dört senelik yakın geçmişe bağlı ve bununla sınırlı kalmıyordu, yüzyıllık hesaplaşmalar görülüyordu.
Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak elbette o kadar engelsiz ve kolay olmayacaktı.
Efendiler!
Bilinir ki, Yeni Türk devletinin yerini aldığı Osmanlı devleti eski antlaşmalar adı altında bir takım kapitülasyonların tutsağıydı.
Hıristiyan halkın birçok ayrıcalıkları ve öncelikleri vardı. Osmanlı devleti, Osmanlı memleketinde bulunan yabancılara yargılama yetkisini uygulayamazdı.
Osmanlı yurttaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan almaktan engellenmiş bulunuyordu.
Devletin varlığını kemiren kendi içindeki azınlıklara karşı önlemler alması mümkün değildi.
Osmanlı devleti, kendisini kuran temel topluluğun Türk Milletinin insanca yaşamasını sağlayacak yollara başvurmaktan da engellenmişti.
Memleketi bayındırlaştıramaz, demiryolu yaptıramazdı. Okul yaptırmakta bile özgür değildi. Bu gibi durumlarda hemen yabancılar işe karışırdı.
Osmanlı padişahları ve yakınları büyük görkem içinde yaşamlarını sağlamak için memleket ve milletin bütün varlık kaynaklarını kuruttuktan sonra milletin her türlü gelirini karşılık göstererek ve devletin haysiyet ve onurunu ayaklar altına alarak birçok borçlanma anlaşmaları yapmışlardır.
O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini ödeyemeyecek duruma düşmüş, dünya gözünde iflas etmiş sayılmıştı.
Efendiler! Mirasçısı olduğumuz Osmanlı devletinin, dünya gözünde hiçbir değeri erdemi ve onuru kalmamıştı.
Uluslararası haklardan dışlanmış sanki ona başkaları sahip çıkmış ve korumaya muhtaç olmuş sayılıyordu.
Geçmişteki yersiz hoşgörüleri, yanılgıları yapan biz olmadığımız halde aslında yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmaması gerekirken, bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü.
Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine kavuşturmak için bu güçlükleri ve özverilere de katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti.
Ben sonucun yüzde yüz bizden yana olacağına güveniyordum. Türk Milletinin varlığı için bağımsızlığı için egemenli için ne olursa olsun elde edip, sağlamak zorunda olduğu esasların dünyaca tanınacağından hiç kuşkum yoktu.
Çünkü gerçekte bu esaslar güçle ve hak edilişle fiili olarak zaten elde edilmişti.
Konferans masasında izlediğimiz, gerçekte elde edilmiş olan konuların yöntemine göre yazılıp onaylanmasından başka bir şey değildi.
İsteklerimiz açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka haklarımızı koruyup, sağlama almak için gücümüzde vardı, kuvvetimiz de yeterliydi.
En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız milli egemenliğin bize kavuşmuş ve onu fiili olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimiz uygulamalarla kanıtlamış olmamızdır…" (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh; 785, Nutuk (Ren yayınları) sh; 609)
Bizlerde ısrarla, kimin için 'Lozan hezimettir' sorusunu soruyorduk.
En net, en taze cevapları Murat Karayılan, Mesut Barzani, DEM'li vekiller verdi: 'Sevr'de verilen haklar Lozan'da elimizden alındı. Lozan, bizim için hezimettir'.
Aldınız mı cevabı? Rabbim nasılda, eli kanlı teröristlerle aynı safa soktu sizleri!
Ama hala akıllanmayanlar var! 'Lozan kutsal metin değilmiş, değiştirilebilirmiş' diyorlar.
Evet, Lozan, kutsal metin değildir. Lozan, milli metindir. Milli metinlerine sahip çıkamayanlar, kutsal metinlerini okuyacak vatan bulamaz.
Lozan başka kimler için hezimettir?
Winston Churchill; "Türklerin yeniden Avrupa'ya girmeleri müttefikler için en kötü aşağılanmadır. Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye'deki kadar tam olmamıştı… Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin yaşamını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir."
İngiltere Başbakanı Lloyd George; "Lozan uygarlığın başarısızlığıdır. Her şey sona erince İsmet'in gülümsemesine şaşmamalıdır. Ankara'dan alınan haberlere göre barış orada büyük bir Türk zaferi olarak karşılanmıştır ve gerçekten de öyledir."
ABD'li diplomat, James Gerard: "Lozan'da, Hıristiyan medeniyeti çarmıha gerilmiştir."
İngiliz Diplomat Sir Andrew Ryan: "Lozan'da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu anlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür."
TIME Dergisi: "Lozan Antlaşması, Türkiye'yi yaka paça Avrupa'dan atmak yerine Avrupa'yı, Türkiye'den atmıştır."
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon; "Bütün bu reddettiklerinizi bugün cebime koyuyorum. Yarın birer birer çıkarıp sizlere ödeteceğim."
İşte Lord Curzon'nun çocukları ve ondan beslenenler Lozan'a 'hezimet' diyorlar.
Peki, Atatürk Lozan için ne diyordu?
"Efendiler! İki dönemli olup 8 ay süren Lozan konferansı ve sonucu dünyaca bilinmektedir.
Bir süre Ankara'da, Lozan konferansı görüşmelerini izledim. Görüşmeler ateşli, tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu sonuçlar görünmüyordu.
Ben bunu çok doğal buluyordum. Çünkü Lozan Barış masasında söz konusu edilen sorunlar yalnız üç, dört senelik yakın geçmişe bağlı ve bununla sınırlı kalmıyordu, yüzyıllık hesaplaşmalar görülüyordu.
Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak elbette o kadar engelsiz ve kolay olmayacaktı.
Efendiler!
Bilinir ki, Yeni Türk devletinin yerini aldığı Osmanlı devleti eski antlaşmalar adı altında bir takım kapitülasyonların tutsağıydı.
Hıristiyan halkın birçok ayrıcalıkları ve öncelikleri vardı. Osmanlı devleti, Osmanlı memleketinde bulunan yabancılara yargılama yetkisini uygulayamazdı.
Osmanlı yurttaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan almaktan engellenmiş bulunuyordu.
Devletin varlığını kemiren kendi içindeki azınlıklara karşı önlemler alması mümkün değildi.
Osmanlı devleti, kendisini kuran temel topluluğun Türk Milletinin insanca yaşamasını sağlayacak yollara başvurmaktan da engellenmişti.
Memleketi bayındırlaştıramaz, demiryolu yaptıramazdı. Okul yaptırmakta bile özgür değildi. Bu gibi durumlarda hemen yabancılar işe karışırdı.
Osmanlı padişahları ve yakınları büyük görkem içinde yaşamlarını sağlamak için memleket ve milletin bütün varlık kaynaklarını kuruttuktan sonra milletin her türlü gelirini karşılık göstererek ve devletin haysiyet ve onurunu ayaklar altına alarak birçok borçlanma anlaşmaları yapmışlardır.
O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini ödeyemeyecek duruma düşmüş, dünya gözünde iflas etmiş sayılmıştı.
Efendiler! Mirasçısı olduğumuz Osmanlı devletinin, dünya gözünde hiçbir değeri erdemi ve onuru kalmamıştı.
Uluslararası haklardan dışlanmış sanki ona başkaları sahip çıkmış ve korumaya muhtaç olmuş sayılıyordu.
Geçmişteki yersiz hoşgörüleri, yanılgıları yapan biz olmadığımız halde aslında yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmaması gerekirken, bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü.
Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine kavuşturmak için bu güçlükleri ve özverilere de katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti.
Ben sonucun yüzde yüz bizden yana olacağına güveniyordum. Türk Milletinin varlığı için bağımsızlığı için egemenli için ne olursa olsun elde edip, sağlamak zorunda olduğu esasların dünyaca tanınacağından hiç kuşkum yoktu.
Çünkü gerçekte bu esaslar güçle ve hak edilişle fiili olarak zaten elde edilmişti.
Konferans masasında izlediğimiz, gerçekte elde edilmiş olan konuların yöntemine göre yazılıp onaylanmasından başka bir şey değildi.
İsteklerimiz açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka haklarımızı koruyup, sağlama almak için gücümüzde vardı, kuvvetimiz de yeterliydi.
En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız milli egemenliğin bize kavuşmuş ve onu fiili olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimiz uygulamalarla kanıtlamış olmamızdır…" (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh; 785, Nutuk (Ren yayınları) sh; 609)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Baba devlet / 07.06.2025
- Adalet varsa zulüm, zulüm varsa adalet yoktur / 06.06.2025
- Asıl kurban: Nefsin kurbanıdır / 05.06.2025
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Her şey 31 Mart 2019’da mı başladı? / 01.06.2025
- Kiminin ahtapotu kiminin de turpu / 31.05.2025
- Beytülmal kavramı yine dillerde / 30.05.2025
- Anayasa değişikliği neden isteniyor / 29.05.2025
- Verin yetkiyi ve fazla abartmayın / 28.05.2025
- Adalet varsa zulüm, zulüm varsa adalet yoktur / 06.06.2025
- Asıl kurban: Nefsin kurbanıdır / 05.06.2025
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Her şey 31 Mart 2019’da mı başladı? / 01.06.2025
- Kiminin ahtapotu kiminin de turpu / 31.05.2025
- Beytülmal kavramı yine dillerde / 30.05.2025
- Anayasa değişikliği neden isteniyor / 29.05.2025
- Verin yetkiyi ve fazla abartmayın / 28.05.2025