Siyasi bilimciler derler ki; "diploması silahsız savaştır, savaş silahlı diplomasidir." Bundan dolayı, çağımızın askeri, askerlik kadar diplomasi ve ekonomiyi bilmelidir. Ekonomiyi de diyoruz, çünkü savaş Sosyolojisi adlı kitabın yazarı Doç.Dr.Mikdat Çakır, bu konu ile ilgili şunları söylemektedir: "Ekonomik durgunluk veya çöküşlerin ulusal bağımsızlığın en büyük tehditi olduğu unutulmamalıdır. Yeni beşinici kol faaliyetlerinin uygulama alanlarının daha zok ticari ilişkilerle kamufle edildiği unutulmamalıdır. Hiç silah kullanılmadan bir ülkenin sanayii, tarımı, turizmi, eğitimi ele geçirilebilir." Türkiye, son yıllarda bunları yaşamadı mı, yaşamıyor mu?
Ne yazık ki, Türkiye, ekonomik savaştan dah tehlikeli ve daha öldürücü olan psikolojik savaşta yenildi. Bu yenilginin sonucudur ki, Kıbrıs gibi en haklı ve en güçlü olduğumuz davamızı kaybetmek üzereyiz.
Maalesef, "Türkler savaşta kazanır, masa başında kaybeder" sözü bir kede daha tecelli ediyor. Tabiri caizse, silahsız ir savaşta tekrar yeniliyoruz.
Bu duruma nasıl, hangi yol ve yöntemle geldik, ona bakmak gerekir. Bilindiği gibi, diplomasi literatüründe kamu diplomasisi diye yeni bir kavram yer aldı. Kamu diplomasisinde hedef, düşman ilan edilen ülkenin halkıdır, halkın psikolojisidir. Kamu diplomasisinin safhaları vardır. Birinci afha, halkın dini ve milli değerlere karşı duyarsızlaştırılmasıdır. Türkiye'de bu, en dindar en millici bilinen kişiler vasıtasıyla en kapsamlı bir şekilde uygulandı.
Hatırlayacaksınız, hiç ummadığımız kişilerden şu sözleri duyar olduk. "Vatan nedir, bir avuç toprak değil mi? Paran varsa dünyanın en güzel yerinden ev ve yer almıyor musun? Öyleyse vatan paradır. Bayrak da ne? Bir bez parçası. İnsan onun için ölür mü?". İşte bu ve buna benzer propagandalarla halkımızın bir kısmı duyarsızlaştırıldı. Bu propagandaların yapıldığı yıllarda BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar BAŞ, bas bas bağırdı. Vatanın, bayrağın, sancağın önemini ve bu gidişatın tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştı.
Bundan sonra ikinci safha, bıktırma safhası başlatıldı. "Yahu kardeşim, bu ülkede yaşanmaz. Türk vatandaşlığından çıkmak gerekir. Bizden adam olmaz. Biz bu işleri yapamayız" gibi sözler ulu orta söylendi. Öyle ki, halkı uyarması gerekenler bile bu rüzgara kapıldı. Bunu yıldırma safhası takip etti. Yıldırma safhasının propaganda sözleri şunlardı: "Boş ver arkadaş, biz herşeyi zaten kaybettik. Adamlar bak neler neler yapıyor, sen onlara ulaşabilir misin? Biz borçlu bir ülkeyiz, onların dediğini yapmak zorundayız. Milli nutuklar karın doyurmuy. İnsanlar aç geziyor". Bu safhadan sonra geriye teslimiyet bayrağını çekmek kalıyor.
Üzülerek ifade edelim ki, bu kamu diplomasısı, bir başka deyişle bu psikolojik savaş, Türkiye'de başarı ile uygulandı. Halkımızın bir kısmı ve özellikle idarecilerimiz tavırdır, yani "ver kurtul" tavrı.
Zavallılar zannediyorlar ki, Kıbrıs'ı verince kurtulacağız. Tam aksine verirsek değil, vermezsek kurtulacağız. Prof. Dr. Haydar Baş'ın dediği gibi, savaşta kaybedenlere dayatılan şartlar, askeri savaş kazanmış Türk milletine dayatılıyor. İdarecilerimiz de kuzu kuzu bunları kabul ediyor ve zafer kazandık diye de seviniyorlar.
Evet, silahlı savaşı kazandık, onbinlerce şehit vererek Kıbrıs'ı aldık. Soydaşlarımızın can, mal ve namus emniyetini sağladık. Ama ne hazin tecellidir ki, silahsız savaşta yeniliyoruz. Bir düğüm, bir kale olan Kıbrıs davasını kaybedersek, bunun ardı arkası keilmeyecektir. Bugüne kadar Kıbrıs'taki silahsız savşata yenilmeyen diplomatlarımız şöyle diyorlardı: "Kıbrıs davası, sadece Kıbrıs'ın değil, Türikye'nin ve hatta bütün Türk dünyasının varlık yokluk davasıdır". Bu dava erlerinden, meydanda yalnız KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş kaldı. Kendisine bu haklı ve soylu direnişte başarılar diliyoruz.
Ne yazık ki, Türkiye, ekonomik savaştan dah tehlikeli ve daha öldürücü olan psikolojik savaşta yenildi. Bu yenilginin sonucudur ki, Kıbrıs gibi en haklı ve en güçlü olduğumuz davamızı kaybetmek üzereyiz.
Maalesef, "Türkler savaşta kazanır, masa başında kaybeder" sözü bir kede daha tecelli ediyor. Tabiri caizse, silahsız ir savaşta tekrar yeniliyoruz.
Bu duruma nasıl, hangi yol ve yöntemle geldik, ona bakmak gerekir. Bilindiği gibi, diplomasi literatüründe kamu diplomasisi diye yeni bir kavram yer aldı. Kamu diplomasisinde hedef, düşman ilan edilen ülkenin halkıdır, halkın psikolojisidir. Kamu diplomasisinin safhaları vardır. Birinci afha, halkın dini ve milli değerlere karşı duyarsızlaştırılmasıdır. Türkiye'de bu, en dindar en millici bilinen kişiler vasıtasıyla en kapsamlı bir şekilde uygulandı.
Hatırlayacaksınız, hiç ummadığımız kişilerden şu sözleri duyar olduk. "Vatan nedir, bir avuç toprak değil mi? Paran varsa dünyanın en güzel yerinden ev ve yer almıyor musun? Öyleyse vatan paradır. Bayrak da ne? Bir bez parçası. İnsan onun için ölür mü?". İşte bu ve buna benzer propagandalarla halkımızın bir kısmı duyarsızlaştırıldı. Bu propagandaların yapıldığı yıllarda BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar BAŞ, bas bas bağırdı. Vatanın, bayrağın, sancağın önemini ve bu gidişatın tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştı.
Bundan sonra ikinci safha, bıktırma safhası başlatıldı. "Yahu kardeşim, bu ülkede yaşanmaz. Türk vatandaşlığından çıkmak gerekir. Bizden adam olmaz. Biz bu işleri yapamayız" gibi sözler ulu orta söylendi. Öyle ki, halkı uyarması gerekenler bile bu rüzgara kapıldı. Bunu yıldırma safhası takip etti. Yıldırma safhasının propaganda sözleri şunlardı: "Boş ver arkadaş, biz herşeyi zaten kaybettik. Adamlar bak neler neler yapıyor, sen onlara ulaşabilir misin? Biz borçlu bir ülkeyiz, onların dediğini yapmak zorundayız. Milli nutuklar karın doyurmuy. İnsanlar aç geziyor". Bu safhadan sonra geriye teslimiyet bayrağını çekmek kalıyor.
Üzülerek ifade edelim ki, bu kamu diplomasısı, bir başka deyişle bu psikolojik savaş, Türkiye'de başarı ile uygulandı. Halkımızın bir kısmı ve özellikle idarecilerimiz tavırdır, yani "ver kurtul" tavrı.
Zavallılar zannediyorlar ki, Kıbrıs'ı verince kurtulacağız. Tam aksine verirsek değil, vermezsek kurtulacağız. Prof. Dr. Haydar Baş'ın dediği gibi, savaşta kaybedenlere dayatılan şartlar, askeri savaş kazanmış Türk milletine dayatılıyor. İdarecilerimiz de kuzu kuzu bunları kabul ediyor ve zafer kazandık diye de seviniyorlar.
Evet, silahlı savaşı kazandık, onbinlerce şehit vererek Kıbrıs'ı aldık. Soydaşlarımızın can, mal ve namus emniyetini sağladık. Ama ne hazin tecellidir ki, silahsız savaşta yeniliyoruz. Bir düğüm, bir kale olan Kıbrıs davasını kaybedersek, bunun ardı arkası keilmeyecektir. Bugüne kadar Kıbrıs'taki silahsız savşata yenilmeyen diplomatlarımız şöyle diyorlardı: "Kıbrıs davası, sadece Kıbrıs'ın değil, Türikye'nin ve hatta bütün Türk dünyasının varlık yokluk davasıdır". Bu dava erlerinden, meydanda yalnız KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş kaldı. Kendisine bu haklı ve soylu direnişte başarılar diliyoruz.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018