Fransa'da gittikçe büyüyen şiddet olayları bütün Avrupa hükümetlerinde alarm niteliği taşımakta. Çünkü bu olaylar, yabancıları hakir gören ve onlara saatli terörist bombalar gibi bakan eğilimlerin tırmanışa geçmesinin beklenen bir sonucu. Bu üzücü olaylara katılanların sadece yarısı Müslüman. Çünkü yabancılara yönelik süre- gelen kışkırtmalar uyruk, ırk, din ayrımı yapmamakta ve istisnasız herkesi hedef almakta. 11 Eylül olaylarından sonra Avrupa, İslam dini ve mensuplarına karşı alçakça saldırılara sahne oldu. Müslümanlar gerek bazı art niyetli medya gerekse onları dünyadaki bütün terör olaylarının sorumlusu olarak göstermek isteyen hükümetlerin çıkardığı yasalarla faşist kampanyaların hedefi haline geldi. Müslümanlara baskı uygulandı Solcu olması ve göçmenlere karşı daha anlayışlı olması öngörülen Britanya İşçi Partisi hükümeti 7 Temuz terör olaylarının ardından sivil ve ifade özgürlüklerini sınırlayan yeni yasalar çıkararak Müslümanlara karşı en sert önlemleri uyguladı. Müslüman insan herhangi bir vatandaştan veya başka bir mülteciden daha fazla polis soruşturmasına ve takibine maruz kaldı. Çünkü o sadece Müslümandı. O, örgütü ve cemiyeti için af dilemeli, dünyadaki her terör olayından dolayı özür dilemeliydi. Fransa'da hor görülmüş, alçaltılmış aç insanların intifadası bu. Berlin, Frankfurt, Amsterdam, Londra hatta Stockholm'e uzanacak bir intifada. Irkçı aşırı sağ bu hoşgörülü ülkenin yüzünü lekeledi. Fransa yanıyor çünkü oradaki siyasiler göçmenlerin sorunlarını görmezlikten geldiler, oy elde etmek ve iktidara gelmek için aşırı sağın birçok tezini baz aldılar. Şimdi bu olaylardan sonra yine İçişleri Bakanı Sarkozy ile Başbakan de Villepin arasında başkanlık seçimleri kampanyaları erken başladı. Bu kargaşa eylemlerine katılanların büyük oranının yasalara karşı çıkanlar olduğunu, Fransa hükümetinin bu olaylara karışanlara karşı koyma hakkı olduğunu biliyoruz. Çünkü kimse kanunun üstünde olamaz. Fakat niye Fransız siyasileri, başkenti yıllarca saran fakirlik şeridine sessiz kaldı? Şiddet ve yıkım, seçim sandıkları ve bağımsız yargının olduğu ülkelerde ideal bir yöntem değil. Ama İçişleri Bakanı Sarkozy, çetelerden kurtarmak için gittiği semtlerde niçin onları süprüntü diye niteliyor ve genelleştirmeye giden, horgören bir bakış açısını yansıtan küstahça bir dil kullanıyor? Entegrasyon sağlanamıyor Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 'Fransa tek bir millettir' diyerek berrak bir söylem temelinde seçimleri kazandı. Fakirlik ve açlık intifadası sonrası bu söylemin hiçbir mana ifade etmemesini anlamış değiliz. Avrupa, birlikte yaşama ve entegrasyonun kolay olduğu toplumlar oluşturmakta başarısız oldu. Başarısız oldu çünkü bu konuyla ilgili ciddi bir çalışma yapılmadı. Yetkililer sadece sözlerle yetindi. Siyasiler orada sınırlandırılmış yabancı kuşağın olduğunu sadece seçim kampanyaları sırasında öğrendiler. Bütün vaatler buharlaştı ve ıstırap devam etti. Cezayir asıllı bakanın durumu Cezayir asıllı Fransız bir bakan Arap olduğu için ABD'deki havaalanlarında hakarete maruz kalıyor ve biz Fransa'dan Washington'daki elçisini çektiğini duyamıyoruz. Bu kişi Sarkozy olsaydı dünya ayağa kalkardı. Avrupa, adı renkkörlüğü olan bir hastalık yaşıyor. Çoğu siyasetçinin tercihi beyaz. Siyah, yeşil veya sarı ise nefret edilen renkler. Baskıcı diktatör rejimlerden kaçarak, eşitlik ve demokrasi için Avrupa'ya geldik. Şimdi baskı ve ayırımcılığa doğru giden farklı bir Avrupa'yla karşı karşıyayız. Olaylar Fransa'da duracak ancak bıraktığı toplumsal ve psikolojik bölünmeler uzun süre kalacak. Ta ki Fransız hükümeti ciddi şekilde ne yapması gerektiğini anlayana dek. El Kuds El Arabi gazetesi/ ABDULBARİ ATWAN
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.