Çağların, başlayıp bittiğini, Batılı dostlar (!) haber vermese, duymayacağız. Aydınlarımız, politikacılarımız, "21. yüzyıl küreselleşme çağıdır" deyip dururken, Batıdan yeni bir haber ulaştı. Haberciler dediler ki: Uyanın artık, küreselleşme çağı da aşıldı. Şimdi 'karşılıklı bağımlılık' çağı başladı. Bu çağda Ülkeler, karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı hale geldiklerinden dolayı, bağımsızlık tarihe karıştı. Bağımsızlığı savunmak, çağdışı bir yaklaşımdır. Çağımızın yeni düşmanı, millilik ve milliyetçiliktir. Haberin özeti böyle.
Batılı dostlar (!) bunu der de, Batılılardan daha çok Batıcılar, durur mu hiç? Rolleri kulaklarına fısıldanınca, hemen oynamaya başladılar. "Bağımlı devlet, bağımsız birey" sloganıyla, meydana çıktılar. Diyorlar ki: "Devlet ne kadar bağımlı olursa, birey de o kadar bağımsız olur. Onun için bağımsız birey olmak istiyorsanız, devletin bağımlılığını istemek zorundasınız.".
Bu anlayış sahiplerine en iyi cevap, Bağımsız Türkiye Partisi'nin 21 Temmuz 2002 tarihinde Ankara Tandoğan meydanında düzenlediği "AB'ye hayır, Bağımsız Türkiye Mitingi" olmuştur. Temmuz ayının sıcağında bayrağını kapıp gelen o eşsiz kalabalık, acaba neyin göstergesidir? Bağımlı Türkiye isteyenler, kendilerine ezberletilen rolleri bir an olsun bırakıp, bunu düşünemezler mi? Bağımlı Türkiye isteyenlerin çoğunun kafası karışık. Öyle ki, bazıları hem "Atatürkçüyüm" diyor, hem de bağımlı Türkiye'yi savunuyor. Hem "demokratım" diyor, hem de Kopenhag Kriterleri'ni tartışmasız kabul
ediyor.
Bazıları ise daha açık. Söyleyeceğini eğip bükmeden olanca açıklığı ile söylüyor. Örneğin Prof. Dr. Eser Karakaş gibi. Prof. Dr. Eser Karakaş, Trabzon'da yapılan "AB Sürecinde Siyaset ve Vesayet" başlıklı panelde kelimesi kelimesine şöyle diyordu: "Atatürk ve milli politika ile ilgili sorulardan hoşlanmadığımı itiraf edeyim. 2000'li yılların sorunlarına Atatürk referansıyla yaklaşmak gerçekten bize yakışmıyor". Prof. Dr. Eser Karakaş'ın demokrasi anlayışı ve Kopenhag Kriterleri'ne de bakışı şöyle: "Şu anda Kopenhag Kriterleri'ni bütünüyle oylayın, hepsine hayır çıkacaktır. Ben burada imzamı atarım. O halde ben bunu biliyorsam, doğrudur bu. O halde uluslararası vesayetten yanayım. Kopenhag Kriterleri'ni uluslararası vesayet Türkiye'ye dayatacaksa, bir biçimde, ben de bundan yanayım". Bilmem, başka söze, yoruma, değerlendirmeye hacet var mı? Sözler, herkesin anlayacağı kadar nettir. Öyle değil mi?
Aynı panelin 2'inci oturumunda Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı Cengiz Çandar da şöyle diyordu: "Eğer bu halkın esenliği AB'ye girmek ise ve ortada Kıbrıs diye bir pürüz varsa (dikkat, milli dava pürüz olarak nitelendiriliyor) o zaman bu toplum Kıbrıs'ı tartışması lâzım. Niye engel teşkil ediyor Kıbrıs? Milli politika ile AB'ye gidilmiyor. O zaman, ya AB, ya millet".
Evet, görüldüğü gibi, Türkiye gerçekten yol ayrımına geldi veya getirildi. Ya bağımsızlık, ya da bağımlılık demek zorunda bırakıldık. Tıpkı 1919 yılı öncesi gibi. Karakteri bağımsızlık olan bu milletin, asla bağımlılığı seçmeyeceğinden eminiz. Bu konuda hiçbir şüphemiz ve tereddüdümüz yok. Bir tek endişemiz şu: İçten bağımlılık taraftarı olup, dıştan bağımsızlığı savunur görünenler, milleti kandırabilir. Yani AB'ye "evet" deyip, sonra karşıymış gibi davranış sergileyenlerin iki yüzlülüğü, bu milletin önünde en büyük tuzaktır.
Millet, bu ve buna benzer tuzaklara tutulmadan, yapılacak ilk seçimde, tercihi Bağımsız Türkiye Partisi'nden yana kullanırsa, Türkiye'nin önüne yeni ufuklar açılacaktır.
Batılı dostlar (!) bunu der de, Batılılardan daha çok Batıcılar, durur mu hiç? Rolleri kulaklarına fısıldanınca, hemen oynamaya başladılar. "Bağımlı devlet, bağımsız birey" sloganıyla, meydana çıktılar. Diyorlar ki: "Devlet ne kadar bağımlı olursa, birey de o kadar bağımsız olur. Onun için bağımsız birey olmak istiyorsanız, devletin bağımlılığını istemek zorundasınız.".
Bu anlayış sahiplerine en iyi cevap, Bağımsız Türkiye Partisi'nin 21 Temmuz 2002 tarihinde Ankara Tandoğan meydanında düzenlediği "AB'ye hayır, Bağımsız Türkiye Mitingi" olmuştur. Temmuz ayının sıcağında bayrağını kapıp gelen o eşsiz kalabalık, acaba neyin göstergesidir? Bağımlı Türkiye isteyenler, kendilerine ezberletilen rolleri bir an olsun bırakıp, bunu düşünemezler mi? Bağımlı Türkiye isteyenlerin çoğunun kafası karışık. Öyle ki, bazıları hem "Atatürkçüyüm" diyor, hem de bağımlı Türkiye'yi savunuyor. Hem "demokratım" diyor, hem de Kopenhag Kriterleri'ni tartışmasız kabul
ediyor.
Bazıları ise daha açık. Söyleyeceğini eğip bükmeden olanca açıklığı ile söylüyor. Örneğin Prof. Dr. Eser Karakaş gibi. Prof. Dr. Eser Karakaş, Trabzon'da yapılan "AB Sürecinde Siyaset ve Vesayet" başlıklı panelde kelimesi kelimesine şöyle diyordu: "Atatürk ve milli politika ile ilgili sorulardan hoşlanmadığımı itiraf edeyim. 2000'li yılların sorunlarına Atatürk referansıyla yaklaşmak gerçekten bize yakışmıyor". Prof. Dr. Eser Karakaş'ın demokrasi anlayışı ve Kopenhag Kriterleri'ne de bakışı şöyle: "Şu anda Kopenhag Kriterleri'ni bütünüyle oylayın, hepsine hayır çıkacaktır. Ben burada imzamı atarım. O halde ben bunu biliyorsam, doğrudur bu. O halde uluslararası vesayetten yanayım. Kopenhag Kriterleri'ni uluslararası vesayet Türkiye'ye dayatacaksa, bir biçimde, ben de bundan yanayım". Bilmem, başka söze, yoruma, değerlendirmeye hacet var mı? Sözler, herkesin anlayacağı kadar nettir. Öyle değil mi?
Aynı panelin 2'inci oturumunda Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı Cengiz Çandar da şöyle diyordu: "Eğer bu halkın esenliği AB'ye girmek ise ve ortada Kıbrıs diye bir pürüz varsa (dikkat, milli dava pürüz olarak nitelendiriliyor) o zaman bu toplum Kıbrıs'ı tartışması lâzım. Niye engel teşkil ediyor Kıbrıs? Milli politika ile AB'ye gidilmiyor. O zaman, ya AB, ya millet".
Evet, görüldüğü gibi, Türkiye gerçekten yol ayrımına geldi veya getirildi. Ya bağımsızlık, ya da bağımlılık demek zorunda bırakıldık. Tıpkı 1919 yılı öncesi gibi. Karakteri bağımsızlık olan bu milletin, asla bağımlılığı seçmeyeceğinden eminiz. Bu konuda hiçbir şüphemiz ve tereddüdümüz yok. Bir tek endişemiz şu: İçten bağımlılık taraftarı olup, dıştan bağımsızlığı savunur görünenler, milleti kandırabilir. Yani AB'ye "evet" deyip, sonra karşıymış gibi davranış sergileyenlerin iki yüzlülüğü, bu milletin önünde en büyük tuzaktır.
Millet, bu ve buna benzer tuzaklara tutulmadan, yapılacak ilk seçimde, tercihi Bağımsız Türkiye Partisi'nden yana kullanırsa, Türkiye'nin önüne yeni ufuklar açılacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018