Mal üretimi ve değişimi olmadan, ekonomik hayat yürümez. Bunu da yapanlar tüccarlardır. Onun için tüccarlar, ekonominin temsilcileri ve savaşçılarıdır. Tüccarların böyle tanımlanması gerekir. Fakat ATO Başkanı Sinan Aygün, tüccarları farklı tanımlamış. Dünya Gazetesi'nin Ankara bürosunu ziyaretinde şöyle demiş: "Biz tüccarız, kapitalizmin temsilciyiz, ne kadar moraller yüksek olur ve insanlar para harcarsa bizim için o kadar iyi ama bir noktaya kadar bunu yapabiliriz. Bir noktadan sonra istediğin kadar morali yüksek tut yetmiyor" (Dünya Gazetesi, 2 Mayıs 2005).
Burada "Biz tüccarız, kapitalizmin temsilcisiyiz" cümlesinin altını çiziyoruz. Neden? İzah edelim. Kapitalizm, bir ekonomik sistemdir. Tüccar ise her ekonomik sistemde vardır. Bundan dolayı tüccar, kapitalizmin temsilcisi olarak tanımlanamaz. Tüccarı böyle tanımlarsanız, kapitalizme düşman olan bir başka sistemin savunucuları, tüccarlara, dahası sermayeye düşman olur. Nitekim 1980 yılı öncesinde durum böyle idi. Her tüccara, her zengine suçlu, hırsız, sömürücü gözüyle bakılıyordu.
ATO Başkanının zaman zaman bazı çıkışları oluyor. Dosyalar hazırlıyor, araştırmalar yaptırıyor, basına demeçler veriyor. Velhasıl, bir gayretin içinde olduğu müşahede ediliyor. Kamuoyunda, milliliği öne çıkarmaya çalışan bir kişi olarak, tanınmaya özen gösterdiği anlaşılıyor. Ama gördük ki, bu konuşmasında ekonomi ile kapitalizmi özdeşleştirmiş. Bu da milliliğe ters bir anlayış. Halbuki aynı Başkan, devlet yetkililerine sunduğu dosyalarda ve seslendirdiği görüşlerde, milliliğe vurgu yapıyor. O zaman bizde, şu kanaat oluşuyor. Millilik konusunda Başkanın kafası karışık ve kaynak göstermeden intihal yapıyor.
Bu kanaati oluşturan bir diğer sebep de şudur: Bilindiği gibi, kapitalizmin savunucuları onu, "küreselleşme" adı altında tek geçerli sistem olarak takdim ediyorlar. Onlara göre küreselleşme, diğer bir deyişle " küresel ekonomi" kaçınılmaz bir sonuçtur. Halbuki küresel ekonomi şart değil, ideolojik bir tercihtir. Bir ülke, ekonomisini küresel ekonominin bir şubesi haline getirmeden de dünyaya açılabilir, dış pazarlarda rekabet edebilir. Bu nasıl olur? Öğrenmek isteyenler için kaynak, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli"dir.
Kim ne derse desin, millet olarak hür ve müstakil yaşamak istiyorsak, her alanda olduğu gibi ekonomide de milli anlayışı hâkim kılmak zorundayız. Bu anlayışın esaslarını, İstiklal Mücadelesi'nde ve Atatürk'ün uygulamalarında bulmak mümkündür. Gelin, milletçe, şu soruyu kendimize soralım ve cevap arayalım: İstiklal Mücadelesi, hangi ekonomik sistemiyle yapıldı? Atatürk, Osmanlı'dan kalan borçları nasıl ödedi, birçok fabrikayı ve en önemlisi uçak fabrikasını hangi parayla kurdu? Herhalde bunlar, kapitalizmin temsilciliğiyle olmadı.
ATO Başkanının bir cümlesinden hareketle sözü buralara kadar getirdik. Bazıları bizi, "bir konuşmadan bir cümleyi cımbızla çekip aldın" diyerek eleştirebilir. Doğrudur, öyle yaptık. Ama yapmamız gerekiyordu. Çünkü o cümle, bir düşünce tarzını ortaya koyuyor ve biz de onu sorguluyoruz. Dileriz ki, sehven söylenmiş veya yazılmış olsun. Korkumuz şu: Her düşünce muhalifini doğurur. Bu bir düşünce ise, onun muhalifi de, servet düşmanlığı olur. Bu düşmanlığın ülkemize verdiği zarar, hafızalarda tazeliğini hâlâ koruyor.
Evet, çalışkan, dürüst, vatanperver, milli ve manevi değerlere sahip tüccarlara ihtiyacımız vardır. Birilerinin onlara düşman olmasına gönlümüz razı değil. Çünkü onlar, toplumun temel direklerinden biridir. Yeri gelmişken hatırlatalım. Bazı sosyal bilimciler, "toplum dört sınıfla ayakta durur" der ve bunları şöyle sıralarlar: "Âlimler, amirler, askerler ve tüccarlar". O halde, tüccarlarımız da en az diğer sınıfın temsilcileri kadar, dikkatli olmak ve sorumluluk taşımak zorundadırlar.
Burada "Biz tüccarız, kapitalizmin temsilcisiyiz" cümlesinin altını çiziyoruz. Neden? İzah edelim. Kapitalizm, bir ekonomik sistemdir. Tüccar ise her ekonomik sistemde vardır. Bundan dolayı tüccar, kapitalizmin temsilcisi olarak tanımlanamaz. Tüccarı böyle tanımlarsanız, kapitalizme düşman olan bir başka sistemin savunucuları, tüccarlara, dahası sermayeye düşman olur. Nitekim 1980 yılı öncesinde durum böyle idi. Her tüccara, her zengine suçlu, hırsız, sömürücü gözüyle bakılıyordu.
ATO Başkanının zaman zaman bazı çıkışları oluyor. Dosyalar hazırlıyor, araştırmalar yaptırıyor, basına demeçler veriyor. Velhasıl, bir gayretin içinde olduğu müşahede ediliyor. Kamuoyunda, milliliği öne çıkarmaya çalışan bir kişi olarak, tanınmaya özen gösterdiği anlaşılıyor. Ama gördük ki, bu konuşmasında ekonomi ile kapitalizmi özdeşleştirmiş. Bu da milliliğe ters bir anlayış. Halbuki aynı Başkan, devlet yetkililerine sunduğu dosyalarda ve seslendirdiği görüşlerde, milliliğe vurgu yapıyor. O zaman bizde, şu kanaat oluşuyor. Millilik konusunda Başkanın kafası karışık ve kaynak göstermeden intihal yapıyor.
Bu kanaati oluşturan bir diğer sebep de şudur: Bilindiği gibi, kapitalizmin savunucuları onu, "küreselleşme" adı altında tek geçerli sistem olarak takdim ediyorlar. Onlara göre küreselleşme, diğer bir deyişle " küresel ekonomi" kaçınılmaz bir sonuçtur. Halbuki küresel ekonomi şart değil, ideolojik bir tercihtir. Bir ülke, ekonomisini küresel ekonominin bir şubesi haline getirmeden de dünyaya açılabilir, dış pazarlarda rekabet edebilir. Bu nasıl olur? Öğrenmek isteyenler için kaynak, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli"dir.
Kim ne derse desin, millet olarak hür ve müstakil yaşamak istiyorsak, her alanda olduğu gibi ekonomide de milli anlayışı hâkim kılmak zorundayız. Bu anlayışın esaslarını, İstiklal Mücadelesi'nde ve Atatürk'ün uygulamalarında bulmak mümkündür. Gelin, milletçe, şu soruyu kendimize soralım ve cevap arayalım: İstiklal Mücadelesi, hangi ekonomik sistemiyle yapıldı? Atatürk, Osmanlı'dan kalan borçları nasıl ödedi, birçok fabrikayı ve en önemlisi uçak fabrikasını hangi parayla kurdu? Herhalde bunlar, kapitalizmin temsilciliğiyle olmadı.
ATO Başkanının bir cümlesinden hareketle sözü buralara kadar getirdik. Bazıları bizi, "bir konuşmadan bir cümleyi cımbızla çekip aldın" diyerek eleştirebilir. Doğrudur, öyle yaptık. Ama yapmamız gerekiyordu. Çünkü o cümle, bir düşünce tarzını ortaya koyuyor ve biz de onu sorguluyoruz. Dileriz ki, sehven söylenmiş veya yazılmış olsun. Korkumuz şu: Her düşünce muhalifini doğurur. Bu bir düşünce ise, onun muhalifi de, servet düşmanlığı olur. Bu düşmanlığın ülkemize verdiği zarar, hafızalarda tazeliğini hâlâ koruyor.
Evet, çalışkan, dürüst, vatanperver, milli ve manevi değerlere sahip tüccarlara ihtiyacımız vardır. Birilerinin onlara düşman olmasına gönlümüz razı değil. Çünkü onlar, toplumun temel direklerinden biridir. Yeri gelmişken hatırlatalım. Bazı sosyal bilimciler, "toplum dört sınıfla ayakta durur" der ve bunları şöyle sıralarlar: "Âlimler, amirler, askerler ve tüccarlar". O halde, tüccarlarımız da en az diğer sınıfın temsilcileri kadar, dikkatli olmak ve sorumluluk taşımak zorundadırlar.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018