Doğu Akdeniz politikasında Türkiye her geçen gün daha da yalnızlaşıyor.
AB ülkeleri ve ABD açık bir şekilde Türkiye'ye karşı, Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin yanında yer aldılar. Esasen Doğu Akdeniz'den çıkarttıkları doğalgaza ne Yunan gazı ne de Rum gazı diyorlar. İsrail gazı olarak isimlendirilmesi Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilimin arkasında hangi iradenin olduğunu göstermektedir.
Yani AB ve ABD, Yunan ve Rum'un safında değil, İsrail'in safında yer alıyorlar.
Yunan ve Rum ise sadece birer piyon… Bu gerçekleri görmediğimiz müddetçe emin olun ki, Doğu Akdeniz krizini asla yönetemeyiz; hepsi üzerimize çullanırlar ve her türlü baskı unsurunu kullanarak istedikleri tavizleri alırlar.
Ne 1920'lerin "bağımsız" Türkiye'siyiz ne de başımızda, "bağımsızlık benim karakterimdir" duruşuna sahip Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider var.
Yani masabaşında yeni bir Lozan zaferi kazanamayız, bilakis Lozan'da elde ettiğimiz bütün kazanımları tek tek kaybederiz.
Bu temel tespitlerden sonra Bloomberg'in dün yayınladığı ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikasını yakından ilgilendiren çok önemli bir habere odaklanalım.
Bloomberg'in haberinde, kaosun ve şiddetin yıllardır bitmek bilmediği Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayez el-Sarrac'ın istifa etmeye hazırlandığı belirtildi.
Bloomberg'e konuşan yetkililer, Sarrac'ın istifa edeceği fakat geçiş döneminde gelecek ay Cenevre'de yapılacak müzakereler için geçici olarak görevini sürdüreceğini dile getirdi.
Libya'nın doğusunu kontrol altına alan Hafter'e karşı Türkiye'nin desteklediği Sarrac, Haziran ayında ülkenin başkenti Trablus'u ele geçirmişti. Fakat o dönemden itibaren Sarrac, bölgede siyasi bir gerilimle ve yolsuzluk karşıtı hareketle karşı karşıya kaldı.
Sarrac'ın istifa ederek üzerindeki baskıyı azaltması bekleniyor.
İsmini açıklamayan dört yetkili, Sarrac'ın bu planı Libyalı ve yabancı partnerleriyle görüştüğünü ve istifa duyurusunu bu haftanın sonunda vereceğini duyurmayı planladığını açıkladı.
Türkiye, Libya'da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Kasım 2019'da deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması yapmıştı. Anlaşmaya binaen Türkiye, Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne askeri danışmanlık hizmeti vermeyi sürdürüyordu.
Bu stratejik ilişkileri geliştirmek ve için Sarrac bu ayın başında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelmişti. İletişim Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Görüşmede, Türkiye'nin Libya'daki meşru hükümet ile imzaladığı mutabakat muhtıraları çerçevesinde hayata geçirilen iş birliklerini güçlendirecek hususlar ile Türkiye'nin ve Libya'nın Doğu Akdeniz'deki haklarını koruyacak adımlar da değerlendirilmiştir" açıklaması yapılmıştı.
Bugün, Doğu Akdeniz politikasında tek anlaşma yapabildiğimiz Sarrac hükümetinin de istifa edeceği konuşuluyor. Doğu Akdeniz politikamızı bir kulpa bağladık ama o da maalesef kopmak üzere… Esasen bu yaşadığımız yalnızlık bugüne kadar siyasilerimizin uyguladıkları yanlış politikaların doğal bir sonucudur.
Doğu Akdeniz'deki "en zayıf halka" olmasına rağmen Sarrac ile yapılan mutabakat doğruydu ama bu anlaşmaya kadar yapacağımız o kadar doğrular vardı ki, hepsini elimizin tersiyle ittik, elimizdeki mükemmel fırsatları altın tepside düşmanlarımıza sunduk.
Şimdi zayıf olan bu son halkayı da kaybediyoruz. Peki, nedir yapılan yanlışlar?
2011'de Libya lideri Kaddafi'nin devrilmesine katkı sağladık. Hatta Libya'ya müdahale merkezi Türkiye oldu. Halbuki Kaddafi Türkiye'nin dostuydu, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda bize destek olan tek ülkeydi. Onunla çok rahat münhasır alan anlaşması imzalayabilirdik.
2000'li yılların başında Suriye ile hiçbir sorunumuz yoktu. Ortak bakanlar kurulu toplantıları düzenleniyordu. Sırf ABD ve İsrail istiyor diye düşman olduk. Halbuki o dönemlerde Suriye ile münhasır alan anlaşması yapabilirdik.
Hüsnü Mübarekli Mısır'la hiçbir sorunumuz yoktu, onunla münhasır alan anlaşması yapabilirdik. Sisi ile düşman olmamızın da hiçbir gereği yoktu. Onunla da bu anlaşmayı yapabilirdik. Düşmanlık etmeyi tercih ettik ve Mısır'ı, Yunan'ın ve Rum'un safına ittik.
Lübnan'la bugüne kadar kırk defa münhasır alan anlaşması imzalayabilirdik, yapmadık.
KKTC'yi tüm dünyada tanınmasına gayret edebilirdik, bu konuda en ufak bir çalışma yapmadık.
Her şeyden önemlisi, bütün bu doğru politikaları uygulamamızı sağlayacak Prof. Dr. Haydar Baş Bey'i ve Bağımsız Türkiye Partisi'ni (BTP) hep görmezden geldik. Halbuki Prof. Dr. Baş, bu konuşlarda her zaman yerinde ve doğru çözümler önümüze koymuştu.
Prof. Dr. Baş fırsatını kaçırdık ama O'nun yetiştirdiği, O'nun ayak izlerine basarak yürüyen BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş fırsatını asla kaçırmayalım ki, tutunduğumuz dallar bir bir kırılmasın, yalnızlık kaderimiz olmasın; bölgemizde ve dünyada söz sahibi olalım.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024