İnsan toplulukları, tarih boyunca devletleşmek suretiyle, varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yani devlet, insan topluluklarının kurumsallaşmış şeklidir. Devlet kavramı, devletin sistemi ve işlevi doğu ve batı dünyasında büyük farklılıklar göstermektedir. Her iki dünyanın devlet ve insan meselesine bakışı farklılıkların da ötesinde, tamamen birbirinin zıddı olagelmiştir. Batıda esas olan, insan değil sistemdir, sistemin kendisidir. Eflatun "Devlet" isimli eserinde, bir sistem va'z eder ve insanın bu sistemin içindeki yerini anlatır. Eflatun'a göre bu sistem "ideal devlet"tir. İnsan ideal devletin izin verdiği ölçüde adil, merhametli, cömert, cesur vs. olabilir. Yani insan, sistem içindir.Avrupa'nın fikir ve siyaset hayatına yön veren bütün düşünürler aynı mantıktadırlar. Tarih ve politika biliminin kurucusu sayılan, Rönesans düşünürlerinden Makyavel (Machiavelli), siyaset konusundaki görüşleriyle Avrupa tarihinde bir kilometre taşıdır. Makyavel'e göre 1 ) En önemli ve temel amaç devleti yaşatmaktır. Gücünü artırmaktır. Bu uğurda her araç yasaldır. 2 ) Din, ahlak ve hukuk devlete bağlıdır. Devlet amaçları için bunları araç olarak kullanmalıdır. 3 ) Devletten bağımsız bir ahlak ve hukuk düşünülemez. Hukuk ve ahlak devlet için vardır. Bu fikirleriyle Makyavel'e kimileri erken dönem bir jakoben, kimileri de faşizmin temellerini atan düşünür dese de, gerçek şu ki; Makyavel'in fikirleri batı dünyasındaki devlet kavramını ortaya koyuyor. Bu mantıkla yoğrulan, asırlar içinde değişik kalıplara bölünerek - fakat asıl mantığı asla değişmeyerek- günümüze kadar gelen bu devlet anlayışı insanı köleleştirmiş; krallar, sistemler, kurumlar arasında adeta insanların boğulmasına sebep olmuştur. İşte bu noktada, Doğu dünyasına ve özellikle Türk devlet geleneğine baktığımızda, tam tersi bir anlayışın hakim olduğunu görüyoruz. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" kavramı bu anlayışın zirvesidir. Türk toplumları köleliğin, derebeyliğin, baskı ve zorlamanın olmadığı; bağımsız, sosyal adaleti temin etmiş, barışın, yardımlaşmanın, huzurun, çalışma ve üretimin hakim olduğu toplumlardır. Amerikalı araştırmacı Korten "küreselleşmenin yarattığı yıkımdan kurtulmak için ihtiyaç duyulan gücün, Türkler'in insanı esas alan ve sosyal beraberliği yaşatan geleneklerinde bulunduğunu söyler." (M. Aydoğan, Yönetim Gelenekleri ve Türkler C:2 S:744) Bizzat insanı ve insana hizmeti esas alan, Türk Devlet geleneğinin bugünkü şekli olan, Sosyal Devlet Projesi'nde devlet insan için, insanı korumak için vardır. Bu rolü Prof. Dr. Haydar Baş Sosyal devlet kitabında şöyle açıklıyor: "İnsanın doğuştan getirdiği hakları elde etmesinde ve korunmasında sorumluluk, Milli Devlete aittir. Devlet vatandaşlarının sahip olduğu bu hakları, yaşayabilmesi için, elindeki yetkileri kullanır. Bu manada devletin sahip olduğu egemenlik ve yaptırım gücü, sadece insan yararına dönüktür. Devletin yapılanması içersinde oluşturulan, kurumların hedefi insana hizmettir. Bireylerin haklarını koruma ve hürriyetleri temin noktasında devlet vardır...Yani devletin bir siyasi örgütlenme olarak, toplumsal dengeyi sağlamak vatandaşlarına hak vermek vazifesi iken, bu vazifeyi hayata geçirirken yararlandığı yaptırım gücü de yine vatandaşları içindir" (Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet - Milli Devlet S: 169) Sosyal devlet anlayışında, her şey insan içindir. Bütün kurallar, kanunlar, müeyyideler hep insanın huzuru içindir. Zira asıl olan insanın kendisidir. Prof. Dr. Haydar Baş'a göre "insanın doğuştan getirdiği hakları vardır. Ve insan için aslolan bu hakları elde etme şansına sahip olmak değildir. Asıl olan insanın sahip olduğu hakları yaşama hakkının olmasıdır... (a.g.e S: 205)Burada dikkat edersek; insanın zati hakları doğuştan gelir (bu haklar insana sonradan lütfedilmez) ve devlet de insanın doğuştan getirdiği bu haklarını ona yaşatması için vardır."Devlet, insan topluluklarının kurumsallaşmış şeklidir" demiştik. İnsan doğumuyla elde ettiği haklarını korumak ve yaşamak için devletleşme yoluna gider. Bütün tarihi, sistemi ayakta tutmak için insanı feda etmekten ibaret olan Avrupa, asırlar boyu her türlü hak arayışının çıkış noktası olmuştur. Ne tuhaf ki, insanın doğuştan getirdiği hakları önce gasp eden, sonra da büyük marifetmiş gibi, geriye iade etmekle övünen bir dünyadır batı dünyası. (İnsan hakları, kadın hakları, işçi hakları v.s.) Aristo'nun, yaşadığı dönemdeki köleleri "evcil bir hayvana benzeyen insan aletler" şeklinde tasvir ettiği düşünülürse, temelleri böyle bir zihniyete dayanan bir kültürden hak, hukuk ve adalet adına bir şey beklenemeyeceği açıktır. Bu itibarla bugün bütün insanlık, sosyal devletin getirdiği modele muhtaçtır. Bu bakış açısı sayesinde, Türk milleti uzun süre ayakta kalabilen büyük devletler vücuda getirmiştir. Zira "Sosyal Devlet'te önemli olan tek tek her vatandaştır. Sosyal Devlet'te her şey insan içindir. İnsan bizzat kendisi hizmete layıktır. Kurumlar insana hizmet etmelidir." (a.g.e S: 209)
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011