Tekrar etmek, tekrar denemek, tekrar yaşamak, tekrar tatmak, hayatımızın olmazı olmuş. Tekrardan yaşamak hususunda ise çok ama çok ileri gittik. Daha şurada yaşadığımız iki yüz, üç yüz sene öncesinden hiç ders çıkartmıyoruz, bırakın ders çıkarmayı, yaptığımız bütün hataları bir bir tekrar edip hala birbirimizle didişiyor, düşmanlarımızı sevindiriyoruz.
Geçenlerde Cezayirli biriyle karşılaştım. Biraz sohbetten sonra bana, bizi üç günde sattınız dedi. Şaşırdım, bir şeyler söylemek istedim ama bu kadar cahil ile uğraşılır mı diye düşünüp şahsın kalbini kırmamak için konuyu değiştirdim. Ne yapalım ekmeğimize bakıyoruz.
Gelelim konumuz, Cezayir'in Fransızlar tarafından işgaline; ilk başta Vaka-i Hayriye (hayırlı olay) 16 Haziran 1826 tarihinde II. Mahmut tarafından Süleymaniye Camii'nin altındaki Yeniçeri ocağının topa tutularak yok edilmesi ve kaçanların yakalanıp idam edilmesi (bu idam edilenler de, Edirnekapı surlarından çıkışta sağ kol üzerinde eski Bektaşi dergâhı alanına defin edilmiştirler. Rum mezarlığı karşısı, Halk ekmek fabrikası üstü.)
Bu arada Vaka-i Hayriye o kadar hayırlı oldu ki! Osmanlı'nın ordusunun olmadığı cümle âlem tarafından duyuldu. Hatta, Cezayir'in üst tarafındaki, Fransa'dan.
Cezayir'deki zamanın Osmanlı valisi aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin (Cezayir'de bu sene lig şampiyonu olan kulüp, Dayı Hüseyin adını taşımaktadır.) iki Yahudi tüccarın alacağı için Cezayir'deki Fransız konsolosu ile tartışıp yüzüne elindeki yelpazeyi fırlatmasını veya vurmasını ve limanda bulunan birkaç gemisine el konulmasını fırsat bilen Fransa, yelpazenin yellenmesini savaş sebebi görerek 16 Haziran 1827 askeri harekâtı başlattı.
Ordusunu hayırlı bir olayla(!) ortadan kaldıran Osmanlı'nın, ortada halen bir donanması vardı, korkmaya ne hacet!
Derken Navarin faciası, 20 Ekim 1827 tarihinde Mora yarımadasının batı kıyısında bulunan kalenin açıklarında demirli Osmanlı-Mısır donanmalarına, Fransız, İngiliz ve Rus donanmalarının, ortada savaş yokken dostane yaklaşıp, vahşice saldırmaları neticesinde Osmanlı'nın elinde gemisi kalmadı.
Hemen arkasından da, patlak veren 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı, İstanbul'un elini kolunu bağlamıştır. Başkent Cezayir, bu olayın üzerinden üç yıl geçtikten sonra, 1830 yılının haziran ayında, yeni bir donanma ve 37.000 kişilik takviye bir kuvvetle, 'Darul- Beyda' diye isimlendirilen 'beyaz ev' işgal edildi.
Sonraki yüzyılda Ortadoğu ve Hicaz bölgesi ve şimdiki yüzyılda Arz-ı Mev'ud. Tarih tekrar ediyor da biz ne yapıyoruz?
Geçenlerde Cezayirli biriyle karşılaştım. Biraz sohbetten sonra bana, bizi üç günde sattınız dedi. Şaşırdım, bir şeyler söylemek istedim ama bu kadar cahil ile uğraşılır mı diye düşünüp şahsın kalbini kırmamak için konuyu değiştirdim. Ne yapalım ekmeğimize bakıyoruz.
Gelelim konumuz, Cezayir'in Fransızlar tarafından işgaline; ilk başta Vaka-i Hayriye (hayırlı olay) 16 Haziran 1826 tarihinde II. Mahmut tarafından Süleymaniye Camii'nin altındaki Yeniçeri ocağının topa tutularak yok edilmesi ve kaçanların yakalanıp idam edilmesi (bu idam edilenler de, Edirnekapı surlarından çıkışta sağ kol üzerinde eski Bektaşi dergâhı alanına defin edilmiştirler. Rum mezarlığı karşısı, Halk ekmek fabrikası üstü.)
Bu arada Vaka-i Hayriye o kadar hayırlı oldu ki! Osmanlı'nın ordusunun olmadığı cümle âlem tarafından duyuldu. Hatta, Cezayir'in üst tarafındaki, Fransa'dan.
Cezayir'deki zamanın Osmanlı valisi aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin (Cezayir'de bu sene lig şampiyonu olan kulüp, Dayı Hüseyin adını taşımaktadır.) iki Yahudi tüccarın alacağı için Cezayir'deki Fransız konsolosu ile tartışıp yüzüne elindeki yelpazeyi fırlatmasını veya vurmasını ve limanda bulunan birkaç gemisine el konulmasını fırsat bilen Fransa, yelpazenin yellenmesini savaş sebebi görerek 16 Haziran 1827 askeri harekâtı başlattı.
Ordusunu hayırlı bir olayla(!) ortadan kaldıran Osmanlı'nın, ortada halen bir donanması vardı, korkmaya ne hacet!
Derken Navarin faciası, 20 Ekim 1827 tarihinde Mora yarımadasının batı kıyısında bulunan kalenin açıklarında demirli Osmanlı-Mısır donanmalarına, Fransız, İngiliz ve Rus donanmalarının, ortada savaş yokken dostane yaklaşıp, vahşice saldırmaları neticesinde Osmanlı'nın elinde gemisi kalmadı.
Hemen arkasından da, patlak veren 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı, İstanbul'un elini kolunu bağlamıştır. Başkent Cezayir, bu olayın üzerinden üç yıl geçtikten sonra, 1830 yılının haziran ayında, yeni bir donanma ve 37.000 kişilik takviye bir kuvvetle, 'Darul- Beyda' diye isimlendirilen 'beyaz ev' işgal edildi.
Sonraki yüzyılda Ortadoğu ve Hicaz bölgesi ve şimdiki yüzyılda Arz-ı Mev'ud. Tarih tekrar ediyor da biz ne yapıyoruz?
Ali Nezir / diğer yazıları
- Kâmil kul, kâmil mü’min / 19.04.2024
- Sizce zulüm nedir? / 08.03.2024
- Allah adına konuşmak / 26.02.2024
- Kimi sevmemiz lazım! / 25.12.2023
- Diyanet’e açık mektup / 17.11.2023
- ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyen olun! / 10.11.2023
- Vatandaşlık hakları ve Alucralılık! / 04.11.2023
- Nice yüzyıllara / 30.10.2023
- Eğitimden ne anlıyoruz? / 21.09.2023
- Aldananlar ve aldatanlar / 07.09.2023
- Sizce zulüm nedir? / 08.03.2024
- Allah adına konuşmak / 26.02.2024
- Kimi sevmemiz lazım! / 25.12.2023
- Diyanet’e açık mektup / 17.11.2023
- ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyen olun! / 10.11.2023
- Vatandaşlık hakları ve Alucralılık! / 04.11.2023
- Nice yüzyıllara / 30.10.2023
- Eğitimden ne anlıyoruz? / 21.09.2023
- Aldananlar ve aldatanlar / 07.09.2023