PROF. DR. HAYDAR BAŞ BEY'İN 1998 YILINDA SN. FETHULLAH
GÜLEN'E YAZDI?I TARİHİ MEKTUP
(dünden devam)
3- Basında ve kamuoyunda müşahade ettiğimiz daha büyük bir yanlış ise, Hıristiyan din öncüleriyle yakınlıklar kurulması, karşılıklı dostluk mesajları gönderilmesi ve bu yolda birlik-beraberlik, işbirliği, iyi niyet havasının verilmek istenmesidir.
Hatta son günlerde çıkan bir haberden takip ettiğimize göre bir iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resûlü'nü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber'dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber demek nasıl mümkün olur? Belli ki bu demagojidir. Bu şahıs, muharref İncil'e dayalı teslis inancını taşıyan Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir?
Kaldı ki, küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir?
Kaldı ki küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir duayı meşru ve faziletli saymak da itikadî açıdan tehlikelidir. Bilindiği gibi itikadî konular son derece büyük bir önemi haizdir. Küçük bir açı farkı, vahim neticeler doğurabilir.
Sizden sadır olan küçük bir açı farkı, topluma genişleyerek yansır. Hıristiyanlarla tesis edilmiş gibi görünen samimiyet bağı, muhabbet havası ola ki, gençliğe "Hıristiyan da olunabilir" kanaatini verirse, bu hatanın tamiri mümkün olamaz. Kimse de bu vebali kaldıramaz. Bütün bunlar sizin ma'lumunuzdur.
Çok iyi biliniz ki, kelime-i tevhid ancak nübüvvetle tamamlanır. Allah Resûlü'nü inkar edenler, "Allah-u Ekber" kelimesinde nasıl samimi olabilirler?
Biz Hıristiyan veya diğer din mensuplarıyla görüşülmesin, irtibat kurulmasın demiyoruz. Ancak onlarla olan ilgi ve irtibat, Hakk'ı ketmetmemek ve açıkça söylemek şartıyla meşrudur. Yani tebliğ esastır.
Nitekim Allah Resûlü'nün o devrin Hıristiyanlarıyla olan görüşme ve münasebetleri, tam bir tebliğ örneği ve Hakk'ın beyanı şeklinde cereyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Âl-i İmran suresinin ilk seksen ayetini ve Meryem suresini ibretle inceleyiniz! İstirham ederim. Bakınız ilgili ayetler; Âl-i İmran (1-8, 18-32, 35-37, 42-51, 53-61, 62-64, 79-80, 85-86) ve Meryem (21-25).
Bakınız, şu ayet Hıristiyanlar hakkında inmiştir; "De ki: Allah'a ve Rasûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki, Allah kafirleri sevmez." (Âl-i İmran -32). "Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir olmuşlardır." (Maide-73) "Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler." (Al-i İmran -28)
Kaldı ki haham ve papazlarla işbirliği ihtiyacı nereden çıkmaktadır? Kimin için, neye ve kime karşı bir ve beraber olunacaktır? Ancak ilhad fikri ve ateizm öldüğüne göre bu taviz, bu tahribat, bu zillet nedendir?
Bu tutum insanlara Hıristiyanlığı normal ve meşru kabul etme hissiyatını verir ki, gençliğimiz, teknolojik üstünlüğü elinde tutan Hıristiyan dünyasına, Hıristiyanlık dinine meylederlerse bu vebali kim taşıyabilir?
Nitekim bütün şehirlerimizde ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir ve Adana gibi vilayetlerde gençlere İncil okutma faaliyetine başlanmıştır. Ve bilmekteyiz ki, asırlardır süren Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik faaliyetleri, özellikle günümüzde daha da organizeli ve sinsi bir şekilde hız kazanmıştır. Hâlâ tarihî haçlı taassubunda İstanbul, İzmir ve hatta Anadolu kurtarılmayı bekleyen işgal edilmiş topraklar olarak algılanıyor ve öğretiliyor.
İspanya'yı düşünün ki, 800 yıl yaşayan bir İslam medeniyetinden bugün bir iz bile bulamazsınız. Ehl-i küfrün hesabının ileriye dönük ve intikam dolu olduğunu asla unutmamalıyız. Sekiz asır Endülüs Müslümanlarının yaşadığı İspanya'da, bir tek Müslüman bırakılmamış, hepsi katledilmiştir. Halbuki İstanbul'un fethinin üstünden 545 yıl geçmiştir. Sırplar, Bosna'da katliam yaparken 'Hedefimiz İstanbul- Anadolu, hatta Horasan' diyorlardı; unutmayalım. Haçlı taassubunun doğurduğu kin, tarih boyunca hızından hiç bir şey kaybetmeden yaşatılmaktadır.
Son günlerde manevi ve dini değerler üzerinde çıkarılan tartışmalar sebepsiz değildir. Bu, uluslararası organizeli bir güç tarafından planlanmakta, bu hususta yerli uşaklar kullanılmaktadır. İyi bilelim ki hedef, sadece dinimiz değil, devletimiz ve hatta vatanımızdır.
Bir baskı ve yılgınlık hali sergilenmesi de anlamlı değildir. Zira zat-i âliniz hukuk dışı bir iş yapmıyorsunuz ki, korkup endişe edeceksiniz. Yaptığınız millete ve vatana hizmettir.
Kaldı ki siz, ne bir siyasi lidersiniz, ne de İslam namına seçilmiş bir temsilcisiniz. Her iki halde de böyle badirelere düşmenin anlamı yoktur. Nitekim biz, devlet ve millet kucaklaşmasıyla milli bütünlüğü temine çalışıyor, mevzuat ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeye gayret ediyoruz.
Biz, bu tartışma, istişare veya uyarıyı nefsanî bir hesapla ve de kötü örnek teşkil edecek şekilde kamuoyu önünde yapmıyoruz. 'Kol kırılır yen içinde...' denildiği gibi, bu bizim kardeşlik ve inanç beraberliğinden kaynaklanan görevimizdir.
Samimiyet, ihlas ve vefanıza inandığım kardeşim olarak, bu açık ve samimi düşünce ve uyarılarımı, edille-i şer'iyye ölçüleri ve hassas inancınız ve vicdanınızla kâmil anlamıyla değerlendirip, bir nefs muhasebesi yapacağınıza inanıyor, bu vesileyle tekrar kalbî muhabbetlerimi arz ediyorum. Allah'dan Sırat-ı Mustakim üzere daim bulunmanızı niyaz ediyorum".
Prof. Dr. Haydar BAŞ
GÜLEN'E YAZDI?I TARİHİ MEKTUP
(dünden devam)
3- Basında ve kamuoyunda müşahade ettiğimiz daha büyük bir yanlış ise, Hıristiyan din öncüleriyle yakınlıklar kurulması, karşılıklı dostluk mesajları gönderilmesi ve bu yolda birlik-beraberlik, işbirliği, iyi niyet havasının verilmek istenmesidir.
Hatta son günlerde çıkan bir haberden takip ettiğimize göre bir iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resûlü'nü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber'dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber demek nasıl mümkün olur? Belli ki bu demagojidir. Bu şahıs, muharref İncil'e dayalı teslis inancını taşıyan Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir?
Kaldı ki, küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir Hıristiyanlık ile yegâne hakkın kendisi olan İslam'ın hiçbir ortak yanı yoktur. Küfür ile hak, karanlık ile aydınlık nasıl ortak cihet taşıyabilir?
Kaldı ki küfürde olanların duası makbul olmadığı gibi, böyle bir duayı meşru ve faziletli saymak da itikadî açıdan tehlikelidir. Bilindiği gibi itikadî konular son derece büyük bir önemi haizdir. Küçük bir açı farkı, vahim neticeler doğurabilir.
Sizden sadır olan küçük bir açı farkı, topluma genişleyerek yansır. Hıristiyanlarla tesis edilmiş gibi görünen samimiyet bağı, muhabbet havası ola ki, gençliğe "Hıristiyan da olunabilir" kanaatini verirse, bu hatanın tamiri mümkün olamaz. Kimse de bu vebali kaldıramaz. Bütün bunlar sizin ma'lumunuzdur.
Çok iyi biliniz ki, kelime-i tevhid ancak nübüvvetle tamamlanır. Allah Resûlü'nü inkar edenler, "Allah-u Ekber" kelimesinde nasıl samimi olabilirler?
Biz Hıristiyan veya diğer din mensuplarıyla görüşülmesin, irtibat kurulmasın demiyoruz. Ancak onlarla olan ilgi ve irtibat, Hakk'ı ketmetmemek ve açıkça söylemek şartıyla meşrudur. Yani tebliğ esastır.
Nitekim Allah Resûlü'nün o devrin Hıristiyanlarıyla olan görüşme ve münasebetleri, tam bir tebliğ örneği ve Hakk'ın beyanı şeklinde cereyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Âl-i İmran suresinin ilk seksen ayetini ve Meryem suresini ibretle inceleyiniz! İstirham ederim. Bakınız ilgili ayetler; Âl-i İmran (1-8, 18-32, 35-37, 42-51, 53-61, 62-64, 79-80, 85-86) ve Meryem (21-25).
Bakınız, şu ayet Hıristiyanlar hakkında inmiştir; "De ki: Allah'a ve Rasûlüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki, Allah kafirleri sevmez." (Âl-i İmran -32). "Andolsun 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir olmuşlardır." (Maide-73) "Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler." (Al-i İmran -28)
Kaldı ki haham ve papazlarla işbirliği ihtiyacı nereden çıkmaktadır? Kimin için, neye ve kime karşı bir ve beraber olunacaktır? Ancak ilhad fikri ve ateizm öldüğüne göre bu taviz, bu tahribat, bu zillet nedendir?
Bu tutum insanlara Hıristiyanlığı normal ve meşru kabul etme hissiyatını verir ki, gençliğimiz, teknolojik üstünlüğü elinde tutan Hıristiyan dünyasına, Hıristiyanlık dinine meylederlerse bu vebali kim taşıyabilir?
Nitekim bütün şehirlerimizde ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir ve Adana gibi vilayetlerde gençlere İncil okutma faaliyetine başlanmıştır. Ve bilmekteyiz ki, asırlardır süren Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik faaliyetleri, özellikle günümüzde daha da organizeli ve sinsi bir şekilde hız kazanmıştır. Hâlâ tarihî haçlı taassubunda İstanbul, İzmir ve hatta Anadolu kurtarılmayı bekleyen işgal edilmiş topraklar olarak algılanıyor ve öğretiliyor.
İspanya'yı düşünün ki, 800 yıl yaşayan bir İslam medeniyetinden bugün bir iz bile bulamazsınız. Ehl-i küfrün hesabının ileriye dönük ve intikam dolu olduğunu asla unutmamalıyız. Sekiz asır Endülüs Müslümanlarının yaşadığı İspanya'da, bir tek Müslüman bırakılmamış, hepsi katledilmiştir. Halbuki İstanbul'un fethinin üstünden 545 yıl geçmiştir. Sırplar, Bosna'da katliam yaparken 'Hedefimiz İstanbul- Anadolu, hatta Horasan' diyorlardı; unutmayalım. Haçlı taassubunun doğurduğu kin, tarih boyunca hızından hiç bir şey kaybetmeden yaşatılmaktadır.
Son günlerde manevi ve dini değerler üzerinde çıkarılan tartışmalar sebepsiz değildir. Bu, uluslararası organizeli bir güç tarafından planlanmakta, bu hususta yerli uşaklar kullanılmaktadır. İyi bilelim ki hedef, sadece dinimiz değil, devletimiz ve hatta vatanımızdır.
Bir baskı ve yılgınlık hali sergilenmesi de anlamlı değildir. Zira zat-i âliniz hukuk dışı bir iş yapmıyorsunuz ki, korkup endişe edeceksiniz. Yaptığınız millete ve vatana hizmettir.
Kaldı ki siz, ne bir siyasi lidersiniz, ne de İslam namına seçilmiş bir temsilcisiniz. Her iki halde de böyle badirelere düşmenin anlamı yoktur. Nitekim biz, devlet ve millet kucaklaşmasıyla milli bütünlüğü temine çalışıyor, mevzuat ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeye gayret ediyoruz.
Biz, bu tartışma, istişare veya uyarıyı nefsanî bir hesapla ve de kötü örnek teşkil edecek şekilde kamuoyu önünde yapmıyoruz. 'Kol kırılır yen içinde...' denildiği gibi, bu bizim kardeşlik ve inanç beraberliğinden kaynaklanan görevimizdir.
Samimiyet, ihlas ve vefanıza inandığım kardeşim olarak, bu açık ve samimi düşünce ve uyarılarımı, edille-i şer'iyye ölçüleri ve hassas inancınız ve vicdanınızla kâmil anlamıyla değerlendirip, bir nefs muhasebesi yapacağınıza inanıyor, bu vesileyle tekrar kalbî muhabbetlerimi arz ediyorum. Allah'dan Sırat-ı Mustakim üzere daim bulunmanızı niyaz ediyorum".
Prof. Dr. Haydar BAŞ
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024