Özgül AYDIN
Bilginin kaynağı vahiy, yani Kur'an-ı Kerim ve "Canlı Kur'an" Hz. Muhammed'dir. Yaş ve kuru ne varsa her şey o Kitapta zikredilmiş (En'am: 59) hiçbir şey eksik bırakılmamıştır (En'am: 38). Bütün hakikatler çeşit çeşit misalleriyle O'nda anlatılmıştır (Kehf: 54) ve Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur (En'am: 34).
Gerek kainatın yapısı ile ilgili ve gerekse kainatta her ne varsa vücut anatomisinde toplayan insanın madde ve mana alemi ile ilgili her sorunun cevabı o Kitapta mevcuddur. Hakikat bu iken, sorularına O'ndan başka bir yerde yanıt arayan her insan, gösterdiği çaba nispetinde gerçeklerden uzaklaşır. Bunun içindir ki hakikat gün gibi ortadayken; hiçbir ilmi istinadı olmayan dağınık ve çapraşık duyguları, ifrat ve tefritten korunamamış başıbozukluğu ile muhalif açıklamalar peşinde koşan her felsefî ekol zamanla terkedilmeye mahkûm kalmıştır. Fikirlerin ekseriyetle tez-antitez mantığıyla savunulduğu felsefede insan bir yandan "düşünen hayvan" olma zilletine düşürülürken, öte taraftan merkez ve esas kabul edilip adeta kendisine ibadet edilen bir put haline getirilmiştir. Materyalizmin hakim görüş olduğu günümüzde ise insan yazık ki bir tüketim aracıdır; tükettiği nispette kıymetli ve saygıdeğerdir.
Peki tasavvufta ve tabiatiyle İslam'da yani hakikatte "İnsan nedir?" Tasavvufta insan Allah'tan bir parça olarak taşıdığı ruhu münasebetiyle paha biçilmez bir kıymet taşır. "Allah inananların canlarını ve malların cennet karşılığında satın almıştır" (Araf: 111) ayetinden yola çıkılarak denilebilir ki; insan cennetle eşdeğerdedir. Hz. Mevlana insanın bu yönüne şu dizeleriyle işaret etmektedir: "Değer bakımından iki dünyadan da üstünsün/Fakat neyleyeyim bu değerini sen bilmiyorsun/Kendini ucuza satma, çünkü değerin pek fazla senin".
İnsan ruhu vesilesiyle Allah'ın yeryüzündeki halifesidir yani Allah adına yeryüzüne hükmeder. Bu, insanın idrak edemeyeceği kadar büyük bir şereftir ve bu yönüyle o "Hazret-i İnsan''dır. Ne var ki idrak edemediği hakikatlerden çok kolay taviz veren insan, hadiste buyurulduğu üzere Allah katında sivrisinek kanadı kadar kıymeti olmayan dünyanın peşinde ömür sermayesini tüketmekte, kıymetini himmeti nispetinde küçültmektedir.
Yunus'un "Yaradılanı severim Yaratandan ötürü" vecizesiyle maruf olduğu üzere tasavvufta Allah'tan kaynaklanan yoğun bir insan sevgisi vardır.
Kavram kargaşasının had safhaya ulaştığı, bu bağlamda ağzı olanın insan sevgisinden dem vurduğu günümüzde gerçek insan sevgisi nedir, nasıl olmalıdır, biraz bundan bahsedelim.
Dikkat edilirse bugün toplumumuzda hırsızlık, dolandırıcılık, yalan, iftira, ihanet gibi insana yönelik her türlü tecavüz kol geziyor olmasına rağmen, ben insanları sevmiyorum, diyen bir kişi bile bulmak mümkün değildir.
Bir parçaçık şuur taşıyan her insanın vicdanını sızlatması gereken "sana bir ihanet borcum vardı, ödedim sonunda ağlayarak" tarzındaki şarkılar bile iddia edildiğine göre "Tanrı sevgisi olarak" yüreğinde sonsuz bir sevgi taşıyan sanatçı ruhların insanlığa sunduğu birer hediyedirler.
Sevgi kavramının kasten veya gaflet eseri olarak bu denli istismar edildiği bu şartlar altında, en samimi manada "bütün insanları oldukları gibi seviyorum" diyenler ise hakikatte onları saedce oldukları gibi kabul etmektedirler. Ve insanları olduğu gibi kabul etmek aslında onları boşvermenin bir başka adıdır.
Gerçek sevgide olduğu gibi kabul etmek diye bir şey yoktur, çünkü sevgi sevileni layık olduğu değere taşıma çabasını gerektirir. Zira en gerçek sevgi Allah'ın kuluna olan sevgisidir ve Allah iman etmeyeceğini bildiği halde Firavun'u küfrü üzere kabul etmemiş, Hz. Musa'ya "Firavun'a gidin çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belik öğüt alır veya korkar (Taha: 43-44) diye vahyetmiştir.
Devamı Yarın...
Bilginin kaynağı vahiy, yani Kur'an-ı Kerim ve "Canlı Kur'an" Hz. Muhammed'dir. Yaş ve kuru ne varsa her şey o Kitapta zikredilmiş (En'am: 59) hiçbir şey eksik bırakılmamıştır (En'am: 38). Bütün hakikatler çeşit çeşit misalleriyle O'nda anlatılmıştır (Kehf: 54) ve Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur (En'am: 34).
Gerek kainatın yapısı ile ilgili ve gerekse kainatta her ne varsa vücut anatomisinde toplayan insanın madde ve mana alemi ile ilgili her sorunun cevabı o Kitapta mevcuddur. Hakikat bu iken, sorularına O'ndan başka bir yerde yanıt arayan her insan, gösterdiği çaba nispetinde gerçeklerden uzaklaşır. Bunun içindir ki hakikat gün gibi ortadayken; hiçbir ilmi istinadı olmayan dağınık ve çapraşık duyguları, ifrat ve tefritten korunamamış başıbozukluğu ile muhalif açıklamalar peşinde koşan her felsefî ekol zamanla terkedilmeye mahkûm kalmıştır. Fikirlerin ekseriyetle tez-antitez mantığıyla savunulduğu felsefede insan bir yandan "düşünen hayvan" olma zilletine düşürülürken, öte taraftan merkez ve esas kabul edilip adeta kendisine ibadet edilen bir put haline getirilmiştir. Materyalizmin hakim görüş olduğu günümüzde ise insan yazık ki bir tüketim aracıdır; tükettiği nispette kıymetli ve saygıdeğerdir.
Peki tasavvufta ve tabiatiyle İslam'da yani hakikatte "İnsan nedir?" Tasavvufta insan Allah'tan bir parça olarak taşıdığı ruhu münasebetiyle paha biçilmez bir kıymet taşır. "Allah inananların canlarını ve malların cennet karşılığında satın almıştır" (Araf: 111) ayetinden yola çıkılarak denilebilir ki; insan cennetle eşdeğerdedir. Hz. Mevlana insanın bu yönüne şu dizeleriyle işaret etmektedir: "Değer bakımından iki dünyadan da üstünsün/Fakat neyleyeyim bu değerini sen bilmiyorsun/Kendini ucuza satma, çünkü değerin pek fazla senin".
İnsan ruhu vesilesiyle Allah'ın yeryüzündeki halifesidir yani Allah adına yeryüzüne hükmeder. Bu, insanın idrak edemeyeceği kadar büyük bir şereftir ve bu yönüyle o "Hazret-i İnsan''dır. Ne var ki idrak edemediği hakikatlerden çok kolay taviz veren insan, hadiste buyurulduğu üzere Allah katında sivrisinek kanadı kadar kıymeti olmayan dünyanın peşinde ömür sermayesini tüketmekte, kıymetini himmeti nispetinde küçültmektedir.
Yunus'un "Yaradılanı severim Yaratandan ötürü" vecizesiyle maruf olduğu üzere tasavvufta Allah'tan kaynaklanan yoğun bir insan sevgisi vardır.
Kavram kargaşasının had safhaya ulaştığı, bu bağlamda ağzı olanın insan sevgisinden dem vurduğu günümüzde gerçek insan sevgisi nedir, nasıl olmalıdır, biraz bundan bahsedelim.
Dikkat edilirse bugün toplumumuzda hırsızlık, dolandırıcılık, yalan, iftira, ihanet gibi insana yönelik her türlü tecavüz kol geziyor olmasına rağmen, ben insanları sevmiyorum, diyen bir kişi bile bulmak mümkün değildir.
Bir parçaçık şuur taşıyan her insanın vicdanını sızlatması gereken "sana bir ihanet borcum vardı, ödedim sonunda ağlayarak" tarzındaki şarkılar bile iddia edildiğine göre "Tanrı sevgisi olarak" yüreğinde sonsuz bir sevgi taşıyan sanatçı ruhların insanlığa sunduğu birer hediyedirler.
Sevgi kavramının kasten veya gaflet eseri olarak bu denli istismar edildiği bu şartlar altında, en samimi manada "bütün insanları oldukları gibi seviyorum" diyenler ise hakikatte onları saedce oldukları gibi kabul etmektedirler. Ve insanları olduğu gibi kabul etmek aslında onları boşvermenin bir başka adıdır.
Gerçek sevgide olduğu gibi kabul etmek diye bir şey yoktur, çünkü sevgi sevileni layık olduğu değere taşıma çabasını gerektirir. Zira en gerçek sevgi Allah'ın kuluna olan sevgisidir ve Allah iman etmeyeceğini bildiği halde Firavun'u küfrü üzere kabul etmemiş, Hz. Musa'ya "Firavun'a gidin çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belik öğüt alır veya korkar (Taha: 43-44) diye vahyetmiştir.
Devamı Yarın...